Toplumsal ekolojistler olarak doğa üzerindeki tahribatlar fazlaca gündeme geldiği ve bu süreçlere dahil olduğumuz için birey ve toplum üzerindeki tahribatları çok az gündem ediyoruz. Elbette doğa üzerinde kapitalizm insan eliyle yaptığı tahribatın en önemli nedeni de kendine göre şekillendirdiği tahakkümü altına aldığı bireylerdir. Birey ve toplum üzerindeki tahribatlar ayrılmayacak kadar iç içedir.
En nihayetinde insanda toplumsal bir canlıdır. 1800’lerle birlikte hortlayan kapitalizm canavarı endüstriyalizmi eklemlenerek kürenin her alanında söz ve hak sahibi olmuştur. Globalleştirdiği dünyada küresel bir sistem olarak her yere ulaştı. Başlarken; Kapitalizm 1929 ekonomik buhranından çıkış yolu olan Keynes’in “Her talep kendi arzını yaratır” teorisi ile masumane bir çıkışla yaşamına başlamıştı. Yavaş yavaş ulus devletlerin inşası da gerçekleşince tek eksiği Aşırı Kâr olarak kaldı. Bu buhrandan da kurtulmak ve yaşama geçirmek için kendine yeni slogan buldu “Büyü ya da öl’’. Bu sloganın planlaması için de teorisini güncelleyerek “Her arz kendi talebini yaratır’’ı şiar edindi. Bundan sonrası insanların ihtiyaçları üzerinde tüketmesi gereken bu noktada neler yapabilirdi, nasıl yapabilirdi. Birey ve toplumun kodlarını bozması dışında bir şansı yoktu. Yapabilmesinin yolu da vicdan ve ahlak kurullarını yok etmek olacaktı. Birey üzerindeki kodları “Her koyun kendi bacağından asılır, Gemiyi kurtaran kaptandır, Babamı tanımam” gibi ahlak kodlarını alt üst edebilecek güncellemeleri başlattı.
Bananeci bir anlayış, büyük balık küçük balığı yutar gibi doğadan örneklerle bile beslenerek toplumsal vicdanı yok etme noktasına getirdi. Binlerce yıl üç nesil (çocuk, anne-baba ve dede-nine), yaşlısı, engellisi ve kimsesizi birlikte, dayanışmacı bir yaşam sürerken çekirdek aile gibi bir tanımlamayla buna da son verdi. Kapitalist ölçülerde mükemmeliyetçi, yarışan, memnuniyetsiz, ben bilirim, ben daha iyisini yaparım, en iyi benim gibi egosunun boyundan büyük olmasına neden olabilecek özellikler kazandırarak bireyciliği esas aldı. Tamamıyla toplumsallıktan uzak bireylere dönüştürdü.
Herkese elitist ve popülist olma merakına aşırı dozda verdi. Böyle bir neslin yetiştirilmesinin önünü açtı. Samimiyetten uzak, aynı çıkar etrafında toparlanan gruplardan oluşan basit kişileri oluşturdu. Tüm bunlar modern çağın hastalıkları olarak endüstriyel sağlık sektörünce de tanımlandı. Gıda, sağlık, kent, çevre, tarım, ekonomi hatta günümüz gündemi ormanları da endüstriyel politikalarıyla sömürü ve Aşırı Kâr’ı için güncelledi. Kapitalizm; birey üzerindeki sömürü, tahakküm ve metalaştırmasının temel yöntemlerini bunlar üzerine kurdu ve başarmasına ramak kalmış.
Dayanışmacı, eşitlikçi, özgürlükçü, yardımlaşan ve birlikteliği temsil eden vicdan ve ahlak toplumun metalaştırılması önündeki en büyük engeldi. Bunun için engelli, yaşlı ve kimsesizler için evler ile birey için sosyal destek merkezlerini kurarak bunları bir ihtiyaçmış gibi işledi. Tabi bunun için bütüncül saldırılara ihtiyaç vardı. Yeme, içme, giyinme, uyuma, ev eşyası, güzellik ve kişisel bakım malzemeleri de dahil bir dizi tüketim alışkanlıkları kazandırdı. Bunu reklam ve tanıtım yoluyla yaptı. Yarattığı tek tip bireylerin de ortak özelliklerini oluşturdu. Örneklersek, asansörde futboldan bahsederek sosyalleşebilen sürünün bireyi olan insan profiline getirdi. Elbette ben-biz bunların çok uzağındayım dese de çekirdek aile kavramı bunun ikinci aşamasından başka bir şey değil. Çözüm ise tez elden demokratik, eşit ,özgür, toplumsal vicdan ve ahlakın yaşamda yer edinmesi için çalışmaktır.