‘Kadın Mücadelesi Her Yerde’ kampanyasını değerlendiren HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran: Sokakta mücadeleden vazgeçmememiz gerekiyor dedik. Bu da kadınlarda bir güç yarattı. Birbirimize güç verdik
Nevin Cerav
HDP Kadın Meclisi, 8 Haziran’da “Kadın Mücadelesi Her Yerde” sloganıyla bir kampanya başlattı. Ankara Kuğulupark’ta kadın örgütlerinin yoğun katılımıyla başlatılan kampanyanın dikkat çekeceği alanlar ise kayyumların kadın kazanımlarına ve iradesine saldırıları, “evlilik yoluyla istismarcılara af” yasa tasarısıyla çocuklara tecavüzün meşrulaştırılmak istenmesi, ceza infaz yasasıyla taciz, tecavüz sanıkları, mafya üyeleri, uyuşturucu satıcılarının serbest bırakılması ve kadınların her alanda şiddete uğraması olarak belirlendi. Dikkat çekip gündem yaratan kampanya süresince mor zincir, mor konvoy, basın açıklamaları, kadın buluşmaları, sokak sokak, mahalle mahalle kadınlarla toplantılar, örgütlenme çalışmaları gibi pek çok eylem ve etkinlik gerçekleştiren HDP Kadın Meclisi, kampanyanın son ayağında ise kadına yönelik şiddet ile şüpheli kadın ölümlerine dikkat çekmek için 5 kentte yürüyüş düzenledi. Dersim, Ağrı, Aydın, Mersin ve İstanbul’da hayata geçirilen yürüyüşlerin ardından ise kampanyanın finali 25 Temmuz’da Ankara Kuğulupark’ta yapıldı.
Tam da koronavirüs salgını nedeniyle kadınların evlere kapandığı, iş yükünün arttığı ve şiddetin daha fazla uygulandığı bir dönemde düzenledi HDP Kadın Meclisi kampanyayı. Bu açıdan da oldukça önemli bir işlevi yerine getirdi. Peki kampanya amacına ulaştı mı, kadınlar üzerindeki etkisi ve sonuçları tatminkâr mı? HDP Batman Milletvekili ve Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, kampanyalarının detayları ile sonuçlarını gazetemize anlattı.
- Geçtiğimiz haziran ayında Kadın Mücadelesi Her Yerde sloganıyla bir kampanya düzenlediniz. Amacına ulaştı mı sizce?
Çocuk istismarcılarına af yasa tasarısı, infaz yasasıyla çocuk ve kadınlara yönelik suç işleyen erkeklerin, mafya ve çetelerin serbest bırakılmasıyla ortaya çıkan sonuçlar ve özellikle de pandemi ile birlikte kadına yönelik şiddetin daha da yükseldiği bir dönemde deklare ettik kampanyayı. Böyle bir dönemde başlattık, “Kadın Mücadelesi Her Yerde” kampanyasını. Sonrasında da bu tür kampanyalara ne kadar ihtiyacımız olduğunu gördük. Çünkü Türkiye, dünyanın başına bela olan pandeminin muhasebesini yapmak yerine kapitalizmin ürettiği bu şiddet sarmalının, bu ayrımcı yaklaşımların daha fazla örgütlenmesini sağladı. Bunun karşılığında biz kadınlar da gördük ki, örgütlülüğümüz zayıflarsa eğer, evlere kapanırsak bu şiddet daha da yükseliyor. O yüzden düzenlediğimiz kampanyanın zamanlaması çok doğruydu ve büyük ihtiyaç vardı. Bu nedenle de birçok açıdan amacına ulaştı diyebiliriz.
