Yerine kayyım atanan ve ‘Ev Hapsi’ndeyken gözaltına alınarak tutuklanan Belediye Eşbaşkanı Birsen Orhan, Dêrsim’de Bese’lerden, Zarife’lerden, Aysel Doğan’lardan kalma direniş geleneği olduğunu söyledi
Reyhan Hacıoğlu
Devletin geçmişten günümüze uyguladığı saldırı, göç ettirme, doğa talanı ve katliam politikalarına karşı adını direnişi ile tarihe yazdıran Dêrsim, atanan kayyımlara karşı ortaya koyduğu duruşu ile de kendinden çokça bahsettirmeyi başardı.
Dêrsim dert içinde!
Halkın iradesiyle seçilmiş kentin belediye eşbaşkanı Birsen Orhan, Dêrsim için “Dêrsim dört dağ içinde ama çok dert içinde” diyor. 20 Kasım’da eşbaşkanlardan Cevdet Konak ve Pulur (Ovacık) Belediyesi Başkanı Mustafa Sarıgül’e hapis cezası verilmesi sonrası iki belediyeye de kayyım atandı. Birsen Orhan, ceza sonrası belediyeyi sahiplenme çağrısı yaptı ve karşılık bulan sözleri ile halk belediyesine sahip çıktı. 22 Kasım’da belediyeye kayyım atandı.
Kayyım kararı sonrasında belediye eşbaşkanları ve halk belediyeden zorla çıkartıldı. Kayyıma karşı kurulan barikatların önünden seslenen Birsen Orhan, “Bunlar nasıl ki 1938’de Dêrsim’i işgal ettiler bugün de belediyemizi işgal ediyorlar. İzlemeyin gelin birlikte mücadele edelim” dedi. Darp edildi, yerde sürüklendi ama Dêrsim halkının iradesine sahip çıktı. Kayyım kararından hemen sonra Birsen Orhan hakkında gözaltı kararı verildi. Gözaltına alınan Birsen Orhan hakkında “Ev hapsi” kararı verildi.
Günlerdir “Ev hapsi”nde olan Birsen Orhan, 30 Kasım’da bir kez daha gözaltına alındı ve tutuklandı.
Birsen Orhan, Pertek’te “Ev Hapsi”nde olduğu zaman gazetemize konuşmuştu. Eşbaşkan Birsen Orhan ile olan söyleşimizi okurlarımızla paylaşıyoruz:
- Dêrsim’e iki dönemdir kayyım atanıyor. Kayyım politikası ve kayyım kararı sonrasında çağrınız vardı. Çağrınız sonrasında kente güçlü bir sahiplenme oldu. Önceki kayyım döneminden bu dönemin farkı ne?
Biliyorsunuz ki kayyum politikası bir Kürt düşmanlığı politikasının sonucudur. Bunu neden böyle ifade ediyor? Çünkü bakıyorsunuz ki Esenyurt’tan Halfeti’ye, Hakkari’den Batman’a, Mardin’e ve Dêrsîm’e. İlk olarak Van’da denendi ama başarılı olamadı. Öncesi de var. 2016 ve 2019 yani üç dönemdir Kürt halkının iradesi gasp ediliyor.
Neden gasp diyoruz? Çünkü kendilerine ait olmayan bir şey alıyorlar. Yani şöyle düşünün bir seçim sandığı kuruluyor. İnsanlar özgür iradesiyle gidiyor. Oy kullanıyor. Ve seçilmişlerinin orada kendilerini temsil etmesini istiyor. Ama gelinen noktada ne oluyor? O seçimle alamadığı yerleri her seferinde elinde bir kayyım sopası tutan bir iktidar gerçekliği var karşımızda. İktidar ve onun küçük ortağının gerçekliği var.
Dêrsim sürecine geldiğimizde ise bu sürecin 31 Mart seçimlerinden hemen sonra gelişebileceğini tahmin etmekte güçlük çekmedik. Neden derseniz? Biliyorsunuz 27 belediyemiz hakkında direk kayyım atanacağına yönelik basında yer alan haberler oldu. Bunun iktidar tarafından servis edildiğini çok iyi biliyoruz.
