PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için 200 gün süren açlık grevi eylemlerinin bitirilmesinin yıl dönümü bugün. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, ‘Öcalan’ın özgürlüğü için çaba sarf etmeliyiz’ dedi
Elif Aydoğmuş
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 1999 yılında uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildikten sonra İmralı Cezaevi’nde Ağır tecrit altında tutuldu. Öcalan dönem dönem ailesi ve avukatları ile görüştürülse de 2011 yılından 2 Mayıs 2019 yılına kadar avukatları ile görüştürülmedi. Her tutuklu ve hükümlüye tanınan telefon hakkı da Öcalan’a tanınmadı. Uluslararası hukukta da yeri olmayan bu uygulamalar cezaevlerinde ve dışarda yapılan çeşitli eylemlerle defalarca kez protesto edildi. En son, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, 8 Kasım 2018’de tutuklu bulunduğu Diyarbakır Cezaevi’nde tarihi bir sorumluluk alarak PKK Lideri Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için açlık grevi eylemine başladı. Güven’in eylemi devam ederken, 16 Aralık 2018’de 300’e yakın tutuklu da süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemine dahil oldu. Ardından 1 Mart 2019’da tüm cezaevlerinde yaklaşık 7 bin tutuklunun katıldığı açlık grevi eylemleri dünyanın birinci gündemi haline geldi.
Oluşan toplumsal baskı sonucu PKK Lideri Abdullah Öcalan 8 yıl aradan sonra ilk defa 2 Mayıs 2019’da avukatlarıyla görüştü. 22 Mayıs, 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos tarihlerinde de Asrın Hukuk Bürosu avukatları Newroz Uysal ve Rezan Sarıca İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. 7 Ağustos 2019 tarihinden bu yana ise avukatların görüşme başvurularına olumlu ya da olumsuz herhangi bir yanıt verilmiyor.
Açlık grevi eylemlerinin son bulmasının birinci yıl dönümünde söz konusu süreci, İmralı’dan gelen mesajların sürece katkısını ve ulusal birliğin önemini eylemlerin sembol isimlerinden DTK Eşbaşkanı ve HDP milletvekili Leyla Güven gazetemize değerlendirdi.
‘Tarih misyon yüklenmemi istiyordu’
Güven, Kürt siyasetçileri olarak çalışmalarında, her fırsatta PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda büyük bir şans olduğunu anlattıklarını ifade ediyor. Öcalan’ın tüm Ortadoğu ve dünya halkları üzerinde yoğun bir etkiye sahip olduğunun her fırsatta altını çizdiklerini söyleyen Güven, açlık grevi eylemine başlama nedenini şöyle açıklıyor: “Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümüne ve Ortadoğu’da yaşanan sorunlara katkısını anlatan çeşitli açıklamalar, eylemler yaptıysak da tecrit ağırlaşarak devam etti. Tutuklandığım süreçte cezaevinde dışardaki gelişmeleri ve kendi pratiğimi daha net görebiliyordum. Diyarbakır Cezaevi de tüm işkencelere rağmen 80’lerden bu yana asla boyun eğmeyen iradenin açığa çıktığı bir yer. Böyle bir yerde yoğunlaşma da farklı oluyor. Ve tarih benden bir misyon yüklenmemi istiyordu. Her alanda şimdiye kadar hep gençler öncülük etti ve ben bu defa gençlere bırakmayacağım diyerek, bir Kürt kadını, bir anne ve DTK Eşbaşkanı olarak bu eylemi başlattım.”
‘Saralar güç veriyordu’
Güven, eylemi kendi içinde örgütlemeye başladığı dönemde cezaevinde ya da dışarda bulunan hiç kimseyle paylaşmadığını özellikle belirtiyor. 7 Kasım 2018’de çıkarıldığı mahkemede açlık grevine başlama kararını açıklayan Güven, “Kürt halkı adına ben seçilmiş bir Milletvekili olarak yaşamımı feda etsem bile gözüme görünen bir şey yok dedim ve 8 Kasım 2018’de eyleme başladım” diyor.
Eyleminin 79 gününü cezaevinde geçiren Güven, 25 Ocak 2019’da tahliye edildi. Tahliyesinin kendisine kötü bir sürpriz olduğunu belirten Güven, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Cezaevinden çıktığımda sudan çıkmış balığa döndüm. Çünkü ben her gece Cezaevi duvarları içerisinden Kemallerin, Hayrilerin ve Saraların bana doğru geldiğini ve ‘heval nasılsın’ dediğini duyuyor ve görüyordum. Tüm maneviyatı bana inanılmaz güç veriyordu. Dışarda ilk 10 gün çok zorlandım, zorlandıkça fiziki olarak da bir çöküntü yaşıyordum.” Güven eylemin cezaevleri başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmasının da kendisine ayrı bir sorumluluk yüklediğini ifade ederek, “Dışardaki motivasyonum bu oldu” diye belirtiyor.
