Dargeçit belgeselinin yönetmeni Berke Baş ile yapımcı Enis Köstepen ile konuştuk Kayıpların hatırasını yaşatmak ve onların hakkını aramak için gösterdikleri tükenmeyen çabaları bize çok şey öğretti. Her duruşmada, bir kayıp yakınının çok güçlü bir şekilde ifade ettiği gibi ‘aradaki mesafenin’ nasıl açıldığını görmek çok yaralayıcı oldu
Ahmet Güneş
Türkiye devletinin inkâr ve asimilasyon politikası sadece dil ve kültür alanında yaşanmıyor. Geçmişi de inkâr ve zamanı asimile etme siyaseti bunlarla beraber yürüyor. 90’lı yıllara damgasını vuran ‘faili meçhul’ cinayetler silsilesi Kurdistan’da ve Türkiye’de binlerce can aldı. Kimi zaman katledilenler bir yerlerde bulundu ancak çoğu mezarsız kaldı. Bu türden devlet cinayetlerine karşı birçok direniş de ortaya çıktı. Bu direnişlerin en uzun soluklusu ise Cumartesi Anneleri/İnsanları oldu. Anneler/İnsanlar 1996 yılından bu yana her türlü baskıya, işkenceye ve cezalandırmaya karşı eylemlerini sürdürdü ve sürdürmeye devam ediyor.
Yakınlarını kaybeden ailelerin Türkiye’nin en işlek caddesi olan İstiklal Caddesi’nde her hafta yılmadan oturma eylemi yapıp hesap sorması birçok filme, kitaba ve sergiye konu oldu. Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın hesabını sorduğu ve faillerin yargılanmasını istediği olaylardan bir tanesi de Dargeçit davası olarak bilinen davadır.
Mardin’in Dargeçit ilçesinde aralarında 13 yaşındaki Davut Altınkaynak’ın da bulunduğu 7 Kürt yurttaş katledildi ve cenazelerine ulaşılamadı. Ailelerin mücadelesi ve kamuoyunun baskısı ile 2014’te bir kuyuda bulunan kemikler, bu 7 Kürt yurttaşın nasıl ve ne şekilde katledildiğini ortaya çıkardı. Yönetmen Berke Baş ile yapımcı Enis Köstepen, bu katledilmeyi ve ailelerin mücadelesini belge haline getirmek için ‘Dargeçit’ belgeselini çekti. İKSV’de ödül de alan belgesel, halen birçok yerde gösterimini sürdürüyor. Biz de Baş ve Köstepen’e sorular sorduk. Belgeselin çekim sürecini ve anlamını konuştuk.
Kişisel olarak şunu diyebilirim ki belgeseli herkes izlemeli ve bu tür dava dosyalarının belgesel çekiminin yapılmasının önemine bir kez daha şahit olunmalı. İyi okumalar.
- Neden ‘Dargeçit’ belgeseli? Bu konuya değinme nedenini anlatabilir misiniz?
Enis Köstepen: 2017’nin sonbaharında, Hafıza Merkezi’nde Proje ve Kaynak Geliştirme Koordinatörü olarak çalıştığım dönemde, Hafıza Merkezi’nin o dönem failibelli.org sitesi üzerinden takip ettiği davalara dair bir dava izleme toplantısı yapılmıştı. O toplantıya ben katılmamıştım; fakat o toplantıya katılan avukatlara, kayıp yakınlarına, gazetecilere, araştırmacılara bu alanda daha fazla ne yapılabilir diye sorulmuş. Ailelerden gelen bir talep, yürüttükleri hukuki mücadelenin görsel bir kaydının olması, bir belgeselin yapılması olmuş. Hafıza Merkezi’ndeki iş arkadaşlarım yapımcılık da yaptığımı bildiklerinden böyle bir belgeseli kim çekebilir diye sordular. Ben de uzun zamandır tanıdığım, Bağlar’ı (2016) yeni bitirmiş Berke Baş’ın tecrübesinin, çalışma biçiminin ve yaklaşımının böyle bir projeye uygun olacağını düşündüm. Bir gün buluşup ona böyle bir filmin yönetmeni olmak isteyip istemeyeceğini sordum. O da kabul etti. Şunu eklemek gerekir ki ilk başladığımızda belgeselin Dargeçit davasına odaklanacağına karar vermemiştik. O dönem yeni bitmiş ve devam eden davaları çalışmaya ve izlemeye başladık. Başlarda Cizre-Temizöz, Lice ve Dargeçit davalarını birbirine örmeyi hayal ettik. Fakat Berke kurguda zaman geçirdikçe bunun mümkün olmayacağını ve Dargeçit’in tek başına bir film olması gerektiğine karar verdi.
- Uzun süren bir mücadele süreci aslında Dargeçit Davası. Siz bu belgeseli ne kadar sürede çekebildiniz?
