Heredotos’un anlattığı rivayetlerden biri dil hakkındadır.
Şöyledir; “Bir zamanlar Mısırlılar kendilerini dünyanın ilk insanları sayıyorlarmış, Psammetikos’a kadar. O kral olduğunda ilk insanların kimler olduğu merakına düşmüş ve bakın merakını nasıl gidermiş: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk vermiş, bunlar ağıla konacak ve yanlarında kimse ağzını açıp tek söz söylemeyecek; tek bir ses dahi duymayadan büyütüleceklermiş. Psammetikos’un böyle yapmasının ve bu emri vermesinin amacı çocukların ciyaklamalar çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamakmış. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban kapıyı açıp içeri girmiş, önünde diz üstü duran iki çocuk, ellerini uzatarak, ‘Bekos!’ diye bağırmışlar. Çoban durumu hemen Psammetikos’a bildirmiş. O da sözcüğü kendi kulağıyla duyduktan sonra, herhangi bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını araştırmaya koyulmuş. Araya taraya Phrygialıların ekmeğe bekos dediklerini öğrenmiş. Böylece Mısırlılar, Phrygialıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf etmişler.”
Tek bir sözcük Mısırlı Psammetikos’a yetmiş ve Phrygialıların kendilerinden eski olduklarını kabul etmesi için yeterli olmuş.
Bu hikâyeyi hatırlama sebebim pazar günü (23 Ağustos 2020) okuduğum bir röportaj oldu.
Bu röportaja geçmeden önce, iki hafta kadar önceki bir haberi vereyim:
“Hareketa Zimanê Kurdî (Kürd Dil Hareketi) kuruluyor. ‘Her Kürt doğal bir Kürt Dil Hareketi Üyesidir’ sloganıyla yola çıkan HezKurd, siyaset üstü bir tavır takınarak tüm ideolojilerden ve şiddetten uzak demokratik kanallarla Kürtçeye yönelik talepleri dile getirecek. Kürt Dil Hareketi yöneticilerinden Barij Celali, “Son dönemde Kürtçe üzerindeki baskı ve yasakların artması, asimilasyonun vardığı yıkıcı boyutlardan duyulan rahatsızlık Kürt Dil Hareketi’i fikrini ateşledi” dedi. Barij Celali, ideolojik takıntısı olmayan, şiddetin her türlüsünü reddeden, demokrat ve sivil bir hareket olduklarını belirtiyor: “Bu bir hak ve onur davasıdır. Kendin olma, sana ait olanı alma istek ve kararlılığıdır. Bu temelde Türkiye’deki mevcut yasalarla ve yerel yönetimler yasası ile dahi birçok şey halledilebilir.”
Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla insanlar ilgilendi, paylaştılar bu haberi. Kürtçe’ye dair her çalışma genel olarak destek görüyor, şimdiye kadar sayısız çalışma başladı ve bazıları yarıda kaldı, bazıları yürümedi bazıları da yoğun baskıya maruz kaldı.
Yukarıda paylaştığım haber alıntısı kısmında bana sıkıntılı gelen bazı noktalar var. Hangi dil kastedildi bilmiyorum ama Kürtçe siyaset üstü bir konu değil, siyasetin tam ortasında bir meseledir. Bir kere bunu kabul edelim. İkincisi, ‘şiddetten uzak’ derken, şimdiye kadar Kürtçe üzerindeki baskıların kalkmasını isteyen oluşum, dernek ve vakıflardan kim, hangisi şiddeti kullandı? Açıktır ki burada KÖH ima ediliyor. Üçüncüsü, ‘Son dönemde Kürtçe üzerindeki baskıların artması’ denmiş. Kürt diline kendini adayacak bir hareketin söyleyeceği şey mi bu bilmiyorum! Demek ki son zamanlarda dil üzerinde baskılar artmış. Estağfurullah, ne artması… Dördüncüsü, ‘ideolojik takıntısı’ olmayan denmiş ve dile içkin etki-tepki bağlamından kopartılarak apolitik bir sahneye çekilmiş. Şayet Kürtçe dilinin yasaklı ve söylendiği gibi ‘asimilasyonun vardığı yıkıcı boyutlardan’ geçiyorsa bu baskıların son bulmasını talep etmek, bir etkide bulunmak son derece siyasaldır. Ortada bir yasak var! Bu yasak oluşun sebebi de hakeza siyasi bir konu olması…
O halde konu neden bulandırılıyor? Onun cevabı da bahsettiğim pazar günkü röportajda var.
Independent Türkçe’ye hareketin amaç ve perspektifini Barij Celali şöyle anlatıyor:
“Sayın Cumhurbaşkanı bir keresinde şunu dile getirmişti: ‘Dilini kaybeden bir toplumun, diğer bütün değerleri de kaybolur.’ İşte biz bu hakikat ışığında böyle bir hareketi kurma kararı aldık. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da dillendirdiği değerlerimizi kaybetmemek için.”
