“Eğer tüm böcekler Dünya’dan yok olacak olsaydı, 50 yıl içinde Dünya’daki hayat sona ererdi. Eğer insanoğlu Dünya’dan yok olacak olsaydı, 50 yıl içinde bütün yaşam formları kendini yeniler ve gelişirdi.”
Jonas Salk’ın sözleri bunlar. Çok özel bir adamdan söz ediyoruz. 1954 yılında geliştirdiği çocuk felci aşısı sayesinde, milyonlarca çocuğun hayatına dokunan bir bilim insanından. Ama onu asıl özel kılan bu aşıyı bulmuş olması değil, bunun için patent almayı ısrarla reddetmesiydi.
Genç bir Yahudi
Jonas Edward Salk, 28 Ekim 1914 tarihinde New York’ta Aşkenaz Yahudisi Daniel ve Dora Salk’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Baba ABD doğumluydu, anne ise Minsk’ten 12 yaşındayken gelmişti. Jonas, 13 yaşındayken, yetenekli öğrenciler için bir devlet okulu olan Townsend Harris Lisesi’ne girmişti. Lisedeyken “Eline geçen her şeyi okuyan bir mükemmeliyetçi” olarak tanınıyordu. Sonraki okulu New York City College ise, durumu kötü ailelerin çocuklarının iyi bir gelecek için tek şansı olarak biliniyordu ve Jonas bu şansını iyi kullandı. Aslında okul çok büyük olanaklara sahip değildi ama epey bir Nobel ödüllü bilim insanı çıkarmıştı.
Çocukken, genel olarak tıp veya bilime o kadar meraklı değildi Jonas; yine de annesini kırmayıp avukat olma isteğini bir kenara bıraktı ve tıp fakültesine yönelik derslere yoğunlaştı ve nihayet tıp okumak için New York Üniversitesi’ne kaydoldu. Çok iyi bir öğrenimi yoktu belki üniversitenin ama en azından Yahudilere karşı ayrımcılık yapmıyordu. Birçok tıp okulunda resmi ya da gayrı resmi Yahudi kotaları varken, New York’ta yoktu. Jonas orada hızla yeteneklerini gösterdi ve öne çıktı ama daha çok biyokimya alanına yönelmeyi düşünüyordu. Laboratuvar onun yaşamına yön veren bir şeydi. Tıp fakültesinin son yılında griple ilgili bir laboratuvarda zaman geçirme fırsatı oldu ve özellikle aşılarla ilgilendi. 1941’de Michigan Üniversitesi’nde artık viroloji dünyasına ilk adımı atmıştı. New York’un Mount Sinai Hastanesi’nde bir grip aşısının geliştirilmesinde katkıları oldu.
Aşı için muazzam bir çaba
1947’de artık kendi laboratuvarı vardı ve çocuk felci temel ilgi alanıydı.
Çocuk felci, Amerika’da en önemli sağlık sorunlarından birini oluşturuyordu. 1952’de çocuk felci salgını, 57 bin 628 çocuk felci vakasıyla doruktaydı ve bu ürkütücü manzara, o günlerde Amerika’nın en büyük korkusu halini almıştı. Bilim insanları, hastalığı önlemek ya da tedavi etmek için çalışmalara başlamıştı. 1921’de çocuk felcine yakalandığı için yürüyemeyen ama buna karşın 4 kez Amerikan Başkanı seçilen Franklin D. Roosevelt ise en çarpıcı örnek olarak duruyordu.
1947 yılında Pittsburgh Üniversitesi’nde görevli olan Salk, grip aşısı üzerinde yaptığı çalışmalarını, çocuk felcinin önüne geçecek bir aşı üzerine yaptığı çalışmalarla birleştirdi. Çocuk felci virüsü, virüse yakalananlarının %5’i ila %10’u arasında ölümcül etki gösteriyordu. O dönemin yaygın görüşü, virüsün sadece hayatta olması durumunda vücudun bağışıklık kazanmasının mümkün olduğu şeklindeydi ama Salk bu görüşe karşı çıkıyordu. 1952 yılında formaldehit kullanarak virüsü etkisizleştirmeyi ve geliştirdiği aşı sayesinde virüsü taşıyan kişilerin çocuk felci virüsüne bağışıklık kazanmasını sağladı.