Şimdi 20 Kasım’da ise Dêrsim’de gelişen olaylara baktığımızda, durumlara alelacele bir siyasi darbe yapıldı. Neden siyasi darbe diyoruz? Neden siyasi bir karar diyoruz biz bu sürece? Çünkü daha avukatlar dinlenilmeden, tanıklar dinlenilmeden ve kentteki atmosferde o günün içerisinde gelişen durumlara baktığımızda bu kararın mahkeme sonuçlanmadan çok daha öncesinden verildiğini biliyoruz.
Mahkeme daha devam ederken sonrasında UYAP’ta gördüğümüzde valilik tarafından, vali yardımcısı direk olarak bir belge isteniyor. Bu belgenin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. Neden bu kadar acele ettiklerini ve ki daha gerekçeli karar açıklanmadan kentte 22 Kasım’da bir kayyum süreci gelişti.
Bizler yaka paça oradan çıkarıldık. Bir halkın iradesi (ben ve arkadaşlarımız) Dêrsim halkının iradesine bir saldırı oldu. Bizler orada kişi olarak varız ama toplamında halkın oy temsiliyeti olarak orada görev alıyoruz.
Dêrsim halkı biliyorsunuz ki bu kent tarihsel gerçekliği, tarihsel hafızası olan bir kent. Ve bu tarihsel hafızasına da hiçbir zaman sırtını dönmemiştir. Her zaman orada çıkardığı sonuçlarla önünü ve yönünü belirleyen bir kenttir. Dolayısıyla 22 Kasım akşamı da Dêrsim halkının göstermiş olduğu direniş onun geleneğidir. Ve biz bu geleneği tanımlarken de Dêrsim’de hiçbir birey bu geleneği yere düşürmüyor.
Bizler de Dêrsimliler olarak ben de eşbaşkan yine beraberinde bütün dostlarımız orada olduk. Gerçekten orada o gün ittifakımız, bileşenlerimiz, esnafımız, kadın arkadaşlarımız, gençler, çocuklar yani inanılmaz derecede bir refleks ortaya çıkardı. Bu refleksin özünde ise günlerdir, yıllardır devam eden o kayyum politikalarının Dêrsim’de artık “edi bese” dediği noktaydı. Ve direniş böyle gelişti. Ve Dêrsim halkı inisiyatifini alarak böyle bir süreci geliştirdi.
Şunu ifade etmek gerekiyor ki gasp edilen bir belediye ama bu halk hiçbir zaman var olan kimliğine, var olan değer yargılarına saldırılmasına yani o alanlara dokunulduğunda cevabını da rahatlıkla verebiliyor. Bugün yaşadığımız şey de o dokunduğu değerlerin neye tekabül edeceğini ve kayyumun nelere dokunabileceğini görmesiydi.
- Polis sizi gözaltına almak istedi ama halk izin vermedi. Gözaltı gerekçesi ise sizin sözleriniz oldu. O sözlerde rahatsız eden neydi de bu kadar acele ettiler?
Şöyle ki biz bir hakikati dile getirdik ve onu dile getirmekten de hiçbir güç bizi alıkoyamaz. Var olan bir gerçeklik var. Dünya gerçekliği var. Hatta bir dönem Cumhurbaşkanı’nın kalkıp bu halka karşı özür borcunun olduğu bir yerden tuttum ben.
Bunu sadece yüksek sesle dile getirdim ve bunu yüksek sesle dile getirmekten de geri adım atmayacağım. Ancak belli yapıları bu çok rahatsız etmiş olmalı ki, bir manipülasyon ve provokasyon yaratılmak istendi. Birçok hesap hedef gösterdi.
Hedef haline getirilmemizin özündeyse kadın kimliği, kadın direnişi yatıyor çünkü bir kadının sesini yükseltmesi, onların kadın tanımı bellidir evinde oturan makul kadın olarak.
Evinde oturan, yemeğini yapan, çocuklarına bakan ama orada direniş gösteren kadın kimliği var ve bununla beraber onunla direnen kadınlar var. Ama bu direniş bir anlayışa karşı bir mücadele, bir sisteme karşı mücadele ve haklı, meşru bir mücadele.