Berke Baş: Eylül 2017’de belgesel için çalışmaya Hafıza Merkezi’nin o dönemde takip ettiği zorla kaybedilme yargılamalarını araştırarak başladık. Bir yandan da dünyada ve Türkiye’de bu konuya eğilen literatürü ve sanatsal üretimleri tarıyorduk. Yaklaşık 9 ay süren ön hazırlıktan sonra Haziran 2018’de çekimlerimize başladık ve o dönem bitmiş olan Cizre davası, karar duruşması yaklaşmakta olan Lice davası ve uzun bir aradan sonra yeniden görülmeye başlanan Dargeçit davasına odaklandık. Daha sonra Dargeçit davasını daha gözleme dayanan bir yaklaşımla ve sürecin birçok yönünü yansıtabilecek şekilde kaydedebildiğimizi görünce, sadece o davayı anlatan bir film olmasına karar verdik. Şöyle düşündük, diğer bütün davalarda da gözlemlenebilen cezasızlık mekanizmasının nasıl işlediğini tek bir dava ile konuyu dağıtmadan ve ailelerin ve avukatın doğrudan tecrübesi üzerinden ortaya koyabilir miyiz? Çekimlerimiz Temmuz 2022’deki karar duruşmasına kadar devam etti. Ağırlıklı olarak Mardin’den duruşmalar için Adıyaman’a yapılan araba yolculuklarını ve adliye binası etrafında sohbetleri çekebildik. Ailelerden Altınkaynaklar’ın evi ile avukat Erdal Kuzu’nun avukatlık bürosu diğer iki ana çekim mekanımız oldu. Dediğiniz gibi uzun yıllara yayılan, artık 30 yılı bulan bir adalet arayışından bahsediyoruz. Bu zaman boyutunu çok sınırlı bir arşivi tarayarak yansıtmaya çalıştık. Belgeselci Veysi Altay’ın kendi filmi Bîr (Kuyu) için çektiği ve bizimle paylaştığı 2012 Dargeçit kazı görüntülerinin çok büyük bir yeri ve önemi var filmde. Burkay Doğan ve Ersoy Tan da 2011 ve 2014’te çektikleri videolarını paylaştılar, üçüne de minnettarız bu arşivi tuttukları ve bizimle paylaştıkları için.
- Çekimlerde herhangi bir sorun yaşadınız mı?
Berke Baş: İki kişilik bir ekip olarak ve çok küçük bir ekipman taşıyarak Mardin, Adıyaman, Nusaybin, İzmir ve İstanbul’da yaptık çekimlerimizi ve her gittiğimiz yerde çok temkinli davrandık. Kayda aldığımız aileleri ve avukatları huzursuz edecek, başkalarının gözü önünde onlara kamerayı yöneltecek bir ‘sürekli takipten’ kaçındık. Uygun görmediğimiz yerlerde kamera çıkarmamayı tercih ettik. O yüzden çekimlerde bir sorun yaşamadık ama Enis’le gösterdiğimiz hassasiyet ve dikkat sayesinde oldu bu.
- İKSV Film Festivali’nde ödül de aldınız. Son yıllarda festivallerde sansür, otosansür vb sorunlar sıkça gündeme geliyor. Siz neler söylemek istersiniz?
Enis Köstepen: Açıkçası İstanbul Film Festivali’nden davet almayı beklemiyorduk. Güzel bir sürpriz oldu. 2015’te Bakur’un İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminin engellenmesinden beri duyduğumuz ve belki duymadığımız birçok sansür vakası cereyan ediyor İstanbul Film Festivali’nde. 2014’te Antalya Altın Portakal’da Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek ile ülke gündemine oturan festivaller ve sansür/otosansür meselesi henüz çözülmüş değil. 2019’da yapılan kanun değişikliği sonrasında, yerli filmlerin de yabancı filmlerde olduğu gibi 18 yaş sınırlandırması ile eser işletme belgesi olmaksızın festival gösterimi yapabilecek olması önemli bir kazanım. Fakat eğer iktidar bir filmin gösterimini engellemek istiyorsa, ya da festivaller kendi üstlerine vazife çıkarmak istiyorlarsa filmleri programlardan çıkarmak ya da gösterimleri engellemek için birçok yöntem uygulayabiliyorlar. En son 2023 Antalya Altın Portakal’da Kanun Hükmü’nün programdan nasıl çıkartılıp, sinemacıların tepkisi üzerine sonra tekrar programa alınıp, programdan tekrar çıkarılıp, sonra da festivalin toptan nasıl iptal edildiğini hep beraber gördük. Türkiye’de siyasetin alanında yürüyen mücadeleden bağımsız olmayan, onunla ilişkili, siyasi mücadelenin kritik bir sahası sansür ve otosansür. Ve daha uzun bir süre böyle olmaya devam edecek.
- Konu itibariyle de ağır bir mesele. Çekimler esnasında en çok etkilendiğiniz bir anınızı dile getirebilir misiniz?
