Dikta rejimlerinde avukatlık her zaman zor iştir. Kimi zaman tutuklanır, kimi zaman ya ofisinizde ya da ‘Dört Ayaklı Minare’nin yanı başında vurulursunuz. 1977’de Atocha’da olan da buydu. Karanlıktan gelip aydınlığa kurşun sıktılar
Arif Mostarlı
“O geceyi bugün gibi hatırlıyorum… Mahalle avukatları için bir koordinasyon toplantısı vardı. Hâlâ gelmeyen bazılarını bekliyorduk ve o günün ne kadar zor, korkunç bir gün olduğundan söz ediyorduk. Çok gergin bir gündü ama heyecan verici ve umutluydu. Silahlı adamlar içeri girdiğinde, (kapıda birini nöbetçi bırakmışlardı) ellerimizi kaldırıp duvara dizilmemizi istediler. Muazzam bir gerginlik içindeyken bize Taşımacılık Sendikası’nın lideri Joaquín Navarro’yu sordular. Aramızda en soğukkanlı olan Javier Sauquillo, Navarro’nun ofiste olmadığını söyledi. Bir an sonra durup hepimizi öldürmeye karar verdiler ve yaylım ateş başladı. Birbirimize sarılmıştık; ölmemeye çalışıyorduk…”
Alejandro Ruiz-Huerta anlatıyor… 1977 Atocha katliamından sağ kurtulanlardan biri. Şimdi belki birçok insan, hatta hukukçuların bile bir bölümü hatırlamayabilir, 24 Ocak tarihinin “Dünya Tehlikedeki Avukatlar Günü” olarak kabul edilmesinin nedeni, Madrid’de gerçekleşen Atocha Katliamı’dır. O gün, üç işçi avukatı, bir hukuk öğrencisi ve bir ofis görevlisi Frankocu paramiliter örgüt tarafından öldürülmüştü.
İşçi avukatları: Bir deneyim
İşçi avukatları ofisleri, Franko rejiminin kısmen zayıflamaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan kurumlardı. Rejime bağlı kara-sendikaların işçi sınıfını patronların insafına terk ettiği koşullarda ortaya çıkan ofislerin ilki Aralık 1966’da Madrid’de açılmış ve sonra hızla yayılmışlardı. Misyonları, yasal olarak işçilere iş hukuku ile ilgili tüm konularda hukuki danışmanlık yapmak ve yardımcı olmaktı. Ancak kısa süre sonra çalışma, mahallelerde ortaya çıkan halk hareketine yardım sağlamak için genişletildi. İşçi avukatları böylece aynı zamanda mahalle avukatları oldular ve yeni oluşan mahalle inisiyatiflerine danışmanlık yaptılar. Rejim yasalarının açıklarını bilen ve oralardan alternatifler yaratan avukatların çoğu, orta ve üst orta sınıf ailelere mensup, isteseler çok zengin bir hayatı seçebilecek insanlardı ama onlar Komünist Parti ve sendikaları seçmişlerdi. “Kara Hafta”nın sonunda hedef seçilmeleri rastlantı değildi yani.
‘Kara Hafta’ ve kaos
Diktatör Franko’nun Kasım 1975’teki ölümünden sonraki birkaç yıl, İspanya tarihinin bir yazı çerçevesinde özetlenemeyecek kadar karmaşık ve kaotik bir dönemidir. Kral ilan edilen Juan Carlos’un ilk kabinesi çöktükten sonra biraz daha normale dönüş taraflısı Adolfo Suárez hükümeti kurulduğunda, bir yandan ülkenin her tarafında muazzam büyüklükte işçi gösterileri olur ve rejim sendikaları bir bir çökerken, diğer yanda da devrimci örgütler alan kazanmakta, bu arada “eski güzel günlerin” sona ermeye başladığı hisseden gizli servis, polis ve faşist paramiliter güçler de boş durmamaktadır. Özellikle 1976-77 kitle gösterilerinde işlenen her cinayetin arkasında ya polis ya da “Kral İsa’nın Savaşçıları”, “Yeni Güç” gibi Frankocu örgütler vardır. Atocha Katliamı’na giden ‘Kara Hafta’ boyunca da sokaklar kan gölüdür; birçok öğrenci-işçi gösterisi saldırıya uğramakta, özellikle liderler hedef alınmaktadır.
Gecenin karanlığında
Tam da bu koşullarda, 24 Ocak 1977 gecesi saldırganlar Atocha ofisini basıp, önce ofis görevlisi Rodríguez Leal’i öldürdüler; daha sonra içerideki 8 kişiyi duvara dizip ateş ettiler. İşçi avukatları Luis Javier Benavides, Enrique Valdevira Ibanez ve Francisco Javier Sauquillo ile hukuk öğrencisi Serafín Holgado yaşamını yitirirken, Dolores González Ruiz, Miguel Sarabia, Alejandro Ruiz-Huerta ve Luis Ramos Pardo ağır yaralandı.
Kendi yasallaşmasını garantiye almak isteyen İspanyol Komünist Partisi, cenaze töreninin olaysız geçmesi için Suárez Hükümeti ile uzlaşırken, 100 binden fazla kişinin katıldığı tören, İspanya’nın son yüzyılda yaşadığı en büyük anti-faşist gösteriye dönüştü. Bunu ülke çapında büyük grevler ve protesto gösterileri izledi.
Yargılama ve skandallar
Hepsi de Frankocu çetelerin üyesi olan katiller bir süre normal hayatlarını sürdürdüler. Daha sonra, 15 Mart 1977’de failler olarak José Fernández Cerrá, Carlos García Juliá ve Fernando Lerdo de Tejada tutuklandı. Frankocu Ulaştırma İşçileri Sendikası’nın sekreteri Francisco Corredera da cinayetlerin emrini verdiği için tutuklandı ve ardından başkaları geldi. Şubat 1980’de sanıklar toplam 464 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ama rejim devletin derinliklerinde henüz gücünü koruyordu. Katliamın ‘nöbetçisi’ Tejada, 1979’da ‘aile izni’ adı altında cezaevinden çıkıp Brezilya’ya kaçtı ve ortadan kayboldu. Daha sonra da katiller Cerrá ve Juliá’ya verilen cezalar önce indirildi, sonra da Cerrá, 1992’de serbest bırakıldı. Julia ise, 1991’de cezasının bitimine 10 yıl varken birden ‘buharlaştı’ ve Paraguay’a gitti. Çok sonra, 2020’de İspanya’ya getirilebildi.
***
Şimdi, Madrid’de Atocha Caddesi’ndeki 55 No’lu binanın ön yüzüne çakılı bir levhada şöyle yazıyor: “Onlar bu binada özgürlük için çalıştılar ve onu savundukları için katledildiler.”
Saygı onlara!