Salk, başarısını kanıtladıktan sonra aşıyı ailesi, çalışanları, diğer gönüllüler ve kendisi üzerinde de kullandı. 1954’te aşının kontrollü bir uygulaması için tıp tarihinin en muazzam organizasyonu yapıldı ve 20 bin doktor ve halk sağlığı görevlisi, 64 bin okul personeli ve 220 bin gönüllünün çalışmasıyla, 1.8 milyondan fazla okul çocuğu aşılandı. Bir yıl sonra çocuk felci aşısı uygulanan çocukların virüse bağışıklık kazandığı görülünce, Kanada, İsveç, Danimarka, Norveç, Batı Almanya, Hollanda, İsviçre ve Belçika da dâhil olmak üzere birçok ülke Salk aşısını kullanarak çocuk felci aşı kampanyaları başlattı.
Patent mi? Ne patenti?
Salk, bir bilim insanı olarak kariyer yapsa da, kendi yaşamında her zaman bağımsız ve özel kalmaya, çok ilgiden kaçmaya çalıştı. Bir televizyon programında “Bu patentin sahibi kim?” diye sorulduğunda, sonradan efsaneye dönüşen bir yanıt verdi: “Ne patenti? O insanlığa ait, patent filan yok. Güneşi patentleyebilir misiniz?” Keşfettiği aşı için patent çıkarmış olsa 7 milyar dolar kazanç sağlayabilecek bir insan söylüyordu bunu.
Ödüller üst üste geldi sonra. Bir sürü madalyası oldu. Ama parayı çok dert etmedi. “Para kazanmak gibi çoğu insanın ilgisini çeken şeylere çok az ilgisi var” diye yazıyordu Times onun için. Aşırı ilgiden de sıkıldı biraz. Kendisine verilen onurlu ödüllere rağmen şöhretli olmaktan sıkıldı. 25 yıl sonra yapılan röportajında, “Sanki o zamandan beri bir kamu malı oldum ama üzerime çok fazla yük bindi. Kariyerimi, meslektaşlarımla ilişkilerimi değiştirdi; Ben halka açık bir figür oldum, artık onlardan biri değilim” diye yakındı.
1960’ta Kaliforniya’da Salk Biyolojik Çalışmalar Enstitüsü’nü kurdu ve kendisini multiple sclerosis ve kanser araştırmalarına verdi. 1970’lerde bilim ve bilimin sosyal rolü hakkında kitaplar yazdı. Hücrenin antikor üretmek için nasıl tetiklendiğinin sırrı keşfedildikten sonra, bir çocuğu birçok yaygın bulaşıcı hastalığa karşı korumak için tek bir aşı geliştirilebileceğini düşünüyordu. DNA molekülünün yapısının kod çözücüsü olan Francis Crick de 2004 yılında ölümüne kadar enstitüde önde gelen bir profesördü. 1980’lerin ortalarından başlayarak Salk, AIDS için bir aşı geliştirmek için de araştırma yaptı.
Salk, aynı zamanda bir ‘biyofilozof’ olarak da tanındı ve bilinçli bir evrim çağı üzerine tezler yazdı. Bu arada, 1939’da yüksek lisans adayı Donna Lindsay ile evlendi, üç çocukları oldu. 1968’de boşandıktan sonra ise Fransız ressam Françoise Gilot ile evlendi.
Jonas Salk, 23 Haziran 1995’te La Jolla’da, 80 yaşındayken kalp yetmezliğinden öldü ve San Diego’daki El Camino Hatıra Parkı’na defnedildi.
Halk sağlığını ‘ahlaki bir sorumluluk’ olarak tanımlayan bu bilim insanı, geriye, -aptal komplo teorisyenleri ve anti-semitik din tüccarları ne derse desin- milyonlarca çocuğun sağlıklı adımlarını bıraktı. Üstelik 7 milyar doları da hiç umursamadan.
Tam da koronavirüs günlerinde ne kadar çok ihtiyacımız var onun gibilerine…