Şöyle düşünün, evinizde oturuyorsunuz. Yıllardır emek vermişsiniz, çalışmışsınız, çabalamışsınız ve biri geliyor sizi oradan çıkarıyor.
Sizin cevabınız ne olacaktır, Dêrsim halkının da cevabı tam da oydu. Yani her defasında indirilen kayyum balyozunu tutanlara karşı halk ciddi anlamda direnişle cevap vermiş dolu.
- Kayyım atandığı günün gecesinde direnişe kadınların öncülük ettiğini gördük. Partinizin önemle üzerinde durduğu kadın bakış açısı geçmişten beri kentte güçlü hissediliyor. Kadınların öncülük ettiği mücadeleye ve geleneğe ilişkin neler söylemek istersiniz?
Dêrsim kadınının, Bese’lerden, Zarife’lerden, Aysel Doğan’lardan almış olduğu bir direniş geleneği var. Dêrsim kadının direnişi boyutuyla geldiği noktada tarihsel bir süreci var.
Peki, siyasi boyutu nedir? Biliyorsunuz ki iki dönem belediye başkanlığımız, kadın arkadaşımız vardı. Yine bir kadın temsiliyeti söz konusuydu ancak kayyımla baltaladılar. Dêrsim’de daha çok kadın kazanımlarına yönelik saldırılar, yani kadınlar hedef haline getirildi. Son zamanlarda özel savaş politikalarıyla kadın aktivistlere yönelik ciddi saldırılar var.
Kentin bir de Gülistan Doku gerçekliği var. Yani yıllardır bulunamıyor. Dahası bulunmak istenmiyor. Bu bir mesajdır. Burada kadın kimliklerine, kadın mücadelesine, kadın politikalarına yönelik bir saldırı var.
Bu bahsettiğimiz o özel harp politikalarının bir de asimilasyon yönü var. Asimilasyon politikaları yoğun bir şekilde uygulansa da Dêrsim’in bir çizgisi var. Siz o çizgiyi geçtiğinizde size dur demesini de biliyor. O gün açığa çıkan da aslında o çizgiyi geçmeleriydi.
O çizgi neydi? Halkın iradesiydi. Dêrsim’i AKP-MHP bloku hiçbir zaman seçiminle alamaz ki. Almış olduğu oy oranı ortada. Şimdi bu oy oranıyla mümkün değil Dêrsim’de bir temsiliyet kurması. Kadın politikaları bellidir. Dêrsim kimliğinin kadın politikalarına yaklaşımı bellidir. Haliyle o günkü direnişte ve kadının öncülüğünde olması, kadın direnişinin açığa çıkması da kadınların, o AKP’nin yıllardır kadınlar üzerinde yürütmüş olduğu sistematik saldırılara bir cevabıydı.
İstanbul’un göbeğinde iki kadın katledildi. Bura da katledildi. Kadın arkadaşımız Gülistan kaybedildi. Daha Gülistan’ı bulamazken Rojin çıktı. Şimdi siz bunları bastırırsanız bir çıkış noktası olmak zorundadır. O günkü direnişte kadınlar kazanımlarına sahip çıktı. Kayyım eşbaşkanlık sistemine saldırdı. O günkü direniş, kadınların kadın katliamlarına karşı da ortaya koyduğu bir direnişti.
- Devletin Dêrsim’le alıp veremediği nedir yüz yıllardır?
Dêrsim’in bir hakikati var. Yani her saldırı anında da onu kendine bir anımsatıyor. Travmaları olan bir kent. Söz kurarken 38 travmasından bahsettik. Göç ettirildi. Kayyım sürecini yaşıyoruz. Çıkan olaylarda yaşamını yitirenler var. O gerçekliği aynı şekilde kayyım sürecinde de yaşıyor.
Niye yaşıyor? O süreçte işten çıkarılan arkadaşlarımız, göç etmek zorunda olanlar, aile parçalanmalarına neden olundu. Dolayısıyla devlet travmayı yaşatmayı seviyor bu halka. Direniş var. Kendiniz gördünüz yani bir kadın kimliği var, gençlik kimliği var. Direniş ruhu var. Bir tarihsel hafızası var. Bir Alevi kimliği var. Bir Kürt kimliği var. Şimdi bu kadar kimliğin bir arada olmasa tabii ki sistemin bir hedefi haline gelecektir.