Kadınlara her taraftan saldırının olduğunu görüyoruz. Evin içerisindeki saldırıdan devlet saldırısına kadar uzanıyor bu durum. Televizyonlarda medya eliyle cinsiyetçi söylemlerin yüklenmesinden kadın kazanımlarının gasp edilmesine kadar yaşanıyor. Ekonomik alanda da öyle, yoksulluk yaşayan kadınlar özellikle bu dönem daha fazla yoksullaştılar. Yoksullaşmayla beraber daha fazla şiddetle yüz yüze kaldılar. Çünkü kendilerini koruyabilecek mekanizmaların tümü ortadan kaldırıldı, kadınlar şiddetle yaşamak zorunda bırakıldı. Dolayısıyla yaptığımız kampanyaya “Kadın Mücadelesi Her Yerde” dememizin bir mantığı ve önemi vardı. Yani öylesine seçilmiş bir slogan değildi.
- Kampanyanızda nasıl çalışmalar ve ne tür uygulamalar yer aldı? Ulaşabildiniz mi kadınlara?
Kampanya sırasında özellikle kadınların kendilerini yalnız hissetmeyeceği ve bize ulaşabilecekleri bazı mekanizmalar kurmaya çalıştık. Türkiye’nin 5 kentinde, bölgeler bazında yürüyüşler gerçekleştirdik. Ayrıca karma olarak da HDP’nin yaptığı bir kampanya vardı. Bu kampanyanın içerisinde de kadın renginin görünürlüğünü sağlamak için çok fazla eylem ve etkinlik gerçekleştirildi. Kadınlara ulaşmak için düzenlediğimiz eylem ve etkinlikleri yereldeki tüm kadın örgütleriyle birlikte yaptık. Ayrıca Türkiye kadın hareketleri ile de ortaklaştık kampanya sürecinde. Kadın örgütleriyle ortak eylem ve etkinlikler gerçekleştirdik. Özellikle kampanyanın son haftasında, kadına yönelik şiddetin karşında çok güçlü bir kadın hareketimiz olduğunu gösterdik ve sesimizi yükselttik. Her ne kadar şiddete, şüpheli kadın ölümlerine karşı 5 kentte yaptığımız yürüyüşlere polis saldırıları olsa da kararlı bir şekilde eylemlerimize devam ettik.
- Kadına yönelik erkek şiddetine karşı çıkan kadınlara polis saldırıları son dönemde yükseldi. İktidar ‘Şiddete hayır’ diyen kadınlara neden katlanamıyor?
Çünkü iktidar şu anda ikinci bir rejim kurmaya çalışıyor ve karşısında duran kadınları da rejimine tehdit olarak görüyor. Bir taraftan kendileri şiddet uyguluyor, diğer taraftan da kendi örgütledikleri bir erkek şiddeti var. Bizim kampanyamız kapsamında erkek şiddetine karşı 5 kentte düzenlediğimiz yürüyüşler de bu nedenle engellenmek istendi. Ama biz bu saldırılara rağmen sesimizi yükselttik. Kadınların mücadelesini engellemek için bütün aygıtlarını devreye koyanlar, maalesef yaşamlarının güvence altına alınmasını talep eden kadınları şiddete geri gönderip ölümle yüz yüze bırakıyor.
- 5 kentte kadına yönelik şiddete, şüpheli kadın ölümlerine dikkat çekmek için yürüyüşler yaptınız. Bu kentleri seçmenizin nedenleri nelerdi?