‘Dayanışma umut veriyordu’
Eylem sürecinde kendisini ziyaret eden, siyasetçi, başsavcı ve daha birçoğu tarafından söylenen sözün, “Sonuç alamayacaksın çünkü devlet çok kararlı ve adım atmayacak” yönünde olduğunu dile getiren Güven, şöyle devam ediyor: “Bu fikir çok yaygındı. Ama diğer taraftan basını takip ettiğimde de 50 Nobel ödüllü aydının bu konudaki açıklaması, dünya parlamenterlerinden gelen destek açıklamaları, Arjantin’den Nora annenin, Filistin’den Leyla Xalidin gelişi gibi birçok anlamlı açıklama ve ziyaret sonuç alacağımız umudunu veriyordu. Ama açıkçası bu sonucu görebileceğimi de düşünmüyordum.”
İlk mesajı 12 Ocak’ta gönderdi
Eylemler 16 Aralık 2018’de cezaevlerinde 300’ün üzerinde tutuklunun da katılmasıyla giderek yaygınlaşıyordu. Tüm bunlarla beraber iktidar ne yapacağını bilmez halde eylemlerin son bulması için 3 yılın ardından ilk defa 12 Ocak 2019’da Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gitmesini sağladı. Güven, bu ziyaretin sonrasını şöyle açıklıyor: “Daha avukatlar gelmeden, Cumhuriyet Başsavcısı geldi cezaevine. ‘Nasılsınız Leyla hanım’ diyerek durumumu sordu. ‘Eylemi bırakmıyor musunuz?’ deyince, ben ‘ne oldu ki tecrit mi kalktı’ diye sordum? Cevap vermedi. Sonra avukatlar geldi, Sayın Öcalan ile görüştüklerini ve kendisinin ‘Tecrit devam ediyor. Ama keşke böyle yapmasalardı. Ölmeden sonuç almaya çalışsınlar. Kendilerini korusunlar’ dediğini ilettiler. 8 yıldır gerçekleşmeyen avukat görüşü sağlanmalı diyerek kendi adıma açıklama yaptım ve ‘eylemi bırakmıyorum’ dedim. Ardından eylemde olan tutuklular da aynı minvalde açıklama yapmış.”
8 yıl sonra ilk defa 2 Mayıs’ta…
1 Mart 2019’da eylem tüm cezaevlerine yayıldı ve yaklaşık 7 bin tutuklu açlık grevine başladı. 18 Mart 2019’da Zülküf Gezen, Tekirdağ 2 No’lu cezaevinde tecridi protesto etmek amacıyla yaşamına son verdi. Ölümlerin de yaşanmasıyla beraber çocukları açlık grevinde olan anneler Gebze Cezaevi önünde eyleme başladı. Polisin annelere saldırması adeta infiale neden oldu. Anneler tüm saldırılara karşı direnerek tarihe ‘Beyaz Tülbentliler’ olarak adını yazdırdı. 30 Nisan 2019’da da 15 tutuklu ölüm orucu eylemini başlattı. Dünyanın hemen her yerinde ve her kesimden dayanışma amaçlı eylemler de artıyordu.
Sonra 2 Mayıs 2019’da 8 yılın ardından ilk defa avukatlar İmralı’ya giderek PKK Lideri Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. Öcalan bu görüşmede avukatları aracılığıyla Kürt sorununun demokratik çözümüne ve Ortadoğu’daki krizin çözümüne dair 7 maddelik deklarasyon yayınladı. Öcalan şu mesajı verdi: “Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz. Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirttiğimiz ifade tarzını daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır. Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.”
Güven bu tarihte yapılan görüşmeyi de şöyle anlatıyor: “Çok ciddi toplumsal baskının oluştuğu dönemdi. Açlık grevi eylemleri artık bir kervana dönüşmüştü. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendini Osmanlı oyunlarıyla bezetmiş bir devlettir. Dolayısıyla sorduk ‘avukat yasağı kalktı mı’ diye. ‘Adalet Bakanı çıkıp 82 milyona karşı avukat yasağını kaldırdık diyecek ve ancak o zaman eylemi bırakırım’ dedim. Tutuklular bırakmayacaklarına dair açıklama yapmıştı. O görüşmede de biz eylemi bırakmadık.”
8 yıllık avukat yasağını itiraf ettiler
Açlık grevi eylemleri sürerken 10 Mayıs 2019’da 15 tutuklu daha ölüm orucu eylemi başlattığını duyurdu. Tutuklular eylemi sürdürmekte bir kez daha kararlı olduklarını bu şekilde kamuoyuna deklere etti. 16 Mayıs 2019’da Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Öcalan üzerindeki avukat yasağının kaldırıldığına ilişkin bir açıklama yaparak şöyle diyordu: “Daha önce verilen kısıtlama kararları söz konusuydu. Bu kısıtlama kararları kaldırıldı ve görüşme imkanı getirildi. Hukuken bu konudaki engeller kalktıktan sonra avukatının görüşme imkanı da hukuken söz konusu olmuştur. ”Güven, Adalet Bakanı’nın bu açıklamasıyla, 8 yıl boyunca çeşitli gerekçelerle görüşmeleri engellenen avukatların aslında yasak olduğu için İmralı’ya gidemediklerini itiraf ettiklerini söylüyor.
Siyasetin önünü açan perspektif
22 Mayıs 2019’da Öcalan ile avukatları arasında bir görüşme daha gerçekleşti. Görüşme detayları ise 26 Mayıs’ta Asrın Hukuk Bürosu avukatları tarafından yapılan basın toplantısıyla kamuoyuna aktarıldı. Öcalan bu görüşmede de açlık grevlerinin son bulması yönünde mesajını gönderdi. Güven, açlık grevini bu görüşmenin ardından bırakma kararını şöyle anlatıyor: “Artık 6 ayı geride bırakan bir eylemdi. Cezaevlerinde tecridi protesto etmek amacıyla 7 kişi yaşamına son vermişti. Bu beni kaygılandırdı. 1999’da Sayın Öcalan komplo ile Türkiye’ye getirildiğinde bedenini ateşe verenleri halk durduramıyordu. Ve bu eylemlerin de önüne geçilemeyeceğini düşündüm. Sayın Öcalan’da bırakın demişken ve siyasetin önünü açan bir perspektif göndermişken biz bunu burada bırakalım dedik.”
Kazanımlar AKP’ye dert oldu
Güven 7 Ağustos 2019’dan bu yana yeniden avukatların İmralı ile görüşmelerinin engellendiğini söylüyor ve ekliyor: “İmralı sistemini 99’dan günümüze bütünlüklü ele almazsak eksik kalır. 21 yıllık sürecin 18 yılı AKP ile geçti. O süreçten bugüne devlet bir konsept geliştirdi. Sayın Öcalan’ın Kürt sorunu konusunda yaklaşımını, kabulünürlüğünü bütün detaylarıyla bilmek için askeri, siyasi ve uluslararası heyetler gönderdi İmralı’ya. Sayın Öcalan’ın ülke bütünlüğü içerisinde sorunun demokratik Cumhuriyetle sonuçlanabileceği gibi bir yaklaşımı var. Gelinen aşamada en son 2015’te HDP ile birlikte demokratik siyaset zirveye ulaştı. Baraj altında bırakılması için elinden geleni yapsalar da HDP yüzde 13 oy alarak 80 vekil ile parlamentoya geldi. Diğer yanda ise Kürtler Rojava’da büyük bir kazanım elde etti. Tüm bunlar AKP’ye dert oldu. AKP bunu bir kan davasına çevirdi. Dolayısıyla Sayın Öcalan üzerindeki tecridi ağırlaştırırken Kürt siyasetine yönelik saldırıları da giderek arttırıyor.”
‘Öcalan artık tutsak edilemez’
Güven taleplerinin İmralı tecridinin kaldırılmasından ziyade Öcalan’ın özgürlüğü olduğunu söyleyerek, “Gelinen noktada Kürt sorununun demokratik çözümünde önemli ölçüde emek sarf eden, savaşı durdurmak, kanı durdurmak için mücadele eden Sayın Öcalan’ın artık tutsak olmaması gerekiyor. Buradan çıkarılması gerekiyor. Bu yaklaşım ne hukuken ne siyaseten ne ahlaken doğru değil. İnsanların ekmek kadar ihtiyaç duyduğu toplumsal kalıcı bir barışa katkı sunacak bir insan İmralı’da tutsak edilemez” diyor. Hükümetin, Öcalan’ın özgürlüğüne ilişkin ciddi adımlar atması gerektiğini vurgulayan Güven, “Biz artık Sayın Öcalan’ın halkının arasında bir siyaset gerçekleştirmesi gerektiğini biliyoruz” diye belirtiyor.
Kürt halkının çabasına bağlı
Güven 2019’da tecridin kaldırılması için yaşamını yitirenleri bir kez daha hatırlatarak, “Onların eylemleri olmasaydı belki bu sonucu alamazdık. Tecridin tamamen ortadan kalkması ve sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması Kürt halkının ortaya koyacağı çabaya bağlı. Bu çabayı sürdürmeyi son derece önemli buluyoruz” diyerek Kürt halkına da bir çağrıda bulunuyor.
‘AKP’nin hanesine bir suç daha’
Adalet Bakanı avukat yasağı kalktı dediği halde neredeyse bir yıldır avukatların başvurularına hiçbir yanıt verilmediği gibi, 27 Nisan’da koronavirüs nedeniyle Öcalan ile beraber İmralı’da bulunan tutuklular aileleriyle ilk defa telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Telefon görüşmesinin Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla gerçekleşmiş olması ise yoğun tepkilere neden olmuştu. Güven bu konuda ise şunları söylüyor: “Sayın Öcalan 21 yıldır telefon hakkından mahrum bırakıldı. 21 yıl sonra gerçekleşen görüşme ise savcılıkta yapılıyor. Bu hangi yasada yer alıyor? Bu sorunun cevabı yok. Bunun cevabı kocaman bir anayasal suç. AKP’nin hanesine yazılan bir suç.”
Öcalan sınırlı süredeki telefon görüşmesinde Türkiye’nin, Maxmur ve Zini Werte bölgesine yönelik bombardımanına ve ardından KDP’nin bu bölgeye yığınak yapmasına ilişkin konuşarak acil bir şekilde ulusal birliğin oluşturulması mesajını vermişti. 1982’de KDP, YNK ve PKK’nin imzasıyla yapılan protokolü hatırlatan Öcalan’ın mesajına ilişkin de konuşan Güven, “Aslında bu mesaj 2013’te Sayın Barzani’ye gönderdiği mektubun içeriğine dönük bir hatırlatmadır. Onu tekrar vurguluyor ve diyor ki: ‘1982’de imzalanan protokole uygun davranın’ Öcalan’ın mesajı çok açık” diyor.
Öcalan AKP’nin hesaplarını biliyor
Güven, “Federe Kürdistan ve Rojava’da ki kazanımlara müdahaleler var” diyerek şöyle devam ediyor: “Başta DAİŞ olmak üzere birçok kesimden işgal girişimleri, katliam ve yok etme var. Tehlike büyük. Kürtler sadece bir parçanın güvenliğiyle uğraşırsa yanılır. Sayın Öcalan’ın dediği de tam da bu. Bir diğer şey ise 2023’te Lozan’ın 100. yılı. Erdoğan yıllardır 2023’e dikkat çekiyor. Sayın Öcalan AKP’nin 2023’teki hesaplarını biliyor. Öcalan, AKP’nin Rojava’ya Arapları yerleştirerek demografya değişimi yapıp ÖSO çeteleri öncülüğünde hüküm sürmeyi hedeflediğini, Başur’da özellikle ekonomik ilişkileriyle hesaplarını yerine getirmeyi hedeflediğini biliyor. Bunların hepsini Sayın Öcalan öngördüğü için acil çağrı yapıyor.”
Güven, “Ortaya çıkan bütün imkanlara rağmen ulusal birliği sağlayamadık” diyerek, bir de özeleştiri veriyor. ABD, Rusya, Irak, İran ve Türkiye’nin Kürt birliğinin sağlanamamasından cesaretle Kürtlerin yaşadıkları alanlara girdiklerini söyleyen Güven, “Biz bütün bu oyunlara rağmen birliğimizi sağlayabilmeliyiz” diyor.
‘Kürtlere diz çöktüremediler’
Güven son olarak AKP’nin Kürt düşmanlığına devam ettiğine vurgu yapıyor ve ekliyor: “AKP 18 yılda elinden geleni ardına koymadı. Dersim, Zilan gibi katliamların hepsini günümüzde Roboski ile Cizre bodrumlarıyla canlandırdı. Buna rağmen Kürtlere diz çöktüremediler. Başta siyasi tutsaklar olmak üzere tüm halkımıza sözümüzdür, bu yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacak. Tüm parçalarda Kürtler kendi statülerini alacaklar.”
8 kişi yaşamını yitirmişti
Tekirdağ Cezaevi’nde Zülküf Gezen, Gebze Kadın Cezaevi’nde Ayten Beçet, Oltu T Tipi Cezaevi’nde Zehra Sağlam, Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde Medya Çınar, Elazığ Cezaevi’nde Mahsun Pamay, Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde Yonca Akici ve Osmaniye Cezaevi’nde Siraç Yüksek açlık grevi eylemleri devam ederken tecridi protesto etmek amacıyla yaşamına son verdi. Cezaevleri dışında bir de Almanya’nın Krefeld kentinde, Uğur Şakar isimli yurttaş mahkeme önünde kendini yaktı. Hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan Şakar 22 Mart’ta yaşamını yitirmişti.