Türkiye’de göçmen işçilerin ölü bedenleri artık diri bedenler kadar meta değeri. Çünkü yakılıp yok edilen, bir ormana ya da yol kenarına atılan, gözlerden ırak yere gömülen göçmenler patronları ağır cezalardan ve ocak kapatmaktan kurtaracak kadar ‘kullanışlı’ ve güvencesiz görülüyor
Ercüment Akdeniz
Afganistanlı göçmen Vezir Mohammad Nourtani Zonguldak’ta kaçak işletilen bir madende çalışmaya başladı. Ailesi ekmeğe muhtaçtı, çocukları hastaydı. Kaçak madene inmekten başka çare bulamadı.
Nourtani’nin yakılmış cenazesi ormanlık bir yerde bulundu. İşletme sahipleri ve şüpheliler gözaltına alındı. İlk duruşma Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleşti. İzlediğimiz şey organize bir vahşetin yanı sıra sosyo/anatomik bir çürümenin hikayesiydi.
Önce duruşmadan notlar:
Adli tıp raporu diyor ki; Maktulün iç organları yanmış. Bazı organları bulunamamış. Nourtani ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker diyor ki; Sol böbrek yerinde yok.
Duruşmada söz alan maktulün eşi Qamer Nourtani diyor ki; “Eşim olaydan bir hafta önce ‘E.G. 20 bin dolar karşılığında böbreklerimden birini istedi’ dedi. Bu doğru mu, arayıp istediniz mi?” (E.G. isimli sanık işletme ortaklarından).
Yani korunmasız göçmen işçiler sadece ucuz işgücü olarak değil, organlarına göz konan bedenler olarak görülüyor. Böbrek alındı mı alınmadı mı, bunu soruşturma ve yargı sürecinde göreceğiz. Ama ne fark eder? İnsan bedenine bu gözle bakmak ve böbrek pazarlığı teklifinde bulunmak tespitimizi doğrulamaya yeter de artar bile.
Denetlemeyenler yargılanacak mı?
İşveren ortağı diyor ki; Bu maden 4 yıldır çalışıyor.
İşçilerin canının hiçe sayıldığı, ambulans ve hekimin olmadığı, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin yok sayıldığı kaçak maden ocağı 4 yıl boyunca nasıl ayakta kalır? Neden denetlenmez, neden kapatılmaz?
Denetimden sorumlu kişi ve kurumlar yargı önüne çıkarılmadan adalet sağlanabilir mi? Zira bu davada sorgulanması gereken hususlardan biri de vahşi kapitalist çalışma düzeni.
Kayıp göçmenler için araştırma önergesi
Nourtani ailesinin avukatı diyor ki; “Üç şişe alkol içmişler, kuruyemişleri yemişler. Yani yakılan maktulün başında olayı kutlamışlar”!
Hastane benzinlikten daha kısa mesafede. Ama göçmen işçiyi hastaneye götürmek yerine onu yakmak için benzinciye gitmişler.
“Kimliği yok, zaten Afgan, yakıp atalım” demişler.
Nourtani’yi saatlerce bagajda taşımışlar. Kaçak maden çalışmaya devam etsin diye yerine hemen bir başka Afgan işçi getirmişler.
Sosyal Bilimci Magdoff’un “Kullan at emekçileri” teorisi bu kez Zonguldak’ta işte böyle vuku bulmuş. Kaçak çalıştır, posasını çıkar, ölünce bedeni ocaktan çıkar ve buhar et.
Türkiye’de göçmen işçilerin ölü bedenleri artık diri bedenler kadar meta değeri. Çünkü yakılıp yok edilen, bir ormana ya da yol kenarına atılan, gözlerden ırak yere gömülen göçmenler patronları ağır cezalardan ve ocak kapatmaktan kurtaracak kadar “kullanışlı” ve güvencesiz görülüyor.
Kimsesizler mezarlığında acaba kaç yakılıp gömülmüş göçmen işçi yatıyor? Kendi başına bu soru Meclis’te bir araştırma önergesini hak etmiyor mu?
Kaza değil bu bir cinayet
Diğer sanıkların aksine işveren ortaklarından H.K. diyor ki; Nourtani vagon arasına sıkıştı.
Bu ifade iş cinayetini doğrulamıyor mu? Öyle ise ve belki de iş cinayetini örtmek üzere bir vahşetle karşı karşıyayız. Davanın seyrini değiştirecek bu ifade üzerinde durmak lazım. Zira olay münferit bir vaka değil, iş cinayetleri kapsamında ve sistematik suçlar silsilesinin bir halkası.