Dersim’i Gülistan Doku nezdinde oradaki politikaları teşhir etmek, kaybettirilen kadınlara dikkat çekmek üzere seçtik. Uzun bir süredir siyasetin özel savaş yöntemi olarak başka bir politika biçimini uyguladığı bir kent Dersim. Gülistan Doku şahsında güvenliğimizin tehlikede olmasına karşı sesimizi yükselttik. Aydın’ı IŞİD’vari bir yöntemle katledilen Pınar Gültekin için seçtik. Pınar’ın şahsında kadın cinayetlerinin, uygulanan kadın düşmanı politikalarla nasıl vahşi bir hal aldığına işaret ettik. Ve buna karşı mücadele ettiğimizi, yalnız olmadığımızı, birbirimize güç olduğumuzu göstermek istedik. Ağrı’da da 35 gün içerisinde 5 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Hepsi için ‘İntihar etti’ denildi. Oysa bu şüpheli ölümlerin araştırılması, açığa çıkarılması gerekir. Kadınlar durup dururken intihar etmez, intihara sürüklenirler. Biz bu kent seçimlerimizi yaparken kadına yönelik şiddetin biçimlerinin farklı olsa da amacının aynı olduğunu göstermek istedik. Şiddetin bu kadar yükseltilmesiyle kadınlara şu deniyor: Bizim yaşam standartlarımıza, bizim belirlediğimiz şartlara ve düşüncelere göre yaşamazsanız karşılaşacağınız şiddet olur. Uygulanan politika özetle böyle. Erkekler bu boyutlarda şiddet uyguluyorsa bunu münferit bir olay olarak göremeyiz. O erkekleri koruyan, onlara arka çıkan politikaları, uygulamaları hep birlikte görüyoruz. İşte bugünlerde İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması da bu politikaların bir parçası. Erkekleri cesaretlendiren adımlar bunlar.
- İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı kadınlar her gün sokaklara çıkarak tepki gösteriyor. Yanı sıra toplumun farklı kesimlerinden de sesler yükseliyor. Sizin değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?
Önce şunu belirtmek gerekir, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece kadınların meselesi değil, bu çok net. Bu bütün toplumun meselesidir. Dolayısıyla da toplumsal olan bir meselenin karşısında sadece kadınlar durmamalı ama tabii ki bunun öncülüğünü kadınlar yapmalı. Çünkü bu saldırı asıl olarak bizleredir. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasının nedeni sözleşmenin kadınlara koruma sağlamasından kaynaklanıyor. Kadınların aile içerisinde nesneleştirilmesi, iradesinin yok sayılmasına karşı bir metin İstanbul Sözleşmesi. Kadını birey olarak kabul eden, şiddete karşı koruyan ve toplumsal olarak da tarihsel olarak da kadınlara karşı geliştirilen saldırılara karşı bir güvence sözleşme. Kadınların öncülüğünde toplumsal olarak da sözleşmenin gasp edilme girişimlerine karşı mücadele vermek gerekiyor.
- Kampanyanıza dönersek, eylem ve etkinliklerinizi gerçekleştirirken kadınlardan nasıl tepkiler aldınız? Kampanyanız nasıl yansıdı kadınlara?
Kadınların kampanyamızdan kesinlikle güç aldığını söyleyebilirim. Tabii ki yeterli değil ama biliyorsunuz pandemi koşullarının başlarındaydık. Hepimiz evlere kapanmıştık ve benzer duyguları yaşadık. Sıkışmışlık hissi yaşadık, cinsiyet rolleri içerisine sürüklendik. Toplumsal cinsiyet rollerinin çeşitli yansımalarını gördük evlerin içerisinde, yükümüz arttı. Bir taraftan çalıştık, bir taraftan çocuk baktık, bir taraftan temizlik yaptık. Şiddet çok artmıştı, sokağa adım atmak çok önemliydi. Neredeyse kadın örgütlerinin hiçbiri eve kapanmadı, hastalık riskine rağmen sokağa çıkıp eylem yaptı. Biz de kampanyayla yaptık bunu. Bizim yerimiz sadece ölüm ve şiddet değil, ev değil dedik. Sokakta mücadeleden vazgeçmememiz gerekiyor dedik. Bu da kadınlarda bir güç yarattı. Birbirimize güç verdik. Kampanyamızın bir kelebek etkisi yarattığını, kadınların sokağa çıkmasını yaygınlaştırdığını düşünüyorum. Biz kampanya sırasında da tekrar gördük ki, aslında bu çok elzem bir ihtiyaçmış. Ses yükseltmenin, ses çıkarmanın, sokakta mücadele etmenin büyük bir ihtiyaç olduğunu gördük. Kadınlar yanımıza geldi, yaşadıklarını paylaştı bizimle, bu çok önemliydi bizim için. Bize böyle güvenmeleri bizim de güvenimizi yükseltti.
