Erdoğan’ın son grup toplantısında sarf ettiği sözler, seçim tartışmalarını daha da alevlendirdi. Tarihe referansla yaptığı konuşmada seçimlerin olası tarihinin 14 Mayıs olabileceğine dair işaret de verdi. En sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyelim. 14 Mayıs 1950 seçimleri CHP’nin 27 yıllık tek parti döneminin sonu oldu; olası 14 Mayıs 2023 seçimleri de kuvvetle muhtemel, AKP’nin 21 yıllık tek parti döneminin sonu olacak. Bu seçimler sadece mevcut iktidarın geleceği açısından değil, Türkiye’deki sistemin nereye evrileceğiyle ilgili de oldukça kritik. O nedenle salt bir iktidar değişikliğiyle yetinmeyen, sistemi demokratik dönüşüme uğratmayı hedefleyen bir bakış açısıyla seçim sürecini ele almak gerektiğinin hepimiz farkındayız. Bu yönüyle 2023 seçimleri, ‘seçimleri aşan bir seçim’ olarak ele alınabilir. Tam da bu noktada seçimlerden emek ve özgürlük güçlerinin hangi sayısal, siyasal toplamla ve hangi toplumsal bakiyeyle çıkacağı da önem kazanacak. Bir taraftan mevcut rejim değişikliğinin kapısını aralamak, diğer yandan demokratik bir sistemin kurucu zeminini oluşturmak, seçimler bağlamında en temel iki görevimiz. Bu ikili hedefin güncel politik tercümesi de faşizm ve restorasyonculuk karşısında halkları seçeneksiz bırakmamaktır. Bir başka deyişle toplumu devletçi ideolojiler ve politikalar karşısında savunmaktır. Bu görevin en büyük yükü, an itibariyle Emek ve Özgürlük İttifakı’nın omuzlarındadır. İttifakın seçimlere ve seçimler sonrasına dair taktik ve stratejik yaklaşımlarını daha da belirgin kılması, aldığı sorumluluğun da bir gereğidir. Daha da somutlaştırmaya çalışırsak; ittifakın, seçimlerle sınırlı olmayan toplumsal mücadele ittifakı perspektifini daha fazla güçlendirecek pratikleri hep birlikte zorlamalıyız. Seçim sürecinin yarattığı elverişli ortamı ve sunduğu olanakları, en çok da bu pratikleri açığa çıkarmak için değerlendirebilmeliyiz. İttifak bileşenlerinin tekil ve kolektif kazanımlarının ölçüsünü bu yönlü çabalar belirleyecektir. Bu tespit afaki bir tespit değildir. Halkların arayışı da seçimleri aşan bir arayıştır. Evet, mevcut rejimi değiştirmek temel seçim motivasyonudur ve son derece kıymetlidir. Ancak bu seçim motivasyonunun altındaki temel dinamik, ülke insanlarının toplumsal barışa, refaha, huzura duydukları özlemdir. Aradan geçen 21 yılda elimizden alınan özgürlüklerin, demokratik kültürün, adalet ve eşitlik değerlerinin kıymeti her zamankinden daha fazla anlaşılmıştır. Zaten seçim sonuçlarını belirleyecek olan da cevabını arayan “hayatlarımızdan çalınan maddi-manevi değerleri hangi politik tahayyülün topluma iade edeceği” sorusunda saklıdır.
Bu bağlamda Emek ve Özgürlük İttifakı, sözünün ve politikasının toplumsal karşılığını büyütebildiği ölçüde yeni sistemin inşasında iktidar seçeneği haline gelecektir. Zaten halkların ihtiyacını duyduğu yeni yaşam, bu ittifakın ilkelerinde ve programında mevcuttur. Geriye bu ilkelerin ve programın topluma daha güçlü, daha ikna edici, daha yaratıcı, daha etkileyici nasıl sunulacağı ve toplumsallığının nasıl örgütleneceği meselesi kalıyor. Yanı sıra ittifakın, bütün toplumsal muhalefet zeminlerini gözeten kapsayıcılığı, bu dinamikleri hareketlendirerek sürecin öznesi kılmaya çalışan kolaylaştırıcılığı, seçim öncesi ve sonrası ihtiyacı duyulan taban ittifakı için oldukça belirleyici olacak. İttifakı bu görevlerinden alıkoyacak parçalı, dar tutumlar ve toplumun genel kazanımlarını öncelemeyen yaklaşımlar, dönem açısından karşısında en net tavır alınması gereken başlıklardır. Çünkü şunu biliyoruz: Aşılması gereken kimi eksiklikleri, yürünmesi gereken kimi yolları da olsa stratejik ittifak zemini, hem örgütler için hem toplum için elimizdeki biricik ‘kazan kazan’ deneyimidir. Yine bin bir zorluklarına, bedellerine rağmen görüldü ki; halklar en kuvvetli desteğini, bu ortak mücadele zeminlerindeki ve ortak kazanımları kollamaktaki ısrara veriyor. O nedenle seçim sürecinde de seçim sonrasında da gözümüz gibi korumak-kollamak zorunda olduğumuz biricik şey, bu ‘çokluk içinde birlik’ fotoğrafı ve halkların demokratik geleceği için karşılıklı verdiğimiz tavizlerdir.
İttifakın Kartal’da gerçekleştirdiği miting de bu tahlillerimizi doğrulamaktadır. Toplumsal muhalefet cephesinde buluşan, yan yana duran örgütler, herkese güven vermektedir. Adeta bir mıknatıs rolü oynayan bu özelliği sayesinde kitlesel karşılığını sürekli büyütmektedir. Büyüyen bu kitlesel bünyenin güncel politik mücadeleye katılımında kimi problem alanları olsa da Kartal mitingi bir kez daha fotoğrafı netleştirmiştir. O da şudur: An itibariyle sadece politik güçler, örgütler değil halklar da egemen iki blok dışında bir yol arıyor. Bu yol arayışı önümüze kritik görevler yüklüyor. Günün ve geleceğin kritik görevlerinin başında toplumun gündeminin ittifaka, ittifakın gündeminin topluma daha fazla taşınması geliyor. Sıklıkla ve sıkılmadan altını çizmemiz gerekiyor; ülkede ideolojik, politik ve toplumsal bir hegemonya kurma ihtiyacı var. Bu boşluğu doldurma görevi, öncelikle ittifak zemininde buluşan sosyalist ve devrimci örgütlerin, hareketlerindir. İhtiyacı duyulan, dili, eylemi ve toplumsallığı güçlü bir sosyalist, devrimci politikadır. Yıkılmaya yüz tutmuş, köhnemiş düzen siyasetine son darbeyi vuracak olan da yerine yeniyi inşa edecek olan da bu politikadır. Artık sokaktaki insanın mevcut durum karşısında tahammülü kalmamıştır. Yoksullar, emekçiler, kadınlar, gençler bir yol aramaktadır; halklar ve inançlar bir yol aramaktadır; doğa isyan bayrağını çekmiştir. Bu gerçeği ıskalayacak her politik hat, ulaşabileceğimiz toplumsal potansiyelin ıskalanmasında pay sahibi olacaktır. Bu yönüyle Kartal mitingi, alana akanların dışında, akmayan-akamayan daha büyük bir kitle potansiyelinin fotoğrafını da çekti. Göreceğiz; seçimler yaklaştıkça on binler yüz binler, yüz binler milyonlar olacak. Milyonlarca insan kendi kaderini ellerine almak isteyecek. Tavrını, cesaretini, ferasetini ortaya koyacak. Bize düşen de kendimizi hapsettiğimiz mekânların kapılarını sökerek, duvarlarını yıkarak, sıkıştığımız dar alanları aşmaktır; zamansız ve mekânsız olmaktır. Zamansızlık ve mekânsızlık, halk hareketi olabilmenin, toplumsal hareket yaratabilmenin ön koşuludur. “Peki, bunu başardığınızda ne olacak?” diyenleri duyar gibiyiz. Ne mi olacak? Arkasına devletin ve iktidarın gücünü alarak kabadayılık yapanların karşısına dikilen milyonlar, hep bir ağızdan bağıracak: “Bırakın gelsin, bırakın gelsin. Gel hele gel gel…”