Dêrsim’de üzerinde ciddi anlamda bir asimilasyon politikası yürüttüğünü görmemek mümkün değil. Mesela Kürdistan’ın birçok yerinde bir tepki oldu ama hani Dêrsim olunca bir başka bir etkisi de oluyor. Çünkü bu kadar devletin saldırdığı üzerine bu kadar oynadığı bir kentteki bir direnişin, bir kıvılcımın çok daha büyük bir etkisi ve morali oluyor.
- Bu etkiyi neye bağlıyorsunuz?
Evet, Dêrsim kendisi küçük. Ama etkisi büyük bir kent. Biz Dêrsim’i tanımlarken daha önce de ifade etmiştik. Dêrsim dört dağ içinde ama Dêrsim çok dert içinde. Sarılmamış yaraları var. Ve bu sarılmamış yaraları her seferinde kanıyor. Ve dünyadaki de birçok kentteki etkisi de açığa çıkıyor.
Çünkü sürgün edilmiş. Yurt dışında biz her seferinde sürgünde tabutları karşılıyoruz. Şimdi bu kadar siz her seferinde bir yarayı açarsanız o yara kanadıkça o yaranın acısı da büyüyecektir. Ve bir ruh ortaya çıkacaktır. Ve o acı sürekli taze kalacaktır. Dêrsim’deki de yaşanan bu olaylara verilen tepki de o acının sürekliliği ve tazeliği. Ve diriliğidir.
- Bundan sonra ne olacak? Bir şekilde size verilen bu ‘ev hapsi’ ile de sizi alandan uzaklaştırmak istediler. Neler söylemek istersiniz?
Kimsenin kuşkusu olmasın biz bunu kabul etmiyoruz. Dêrsim halkının mücadelesi belediyeyle sınırlı bir mücadele değil. Evet bir alan. Bir kazanım. Ama Dêrsim Belediyesi’nin belediye eşbaşkanları bellidir. Yerinde ve mücadelenin içerisindedir.
Dolayısıyla o mekânsal işgalin o alanın işgalinin çok da bir karşılığı yok Dêrsim için. Dolayısıyla Dêrsim halkı yine mücadelesinde kaldığı yerden devam edecektir. Yine kazanımlarını koruyacak ve her şekilde bu yanlışlıklara da dur demesi gereken zamanlara dur diyecektir.
Dêrsim halkını ben Xizira emanet ediyorum. Düzgün babaya emanet ediyorum. Ana Fatma’ya emanet ediyorum. Bizlerin o değerleri var oldukça Dêrsim halkının o direnişi daha güçlü olacak. Ve daha güçlü bir şekilde koruyacak ve kollayacaktır.
- Son olarak neler söylemek istersiniz?
Hukuk ve adalet herkes içindir. Sadece benim için değildir. Biliyorsunuz ki bir dönem belli alanlarda belli kişilerin elindeydi. Siyasi mekanizmaların belli cemaatlerin elindeydi. Böyle ifade edelim. Her şey onlar için bütün kapılar böyle açılırdı. Alan açılırdı onlara.
Sistemin her şeyi onlar için, lüks bir alan açılıyordu… Gelinen noktada süreci hepimiz çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla bu hak ve hukuk meselesi sadece DEM belediye eşbaşkanları için değil herkese bir gün lazım olacaktır.
Dolayısıyla benim bir eğitimci olarak ve mesleğimde de öğrencilerime, ifade etmek istediğim şey bu olacaktır.
Eğitim emekçisi bir öğretmen olan Birsen Orhan, yüksek lisans öğrencisi ve gazeteci de aynı zamanda. Bir dönem editörlük de yapan Birsen Orhan, yan flütün yanı sıra “Dêrsimli olmanın gereği” diyerek bağlama çaldığını da gülümseyerek ifade diyor. DEM Parti’nin genç eşbaşkanlarından biri olarak halkı ve hakkı için direnmeye devam ediyor.