Şehirden geriye tek parça büyük bir arsa kaldı. Şimdi üzerinde rant hesapları yapılıyor. Meletîli şair ve yazar Tahir Abacı sinemaları, müziği ve toplumsal yaşamı ile deprem öncesi Meletî’yi anlattı
Hüseyin Kalkan
6 Şubat depremi kadim kentlerin büyük bölümünü yıktı. Bin bir hayatın sığdığı kentler artık birer yıkıntı. Yıkılan sadece evler değil, hatıralar ve hayatlar. İnsanlar yakınlarını yitirdi, evleri yıkıldı. Bundan sonra belki kelimelerde kentler inşa edip onların çatısı altına yerleşmek lazım. Meletîli şair ve yazar Tahir Abacı ile bir zamanlar Meletî’nin nasıl bir kent olduğunu ve nasıl dönüştüğünü konuştuk. Belki sözcüklerde kentleri inşa edemedik ama bir parça şehrimizi yad ettik.
Not; söyleşinin başlığı Tahir Abacı’nın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ kitabında mülhem.
- Gençliğinin Meletî’si nasıl bir şehirdi?
Gençliğimizin Malatya’sı, tam sanayileşememiş üretimde tarımın da ağırlıklı yer tuttuğu, haliyle nüfusun önemli bir bölümünün kırsal kesimde yaşadığı ülkenin diğer şehirlerinden pek de farklı değildi. Cumhuriyet döneminin sanayi politikaları gereği devlet yatırımı kimi işletmeler (Tekel, Sümerbank, Şeker fabrikaları) kurulmuş olmakla birlikte, daha çok tarımsal alanda üretim yapılan bir küçük üreticiler yöresiydi. Özgül ürün olarak kaysıcılık, pek çok aile işletmesinin geçim kaynağıydı. Üretim ilişkilerine bağlı olarak, kısmen sanayi işçiliği ve sendikalaşma hareketleri görülmekle birlikte, tarımsal kesimde yoksul köylülük, tarım işçiliği, yarıcılık gibi kategoriler ağır basıyordu. Öte yandan, coğrafi yapısıyla geçiş konumunda olması, tarihsel yapısı, bir demografik çeşitlilik yaratmıştı. Nüfusun daha çok kırsal kesimde ve yoksunluk şartlarında yaşaması pahasına şehir henüz kalabalıklaşmamıştı. Şehrin merkezinde bile, geleneksel tipte, iki üç katlı, ahşap ve kerpiç evler çoktu. Hatta şehir merkezinde tarımsal alanlara bile rastlanıyordu. Bunun yanında cumhuriyet modernizminin az çok yansıdığı binalar, bulvarlar, mekânlar da vardı. Bu tablo, 1970’lerin başından itibaren, köyden kente göçün hız kazanmasıyla değişmeye başladı. Betonarme binalar çoğaldı, eski cadde ve sokaklar dar gelmeye başladı, gecekondulaşma arttı. Yine de şehir yakın yıllara kadar yeşil dokusunu az çok koruyabildi. Caddelerde yürürken göğü görebiliyorduk.
- Ben birçok sinema hatırlıyorum. Şehir Sineması, Renkli Sinema, İstanbul Sineması. Kadınlar biraz çekingen ve gizli de olsa sinemaya giderdi. Sen neler hatırlıyorsun şehrin sevgisine dair?
Sinema bütün ülkenin kültürel dönüşümünde önemli bir işlev üstlendi. Andığın sinemalara ek olarak başka sinema salonları da açılmıştı. O yıllarda Adana ülkenin film dağıtım merkezlerinden biriydi. Bu nedenle birçok önemli filmi büyük şehirlerden önce bölge şehirleri, haliyle Malatya seyircileri izleyebiliyordu. Örneğin, Yılmaz Güney’in iz bırakan 1970 sonrası filmleri, sıcağı sıcağına Malatya’da da gösterime girmişti. Bu sinemalarda turneye çıkan tiyatro topluluklarının sergilediği oyunları da izlemiştik. Malatya’da yerel tiyatro girişimleri de oldu, ancak bunlar pek kalıcılık kazanamadı. Sözgelimi İlyas Salman da ilk oyunculuk denemelerini Malatya’da oluşturmaya çalıştığı tiyatroda yaptığını anlatır.
- Müzik denince aklıma Fahri Kayahan geliyor. Bedo geliyor. Senin araştırmaların var müzikle ilgili. Meletî ve müzik denilince neleri bilmek gerek?