Gerçekten inanılmaz! İnsan cümleyi üç kez okumasa, ilk etapta Kürtçe’ye en büyük düşmanlığı besleyen, yasaklayan, bu dile dair tüm kurumları kapatan kararları alan ve altına imza atan AKP başkanı ve CB’nın söylemi üzerine ‘Kürtçe dil hareketini’ kurduğunu açıklıyor anlamı çıkıyor. Bunca şey içinde CB’nin sözünün referens verilmesi zaten başlı başına bir sıkıntı, zihinsel bulanıklık. Kürt tarihinden referans verecek kimse kalmamış demek! Bu söylem, açık bir yaranma amacı taşıyor, adrese telsim bir işaret veriyor.
Daha önce dil platformları, oluşumları olduğu ama başarısız olduklarını dile getiren Celali, 30 yıllık İstanbul Kürt Enstitüsü ve14 yıllık TZP-Kurdî’nin en azından niye ‘kapatıldığını’ ya da yüzlerce dil çalışmasının neden bitirildiğini, Tora çand û ziman hareketinin neden başladığını, dil çalışması yapanların neden cezaevlerine atıldığını bildiğini sanmak da hakkımız olsun.
Sürekli siyaset dışı, partiler dışı alana işaret eden Celali, “İktidarda olan AK Parti’nin, TRT Kurdî ve üniversitelerde Kurdolojî bölümlerinin açılmasına zemin hazırlamasını önemsediklerini ancak çok yetersiz de bulduklarını, muhalif partilerden Gelecek Partisi, Saadet Partisi, DEVA, HDP ve CHP’nin zaman zaman Kürt dili konusundaki çıkışlarını dikkatle takip ettiklerine” işaret ederek, “Bu partiler arasındaki siyasi çekişme ve rekabetler bizi ilgilendirmiyor. Çünkü bizim ajandamızda siyaset yok. Sayın Davutoğlu’nun Diyarbakır’daki il kongresinde Kürtçe’nin eğitim dili olmasına dair son çıkışını önemsiyoruz. DEVA Partisi’nin ise örgütlenme çalışmaları henüz devam etse de tüzüklerindeki anadilde eğitim beyanları dikkatimizi çekti. Biz tüzel kimliğimizi kazandıktan sonra resmi olarak kendileriyle özellikle istişareler yapmak istiyoruz” diyor. HDP’ye dair “HDP’nin ezici bir biçimde Kürtlerden oy alması, buna rağmen dil konusunda çok yetersiz olması da Kürtlerin dikkatinden kaçmıyor” denmiş.
HDP, eksiği ve gediği ile bir Davutoğlu’nun Amed açıklaması kadar değer görmemiş. Amenna!
Bu açıklamaları, hele de CB sözlerinden duyulan derin etkiye de dem vurarak kurulan bir hareket, Kürtçe’ye dair sadece iktidarın habitusu içinde bir çalışma dışında ne yapabilir? Açıklamalar, kurulan söylemler meselenin çok da ‘Kürtçe’ ile ilgili olduğunu bana düşündürtmüyor. Ya da Kürt halkının yararına bir çalışma! Bir vatandaş olarak, böylesi bir ‘dil geliştirme’nin sadece dili kendine araç kılmakla yetinileceğini düşünüyorum.
Baştaki hikâyeye dönersek, tek bir kelimeden yola çıksak bile, dil-varlık meselesinin önemi bin yıllardır değişmedi. Bazı konuları, o konulara dair bedel ödeyen onlarca kişi/kurumu es geçip, Atlantis’i yeniden keşfetmeye gerek yok. Hele bunu CB, Gelecek ile hal edeceğine inanmak da Kürtçe ile biraz dalga geçmek gibi bir şey kanımca. Sadece “Kürtçe” kelimesi bile bu ülkede aslında ne yapılması veya yapılmaması gerektiğine dair tüm doneleri içeriyor. Mesela bu yazıyı yazarken Türk Telekom’un Kürtçe ırkçılığı konusu gündemde idi. Bu siyaset üstü bir konu mu yoksa mücadelesi gereken bir siyasetin ürünü mü? Madem dil yasaklı, baskı altında, asimilasyon cenderesinde; mücadele edilmeden nasıl kurtulacak?
Dili inkar edenlerle uzlaşarak mı, dili iktidarın lütfuna bağlı bir ip gibi kodlayarak mı, dili salt sivil bir saha ilan edip orada projecilik-konferansçılık oynarak mı?
Özetle inkar bitmeden, imhadan nasıl kurtulacak bu dil? Cevap verilmesi gereken budur…