Berke Baş: Dargeçit aileleri ile avukatlar Erdal Kuzu ve Veysel Vesek ile geçirdiğimiz her an çok değerli ve çok özel bir deneyim oldu bizim için. Kayıpların hatırasını yaşatmak ve onların hakkını aramak için gösterdikleri tükenmeyen çabaları bize çok şey öğretti. Mahkeme salonuna her girişlerinde onların yüzüne bile bakmaya tenezzül etmeyen ve zaten sıklıkla değişen mahkeme heyetlerine o muazzam sorumluluk hissi ile olayı sil baştan anlatıp, gerçekleri birer birer ortaya dökme gayretleri bizi çok etkiledi. Onları yıldırmaya çalışan, yaşadıklarını yok sayan, gerçekleri manipüle eden, hatta onları ‘yalancılıkla’ suçlamaya kadar varan sanık avukatları ve yargıç heyetine karşı bu suçun adının konmasını ve faillerin cezalandırılmasını ısrarla talep ediyorlar. Her duruşmada, daha sonra bir kayıp yakınının çok güçlü bir şekilde ifade ettiği gibi “aradaki mesafenin” nasıl açıldığını görmek çok yaralayıcı oldu.
Dava 2025 yılında zamanaşımına uğrayabilir. Deneyimlerinizden yola çıkarak, neler söylemek istersiniz?
Enis Köstepen: Hafıza Merkezi Eylül 2023’te, ‘Zamansız Suçlar: Zamanaşımı ve İnsan Hakları’ başlığı altında bir sempozyum düzenledi. O sempozyumda yakınlarını ağır insan hakları ihlalleri sonucu kaybetmiş kişilerin söylediği ortak bir şey vardı. Hukukun tanımladığı ‘zamanaşımı’ kavramı onlar için bir şey ifade etmiyordu. Onların kişisel hayatlarında böyle bir zamanaşımı mümkün değildi. Ama Dargeçit davasının ya da benzer davaların duruşmalarını takip ettiğinizde gördüğünüz bir şey daha var. O da zamanaşımı sadece yakınların kişisel dünyasında geçersiz bir kavram değil, zamanaşımı siyasi olarak da kolektif, toplumsal hayatımız için de geçerli bir kavram değil. Kürt çatışması adil bir barış ile çözümlenmediği sürece, devlet görevlilerinin fail olduğu insan hakları ihlallerinde yargının yaklaşımı değişmediği sürece, hem benzer suçlar işlenmeye devam edecek hem de aynı şiddet zamanının içinde yaşamaya devam edeceğiz. Zamanaşımı esasında zamanın değişmediğinin bir göstergesi.
- Belgeseliniz festivallerde, bir de son olarak Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde izleyici ile buluştu. Sonrasında nerelerde izlenebilecek?
Berke Baş: Yazın gösterimlere bir ara veriyoruz ama Haziran sonu ve Temmuz başında Ankara’da DEMOS (Demokrasi Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği), Eskişehir’de Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ve Şirince’de Arkhé Projesi ile ortak gösterimlerimiz takvimimizde. Ağustos sonu ve Eylül başında İstanbul, Ankara ve Mardin’de yine çeşitli kurumlar ve sivil toplum örgütleri ile düzenleyeceğimiz gösterimler olacak.
- Bundan sonra ne gibi çalışmalarınız olacak?
Berke Baş: Belgeselde sadece Dargeçit davasına odaklanmaya karar vermeden önce Cizre ve Lice davalarını da çalışmış, arşiv toplamış, röportaj ve çekim yapmıştık. Onlara tekrar dönüp taze ve yine günümüzle ilişkilendiren bir bakış açısı ile nasıl değerlendirebileceğimizi görmek istiyoruz.
Enis Köstepen: Türkiye’de uzun metraj kurmaca yapımcılığının gittikçe zorlaştığı bu zamanlarda, uzun metraj belgesel alanında çalışmaya devam etmek istiyorum. Özellikle Dargeçit gibi uzun zamana yayılan projeler, yaşadığımız dönemi anlamlandırmak ve tartışmak için bugünlerde bulması pek kolay olmayan bir zemin sunuyor. Her şeyin çok hızlı konuşulup, tüketildiği günümüzün tartışma kültüründe, Dargeçit gibi filmlerin durup, ne yaşadığımıza bakmaya vesile olduğunu düşünüyorum.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Enis Köstepen: Kayıp yakınlarının, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, İHD’nin, MEYA-DER’in, YAKAY-DER’in, avukatların, insan hakları savunucularının, sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, sanatçıların, belgeselcilerin on yıllardır süren çabaları, emekleri, ısrarı olmasa Dargeçit’i yapmak mümkün olamazdı. Eğer onların ısrarı, mücadele azmi olmasa bu belgeselin aktarabileceği bir şey olmazdı. Bunu ne kadar vurgulasak az kalır. Türkiye’de hakikat ve adalet mücadelesi yıllar içinde dalga dalga, ısrar ile büyümüş ve büyüyecek. Dargeçit bu dalgaların bir parçası haline gelebilirse ne mutlu bize.