Malatya’da yaygın bir müzik çeşitliliği var. Ancak bu müzikler daha çok ilçe bazlı kalmışlar, merkezileşememişler. Başta Arguvan olmak üzere, hemen her ilçenin kendisine özgü müzikal özellikleri, farklı karakterleri var. Kırsal kesimde filizlenerek şehirlere de ulaşan “halk ozanı” tarzı müzikte Barak ve Camşıhı ağızlarının etkisi hissediliyor. Örneğin Antepli Hasan Hüseyin olarak bilinen halk ozanı, aslında Malatya kökenli ve Arguvan müziğinde iz bırakmış bir sanatçı. Hekimhanlı Kemal Keskin’in seslendirdiği ezgilerde ise Sivas yöresi ile ortaklıklar görebiliyoruz. Kuşkusuz bu sanatçıların ortaya çıkışında, ritüellerinde saza ve ezgiye de yer veren Alevilik geleneğinin etkisi çok. Malatya, en güzel “semah” örneklerinin derlendiği yörelerden de biridir. Malatya şehir müziğinde ise, bu etkilerin yanı sıra, çevre illerin, özellikle eski ilçe Adıyaman’ın ve komşu il Elazığ’ın etkisi hissedilebiliyor. Bizim gençliğimizde meşhur olan Kemal Çığrık’ın doldurduğu plaklarda, özellikle uzun havalarda da, kırsal kökenden gelen etkiler belirgin. Yeşilyurt kökenli Necati Coşkun ve Hakkı Coşkun kardeşlerin seslendirdikleri ezgiler ise Doğu Anadolu şehir müziği karakterine daha uygun. Malatya kökenli ama az bilinen, 1950’lerde “Coşkun Kardeşler” adıyla plaklar doldurmuş iki kadın sanatçı da var. Mukaddes Coşkun ve Münevver (Mine) Coşkun. Onlar Arguvanlı. Daha çok Doğu Anadolu ezgileri seslendirmişler, filmlerde oynamışlar. Malatyalı Fahri diye ünlenen Fahri Kayahan ve Bedo diye ünlenen Bedri Karahan ise kendi tarzlarını yaratmış denebilecek iki sanatçı. Seslendirdikleri ezgilerde haliyle Malatya atmosferini de bulabiliyoruz. Udi Nevres Bey’den İlhan Kızılay’a, Ufuk Erbaş’tan Belkıs Akkale’ye, ayrıca diğer müzik dallarına kadar daha pek çok Malatyalı müzik sanatçısı sayılabilir. Arguvan müziğini yaşatan adlar ise saymakla bitmez
- Ailece gidilen park, bahçeler hatırlıyorum, Kernek Parkı’nın, Sümer Fabrikası’nın parkında böyle bahçeler vardı…
Daha çok şehir parkının içindeki Hürriyet Aile Bahçesi meşhurdu. Burada müzikli programlar da olurdu. İşletmecisi Zaza Cemil de meşhurdu, dönemin ünlü sanatçıları bu gazinodan gelip geçmiştir. Kernek Gazinosu’nun açılışı da olay olmuştu. Benim çocukluğumda orası Derme deresinin basamaklı şelale biçiminde düze indiği, arabacıların, faytoncuların arabalarını yıkadıkları bir yerdi. 1960’lı yılların sonlarında havuz ve gazino yapıldı. Selahattin Alpay’ın ilk sahneye çıktığı yer diye hatırlıyorum. Sümer Fabrikası’nın gazinosuna daha çok ekabirler takılırdı. Orada tiyatro gösterileri, konserler filan da olurdu ama daha çok şehir sosyetesinin katıldığı balolarla filan anılan bir yerdi. Serde sosyalistlik olduğu için, orayı pek sevmezdik.
- Ve siyaset tabii. Meletî neredeyse Türkiye siyasetinin ikinci merkezi idi, o zamanlar. Ve siz ailece siyasetin merkezindeydiniz. Bu uzun dönemi nasıl anlatabilirsin?
Daha önce dediğim gibi, Malatya geçiş konumunda oluşuyla, etnik köken ve mezhep çeşitliliğiyle, ayrıca “hemşerilik”in işlerliği gereği İsmet İnönü etmeni nedeniyle çevre illeri arasında öne çıkmıştı. Dünyada antiemperyalist eğilimlerin ivme kazandığı, sömürgeciliğe ve uydulaşmaya karşı tepkilerin yaygınlaştığı bir dönemde, Malatya’da demokratik ve sosyalist eğilimlerin, yerel faktörlerin de etkisiyle kitle tabanı kazandığını, bizzat içinden ve yaşayarak gözlemledik. Bu gelişme, haliyle sistemi rahatsız etti. Malatya, kışkırtmalarla, özellikle 1971- 1980 aralığında özel operasyon uygulanan illerden biri oldu. Buna, demokratik kesimlerin parçalanmışlığı, kitleselliği zedeleyen bazı eylemler, göçlerin etkisi, kırsalın şehirlere akışı gibi etmenler de eklenince bugünkü yapı ortaya çıktı.
- Deprem sürecini nasıl izledin, neler hissettin?
Deprem, 1999’dan bu yana hayatımızın bir olgusu haline geldi. Malatya’da pek çok deprem yaşamıştık ya da yaşlılardan dinlemiştik, ama bu ölçekte bir depremi doğrusu beklemiyorduk. Aslında tarihsel bilgi eksikliği, çünkü geçmişte Maraş ve Antakya yörelerini vuran depremler Malatya’yı da vurmuş. Depremi bizim akrabalar maddi kayıplarla atlattılar ama diğer illerdekiler dahil, giden her canla üzüldük, derin acı duyduk. Babamın büro olarak kullandığı bina da kalan arşiviyle birlikte ağır hasarlı hale geldi, sonra da yıkıldı. Depremden önce birkaç kez gitmiş, hepsini değilse bile, kurtarabildiğimiz kadar kitap ve belge toparlamıştık, tek tesellimiz de bu oldu.