“…Bir yol kavşağındasın, fakat mutlaka değişecek kaderin.
Bunu bekliyor ıslak çukurlarda üşüyen şu yoksul çocuk, bunu bekliyor göz evleri kurutulmuş analar, bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek, bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan;…
Kuşan kendini artık, biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla;
Ey halk, haykır acını bu kara dumanı dağıt.”
Nihat Behram
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından, her siyasi çevre ve (neredeyse) iddialı her siyasi-entelektüel figür seçimler üzerinden memleketin geldiği ve gideceği yer üzerinden, gündemi analiz etmeye çalıştı. Merkezinde Saray iktidarının durduğu bir tür şeytan taşlama ayini gibi olan bu tür yazıların ortak sorunu, aşırı ‘politik’ yaklaşımdan dolayı, tarihsel derinlik ve sosyolojik güncellik tarafının zayıf olmalarıydı.
Öte yandan, diğerlerinden biraz daha ayrıksı duran, ama seçim sonrası gündemin hayhuyunda pek de tartışılamayan, Osman Özarslan tarafından kaleme alınmış olan yazı, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi sürüklediği yeri, Türkiye’nin yapısal sorunları, coğrafi pozisyonu, tarihsel sosyolojisi ve iktisadi marazlarını işin içine katarak, tarihsel süreklilikleri ıskalamadan, göstermeye çalışan bir yazıydı.
Özarslan, her şeyden önce, Türkiye’nin güncel durumunu, AKP-Tayyip lakırdısının ötesinde, belirli bir sosyo-tarihsel çerçeveye oturtmaya çalışıyor. Bu çerçeve aslında bir bakış açısı, daha doğrusu, Türkiye’nin tıpkı 1908’de II. Meşrutiyet dönemindekine benzer bir kavşağa geldiğini göstermek için oluşturuluyor. Özarslan’a göre, Tayyip Erdoğan’ın, ısrarla bir Abdülhamitçilik inşa etmeye çalışması, Neo-Osmanlıcı bir fantezi olmanın ötesinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik, tarihsel koşulların Abdülhamit’in Anayasayı ve I. Meşrutiyet’i askıya alıp, içeride istibdadı, jurnalciliği, sadaka ekonomisini, göstermelik bir kamusallığı; dışarıda da günü kurtarmak için bir İngiltere’ye, bir Almanya’ya, bir Rusya’ya yakınlaştığı, ‘dâhili ve harici bedbahtlardan’ kendini korumak için, üç tarz-ı siyaset olarak bilinen, liberallik, İslamcılık ve milliyetçiliği sırayla tükettiği, II. Meşrutiyet öncesi döneme çok benziyor. Bu dönemde, seküler hukuk ve politika tükendikçe, Sultan tıpkı şimdiki gibi evliyalaştırılıyor, kült haline getiriliyor…
Sonrası malum, tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi, istibdattan kurtulmak için, bütün toplumsal kesimler, Osmanlıya bağlı bütün ulusların entelektüelleri, siyasetçileri, dağa çıkmış Osmanlı zabitleri, azınlık halklar, Abdülhamit’e karşı birleşiyorlar ve gerçekten Abdülhamit’i önce II. Meşrutiyet’i ilan etmeye sonrasında da, istifa etmeye mecbur bırakıyorlar…
Özarslan’ın yazısında ima ettiği kavşak, yani Türkiye toplumunun yüz on bir sene sonra yeniden gelmiş olduğu kavşak işte burası. Özarslan’a göre, Türkiye’de muhaliflerin önünde iki seçenek var: Ya yine II. Meşrutiyet sonrası 1913 saray darbesi günlerinde olduğu gibi, toplum, seküler-militer bir ulusçuluğun pençesine bırakılacak ve 1915’ten beri süren “yerli-milli” talan ekonomisi, komşu ulusların ya da rejime muhalif olanların tehcir/tedip/tenkili ile sürmeye devam edecek, ya da II. Meşrutiyet’te askıya alınmış olan, seküler hukuk, azınlık hakları, kardeşleşme, kamusal alanın devrimciler ve sivil toplum örgütlerince kullanılabilmesi, sendikal örgütlenmelerin genişlemesi, kadının toplumsal hayata katılımının önündeki engellerin kaldırılması, bilhassa matbuat ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması…
Özarslan’ın yazdıklarına bakarak, şu anda yeni bir başlangıç imkânındayız. NeoOsmanlıcılık görümünde, neo-İttihatçılık kuşağına saplanıp kalma ve 1915 tehcirine benzer biçimde Kürtlerin tenkil ve mecburi iskânı, emperyalist paylaşım savaşlarında yancılık gibi büyük felaketlerle karşılaşma ihtimali halen olmasına rağmen, İstanbul’da AKP, Ergenekon, MHP gibi Üçüncü Milliyetçi Cepheyi oluşturan koalisyonun sırtını yere getiren, muhaliflerin, taleplerine kulak kabartarak özgürlükler dünyasının kapısını aralama imkânı mevcut.
III. Milliyetçi Cephe cari olarak iktidarda, Ergenekon, Erdoğan, Bahçeli, Perinçek aralarındaki büyük meseleleri şimdilik erteleyerek, koalisyonlarını baki kılmaya çalışıyorlar. Bu koalisyonu yıkmak için sosyalistler, demokratlar, HDP ve ayrıca CHP içerisindeki demokrat taban olmak üzere bütün toplumsal kesimlere, entelektüellere, sivil toplum örgütlerine, arkadaş komünlerine daha fazla iş düşmüyor mu?
* Osman Özarslan’ın Gazete Fersude’de çıkan yazısına şu linkten ulaşılabilir: