Birleşik mücadele iki temel üzerinde gelişebilir; tüm direnişleri ortaklaştırmak ve devletin baskı aracına dönüşen unsurların korkularını yıkmak
Herdem Fırat
Türkiye’de neredeyse her gün yeni bir alanda çıkarılan yasalara karşı protesto gösterilerine tanık oluyoruz. Fabrikalarda işten çıkarılmalara karşı işçi direnişleri, doğa talanına karşı köylülerin, ekolojistlerin direnişleri, erkek şiddetine ve katliamına karşı kadın direnişi, emek sömürüsüne karşı emekçilerin direnişi, Aleviliği devlet tekeline almaya karşı Alevilerin direnişi… Tüm bunların hepsini de içine alan Kürt özgürlük hareketinin her türlü baskı ve zora karşı topyekün direnişi. Bununla kalmıyor. tutsak ailelerin Adalet Nöbeti, Emine Ana’nın tükenmeyen adalet mücadelesi, Gezi Direnişi’nden dolayı tutuklananların bırakılması için başlatılan Adalet Nöbeti, kayıplar bulunsun failler yargılansın eylemleri, Cumartesi Anneleri’nin direnişi, F Oturumu eylemi… Direniş ve eylemler uzadıkça uzuyor. Lakin faşizm halen varlığını sürdürüyor.
Ülke gündemine bakıldığında her yerde direniş ve adalet arayışlarını görmek mümkün. Bu direnişleri bastırmak için devlet de boş durmuyor. Kimyasal silah dahil her türlü fiziki-biyolojik imha araçlarını kullanmaktan tutalım da istediği algıyı oluşturmak için sansür yasaları çıkartmaya kadar her türlü yolu deniyor. Kimyasal silah kullanımı araştırılsın diyen Ş. K. Fincancı’yı tutuklattı, akabinde bunu haber yapan özgür basın çalışanlarını da tutuklattı. Yani faşizm sadece konuşmayın demiyor, konuşanları haber yapmayın da diyor. Yine de direniş sürüyor. Direniş sürüyor ama özlenen günler de gerçekleşmiyor. Belli ki özlenen günlerin gelmesi için daha güçlü bir direnişe ihtiyaç var.
Çarlık Rusya’sı döneminde çarın zulmüne ve baskısına karşı tüm hareketler güç birliği yaptılar. Anarşistinden tutun sosyalistine, sosyal demokratından tutun komünistine kadar tüm hareket ve örgütler birleşti. Bunun sonucunda aslında devrim gerçekleşti. Yani o dönem Çar’dan rahatsız olan kim varsa ortak mücadelede buluştu. Önümüzde bunca direniş mirası ve deneyimi varken neden hala faşizm varlığını devam ediyor?
Türkiye Cumhuriyeti Türklük üzerine inşa edilirken sadece ulus olarak Türk kavramı üzerinden gelişmedi, aynı zamanda başka unsurlar da resmi ideolojinin vazgeçilmezleri arasında yer aldı. Mesela dini İslam olmasının yanında resmi olarak kabul edilen Sünniliktir, her ne kadar kadına seçme hakkı tanınmışsa da resmi olarak muhatap alınan erkektir, her ne kadar Türklük üst kimliktir denilse de alt kimlik yoktur, tek kimlik vardır… Yani devletin resmi olarak kabul ettiği kültürel, dini, etnik kodlar vardır. Direnişlere bu kodların penceresinden bakıldığı için istenilen şey ortaya çıkmıyor. Eğer bir yerde direnişin içinde Kürtler yer alıyorsa, ‘He tamam bunlar zaten bölücülük yapıyorlar’ deniliyor. Bir fabrika işçisinin yanında sol-sosyalistler yer alıyorsa, ‘Bunun içinde dış güçlerin parmağı var’ deniliyor. Kadınlar ‘Kadın cinayetleri politiktir, erkek egemen sisteme hayır’ dediklerinde ‘He, zaten bunlar aile kurumunu ortadan kaldırmak istiyorlar’ deniliyor. Aleviler haksızlığa karşı çıkınca ‘Zaten bunlar Müslüman değiller, dinimizi parçalamak istiyorlar’ deniliyor. Yani direnişin içeriğine, amacına bakmadan verili kodlarla karşı çıkma var. Bunda en büyük pay da kendilerini muhalif olarak tanıtan partilerindir. Şu anda AKP-MHP’nin iktidarda olmasının en büyük sebebi CHP ve İYİP’tir. Her iki parti de gelinen noktada devletin resmi ideolojisinin kabul ettiği kodların dışına çıkmıyor. Aynı yolda siyaset yapıyorlar.
Direnişlerin meşruluğu ve yasallığı bu kodlara göre belirleniyor. Bu yaklaşım dün de böyleydi bugün de böyle. Bir yere kadar bunu anlamak mümkün ama anlam verilemeyen şu: direnişçiler neden güçlerini birleştirmiyor? Her ne kadar kimlikleri, inançları, aidiyetleri, renkleri, kültürleri ayrı olsa da tüm direnişlerin talebi ortak bir noktada buluşuyor: Adalet ve özgürlük. Kadınların da talebi adalet ve özgürlüktür, emekçinin de Kürt’ün de Alevi’nin de talebi adalet ve özgürlüktür. O halde faşizmi yenmenin yolu da belli oluyor. Adalet ve özgürlük talebiyle birleşik mücadele yürüterek ancak bu köhnemiş zihniyetten kurtulabiliriz. Adalet ve özgürlük sadece direnenler için değil aynı zamanda devletin elinde kullanma aracına dönüşen Sünnilik, Türklük, ailecilik, vatancılık, bayrakçılık gibi değerlerin de korunma garantisidir. Kürtler, Ermeniler, Asuriler, Çerkesler özgürce yaşadıklarında Türkler için bir tehlike olmaktan çıkarlar, Aleviler özgürce yaşadıklarında Sünniler için tehlike olmaktan çıkarlar, kadınlar özgürce yaşadıklarında erkekler de özgürleşir. (Gerçekte tehlike olan Sünnilik, Türklük ve aileciliktir ancak onlar diğerlerini tehlike olarak gördükleri için böyle ifade ediyorum.)
Birleşik mücadele iki temel üzerinde gelişebilir; tüm direnişleri ortaklaştırmak ve devletin baskı aracına dönüşen unsurların korkularını yıkmak. Öğrenciler özgür bir üniversite istiyorlarsa; işçiler-emekçiler eşit ve insanca bir yaşam istiyorlarsa; Aleviler gerçek anlamda laik bir anayasa istiyorlarsa; kadınlar adil-özgür bir yaşam istiyorlarsa; Kürtler varlıklarını garanti altına alan demokratik bir anayasa istiyorlarsa, birleşik mücadelede yerlerini almalılar.