“Kaza değil bu bir cinayet!” Bu slogan hemen her ölümlü iş kazasından sonra işçiler tarafından atılır. Haklıdırlar. Çünkü ihmaller zinciriyle gelen, işçi sağlığını maliyetten sayıp önlemlerden kaçan her patron göz göre göre gelen ölümlere davetiye çıkarmış demektir. Nourtani’nin kalp krizi sonucu öldüğü iddiaları bu gerçeği değiştirebilir mi? Var sayalım ki kalp krizi geçirdi. Ona müdahale edecek sağlık personeli nerede? Kaçak maden ocağında işyeri hekimi hak getire! Buyurun size iş cinayeti.
Sosyal çürüme
Zonguldak… Bir zamanlar emeğin başkenti diye anılırdı. 100 bin madencinin Ankara yürüyüşü hala hafızalarda.
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nu (TTK) adım adım tasfiye ettiler. Taşeronun taşeronu olan rödovans sistemini getirdiler. Sendikalı işçi sayısını dibe çektiler. Ardından her yerden kaçak maden ocakları türedi. Gecekonduların bahçesi kaçak maden ocaklarına açıldı. İkinci nesil madenci çocukları Soma’ya Kınık’a yol alırken, geride kalan binlercesi işsiz kaldı. Kaçak maden ocaklarına üç kuruşa çalışacak Afgan işçiler transfer edildi.
Kısa yoldan para kazanmak, işçinin tepesine basmak “girişimcilik” sayıldı. Irkçılık aynı zamanda göçmen işçilerin vahşi sömürüsü için kullanıldı. Sanıkların çoğu ortaokul mezunu. Mafya-Göçmen kaçakçıları-Milliyetçi siyaset erki el ele verdi. Patronlardan birinin MHP eski belde başkanı olması manidar değil mi?
Elbette vahşi bir yakma olayından bütün Zonguldak halkı sorumlu tutulamaz. Fakat adım adım örülen sınıfsal yıkım ve sosyal çürüme tıpkı kanser hücrelerine benziyor. Kanser hücreleri kentin sosyal dokusuna yayılıyor. Bu nedenle ilk bulguda mücadele edilmesi gereken sosyo patolojik bir vaka ile karşı karşıyayız. Yoksa ırkçılık ve para hırsıyla işlenen cinayetler çok daha geniş bir alanı kaplayacak.
GMİS nerede?
Nourtani dava duruşmasının ilkinde Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) yoktu. Neden yok?
Üyesi olmayan, aidat vermeyen işçiler madenciden sayılmıyor mu?
Kaçak ocaklar neden sendikanın gündemi değil?
Göçmen işçiler işçiden, insandan sayılmıyor mu?
Nourtani davası sendikacılığın da turnusol kağıdı olacak.
Emek örgütleri, madenciler, demokrasi güçleri, hak savunucuları, göç çalışan akademisyenler bu davaya sahip çıkmazlarsa kentin ve ülkenin makus talihi nasıl değişebilir?
Bu kaçıncı?
Yakın zamanda Almanya’da neo-Naziler göçmen işçileri yaktılar. Kurbanlar arasında Türkiye’den giden gurbetçilerimiz de var. Her yıl onları anarız, ırkçı dazlakları kınarız.
Peki, bizdeki yakmaları ne yapacağız?
Nourtani’nin yakılan bedeni ilk değil ki!
Daha önce İzmir Güzelbahçe’de inşaat işçisi üç Suriyeli yakılarak katledildi.
Adana Mersin yolunda bir portakal bahçesinde Suriyeli işçi Mustafa El Recep’in cansız bedeni bulundu. Mustafa da fabrikada öldükten sonra dışarı taşınıp yol kenarına atılmıştı.
Bunlar bildiklerimiz, ya bilmediklerimiz?
Irkçılıkla, vahşi kapitalizmle, insan yakma eylemleriyle yüzleşmek şart.
Hem Zonguldak’ın hem de bütün bir memleketin üzerindeki ağır sorumluluktur bu.
Bir sonraki duruşma 8 Temmuz’da.
***
NOT: Bu yazıyı Yeni Yaşam Gazetesi’nin 6’ncı yılına atfediyor, özgür basın yolunda nice yıllar diliyorum.