- Kadın Meclisi olarak bundan sonraki süreçte nasıl devam edeceksiniz, yeni çalışmalarınız, kampanyalarınız olacak mı?
Kadın Meclisi olarak toplantımız olacak, hem kampanyamızı değerlendireceğiz, eksikliklerimizi, yetersizliklerimizi tartışacağız hem de önümüzdeki süreçte neler yapacağımızı konuşacağız. Bizim açımızdan mücadele zaten süreklidir. Bir kampanya olmadan da çalışmalarımızı tüm hızıyla, ihtiyaçlar doğrultusunda sürdürüyoruz. Erkek egemenliğine karşı mücadelemizi her alanda yürütmeye devam ediyoruz. Bugün Türkiye’nin bir İstanbul Sözleşmesi gündemi var. Kadınların bütün kazanımlarının saldırı altında olması, kadına yönelik şiddetin, katliamların bu kadar yükselmesi çok önemli gündemler. Bu gündemler bizim mücadele gerekçelerimiz zaten. Diğer taraftan da örgütlülüğümüzü daha fazla genişletme, geliştirme çalışmaları yürütüyoruz. Kadın bakış açısını toplum içerisine yerleştirme, toplumu dönüştürme iddiamız devam edecek. Mücadele yürütmek için saldırıyı bekleyen pozisyonda değiliz. Sonuçta mücadele veren kadın hareketleri toplumu da dönüştürme iddiasındadır aynı zamanda. Biz de örgütlülüğümüzü büyüterek bu faşist iktidarın yaratmak istediği toplumun karşısında, kadın özgürlükçü bir sistem kurma mücadelesi veriyoruz. Belediyelerimize, irademize kayyumlar atansa da biz toplumu dönüştürme araçlarını başka biçimlerde oluşturmaya devam edeceğiz. Bunlar bizim açımızdan geri adım atma eğilimi yaratmayacak ya da sokağa çıktığımızda saldırıyla karşı karşıya kaldığımızda geri adım atmayacağız. Hatta daha güçlü çıkacağız sokaklara. İstanbul Sözleşmesi’ni gasp etmek isteyenlere karşı da daha büyük bir mücadele yürüteceğiz.
‘Kesintisiz mücadele sürecek’
- Kadınlar Birlikte Güçlü oluşumuyla Türkiye’deki kadın hareketleri oldukça güçlü bir örgütlülüğe ulaştı…
Kadınlar olarak haklarımızdan vazgeçmeyeceğimizi, geri adım atmayacağımızı kararlılıkla gösteriyoruz. Yaratılan bu yeni ‘normal’in kadınların normali olmadığını, kadınların normalinin eşitlikçi, özgürlükçü bir sistem olduğunu, ekolojik bir sistem olduğunu her çalışmamızla gösteriyoruz. En önemlisi de Türkiye kadın hareketleri ile bu süreçleri her daim beraber yürüteceğiz. Gücümüzü ortaklaştırarak kolektif mücadeleyle ortaya koyacağız. Ben inanıyorum, iktidarın hiçbir saldırısı kadınları bu iddiadan vazgeçiremeyecek, bunun zaten örneklerini görüyoruz, yaşıyoruz. Gözaltına alınıyoruz ama tekrar sokağa çıkıyoruz, darp ediliyoruz tekrar alanlardayız. Erkek şiddetine, devlet şiddetine karşı bu şekilde mücadele ediyoruz. Kesintisiz bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz. Ben buradan kadın basın emekçilerine de çok teşekkür ediyorum. Bence kampanyamızın en önemli ayaklarından biri de kadın gazetecilerdi. Ana akım medyayı görüyoruz, erkekler çıkıp kadınlar adına söz kuruyor. Kadın basın emekçilerinin bu süreçte kampanyamızı, eylem ve etkinliklerimizi görünür kılma, topluma yayma konusundaki emekleri için teşekkür ediyorum.