Peker konuşuyor. Köşe yazarları yazıyor. Muhalefet nutuk atıyor. Erdoğan ise binmiş bir alamete gidiyor kıyamete.
Muhalif yazarlar, muhalif parti sözcüleri diyorlar ki, “ortaya çıkan tecavüz, cinayet, kokain, kadın ticareti, vurgun, yolsuzluk, ülke çürüyor.” Ekliyorlar, “bu gerçeklerin binde biri başka bir ülkede olsa iktidar yere serilir, sorumlular yerlerinden olur.”
Neden olmuyor?
Neden bu kadar rezalete rağmen Erdoğan yerli yerinde kalıyor?
Çünkü hem CHP’nin, hem de İyi Parti’nin devletle göbek bağı var. Bunlar iktidarla zımni bir uzlaşma içinde. Ne iktidar onlara dokunuyor, ne de onlar iktidara dokunuyor.
Hemen itiraz geliyor, onlar iktidara “dokunuyor”, sabahtan akşama kadar iktidarı suçluyor. Komik. Erdoğan söylenen her nutuktan sonra, iki eliyle suratını sıvazlıyor, “oh şükür, Nisan yağmuru” deyip geçiyor. Gündüzler, geceler, günler, aylar ve yıllar böylece geçip gidiyor.
Diyeceksiniz ki, muhalefetin bu nutukları vatandaşta öfke yaratıyor, hatta AKP’nin tabanını eritiyor.
Pöh…
Eritse ne yazıyor? Hazret bildiğini yapıyor. O bildiğini yaparken Biden ile Merkel bıyık altından gülüyor. Kadüğü çıkmış rejime “asılan adama ipin verdiği destek” misali destekler yağıyor. AB “mülteci” korkusuyla birkaç milyar euro veriyor. NATO “mayın eşeği” muamelesi yaptığı “mehmetçiğin” sırtını sıvazlıyor. “Afganistan yolu göründü yine bize gaziler” ağıtı dilden dile.
Muhalefet göz göre göre yıkılmak üzere olan Erdoğan’a “zaman” tanıyor. Bu zamanın sonunda Libya’dan ülkeye dönen on bin terörist ellerindeki bombalarla sokaklarda şenlik yapacak. Suriyeli beş milyonun içinden DAİŞ türeyecek. Türk ordusu Afganistan’dan “Talibanlaşarak” dönecek. Laikliğin üstüne tüy dikilecek. Faşizm krizden çıkacak. Türkiye Batı’nın elinde zavallı bir Ortadoğu ülkesi olacak. Kullan kullanabildiğin kadar.
Türkiye siyasetinin temel meselesi muhalefetle iktidar arasındaki zımni uzlaşmaya son vermektir. Bunun yolu CHP ya da benzerleriyle “konuşmak” değil.
Bunun yolu bu muhalefetin tabanına seslenmekten, onunla ilişki kurmaktan, ona tehlikeyi anlatmaktan ve onu partilerinden vazgeçirmeye çalışmak değil, partilerine “baskı” yapmaya çağırmaktan geçiyor.
CHP tabanının CHP’ye baskı yapması bugün her zamankinden daha mümkündür. Denediniz de mi itiraz ediyorsunuz?
Erdoğan nasıl devrilir?
Bunun illegal yöntemi ya “darbedir”, ya da “devrim”.
Ama bir de bu işin legal olanı var. CHP’den ve İyi Parti’den ne “darbe” beklenebilir, çünkü yapamazlar ordu artık ayrı telden çalıyor, ne de “devrim” beklenir, bunlar devrimci değil. Ya tabanları? Onlar da “henüz” devrimci olacak kıratta değiller. Çünkü devrimci olana, Kürt özgürlük hareketine ve sosyalistlere hala uzak durmaktadırlar. Rejime son vermek, sistem içi muhalefeti tecrit etmekten geçer.
O halde onların devrimci olmayan tabanına “legal ve barışçı” bir yol önermek gerekir.
Bu “ligal ve barışçı yol” cılkı çıkmış Erdoğan’ı ve suç ortaklarını “istifaya” zorlamaktır.
Nasıl? Bir ultimatom verirsiniz; “bir ay içinde istifa et, derhal bir geçici hükümetle erken seçime gidilsin, aksi takdirde biz seninle parlamontoculuk oyunu oynamayacağız, TBMM’den çekileceğiz” dersiniz. Sonra “halktan aldığımız vekaleti, onları TBMM’de temsil edemediğimiz için halka geri vereceğiz, bu defa halk on binler, derken milyonlar halinde ‘istifa erken seçim’ diye alanlarda haykıracak”.
Ey CHP’liler, ey İyi Partililer, partinizi böyle bir taktik plan için zorlayın. Partilerinizin Erdoğan rejimiyle uzlaşma siyasetine karşı çıkın.
Bazı arkadaşlar itiraz ediyorlar; bunun sonunda AKP-MHP gider, CHP-İyi Parti gelir, hepsi Kürde düşman, buradan bir şey çıkmaz. Ardından ekliyorlar; halkın ayaklanmasıyla faşizmi yıkmak tek yol. Devrimden söz ediyorlar.
Lenin vaktiyle bu gibilere “sol lafazanlar” demişti. Devrimin kızıl bayraklarını yükseltmek marifet değildir. Devrime giden yolu göstermek gerekir.
Milyonların “Erdoğan istifa, erken seçim” diyerek alanlara çıkması devrimci değişimin ilk adımıdır. Sonrası sana kalmış. O milyonları Öcalan’ın gösterdiği hedefe yönlendirme yeteneğin varsa devrim olur. Yeteneğin yoksa o kitleler ya yenilir ya da faşizmi yıkar, ama şu ya da bu ölçüde bir reform, bu devrimci dalganın “yan ürünü” olarak karşımıza çıkar. Devrim sonraya kalır.
Potemkin zırhlısında 1905 ayaklanması kurtlu ete karşı patlayan öfkenin eseriydi. Öfkeli kitle, devrimin kendisi değilse de, devrimin “imkanıdır”. Biz boş yere “sokak”tan söz etmiyoruz, sokak kendi başına devrim değildir, devrimin ilk adımıdır, tekrar ediyorum, ikinci adımı atmak sana kalmıştır.
Şimdi bana bu çizilen taktik plandan daha gerçekçi ve uygulanabilir bir plan gösterin lütfen.
Göstermeyip, yalnızca bu Erdoğan rejimi “berbat” demeye devam edecekseniz devrimin kaybedilmiş devrimcileri olarak tarihe geçersiniz.