Dün geceden beri “Hepimiz Webóyuz”… Paris’teki Şampiyonlar Ligi maçında Başakşehir’in Kamerunlu yardımcı teknik direktörü Pierre Achille Webó Kouamo’nun “zenci [‘negro’]” diye nitelemesine karşı bütün memleket ayakta… Bu memlekette bu nasıl bir ırkçılık hassasiyeti ve nasıl böyle pıtrak gibi yayılabiliyor, şaşmamak elde değil.
“Af edersiniz” demeden Ermeni ya da Rumlardan söz edemeyen bir kültürün baş sözcüsü Erdoğan’ın “Sporda ve hayatın tüm alanlarında ırkçılığa ve ayrımcılığa kayıtsız şartsız karşı” olduğuna inanalım mı gerçekten? Erdoğan rejiminin öz çocuğu Başakşehir, içine doğduğu kültürü ve ruh halini yeniden üretmiyor ve yansıtmıyor olabilir mi?
Gene de, Erdoğan’ın upuzun gölgesi Başakşehir’in siyahları Webó ve Demba Ba’nın haysiyet kavgasının üzerini örtmemeli. Onları siper alan yandaş yaygaracılığı da, Paris Saint Germaine’in siyahları Kimpenbe, Neymar ve Mbappe’in sergiledikleri göğüs kabartan mazlum dayanışmasını ve bu dayanışmanın UEFA’nın sahadan çekilen Başakşehir aleyhine tek yanlı bir karar almasını önlediğini unutturmamalı. Kurallara göre sahadan çekilen takımın hükmen yenik sayılması ve 250 bin Avro para cezasına çarptırılması gerekirken siyah oyuncularının ısrarıyla Paris Saint Germain’in de sahadan çekilmesi, UEFA’ya hakem heyetini tamamen değiştirerek maçı ertesi gün kaldığı yerden devam ettirmek dışında bir yol bırakmadı.
Futbol sahasında sergilenen büyük insanlık tablosundan sonra maçın sonucunun artık hiçbir önemi kalmadı. İki takım oyuncuları yan yana, siyahların öncülüğünde iki görkemli zafer birden kazandılar: Hem ırkçılığı hem bencilliği yendiler. Egemen futbol düzeninin kuralları mazlumların direnişiyle bir an için de olsa askıya alındı. 22 oyuncu bütün insanlık adına siyasi ve ahlaki bir başarı kazandı.
Ama hepsi buraya kadar. Paris’te kendiliğinden patlak veren sporcu isyanı Tayyip Erdoğan’ın ırkçı ve ayrımcı kitle kültürü mühendisliğinin kalesi Başakşehir’i aklayamaz. Siyah futbolcular futbol kariyerlerinin bir uğrağında Türkiye’de oynadıkları sırada uğradıkları haksızlığa başkaldırdılar diye bu ülkenin spor kültürüne içkin ırkçılık temize çekilmiş olamaz.
Erdoğan’ın Başakşehir’i bir iktidar projesidir; 12 Eylül darbesiyle Kenan Evren’in başlattığı diktatörün “kendi” futbol takımına sahip olma iddiasının devamıdır. Camiye, Kuran kursuna sığmayan başıboş gençlik enerjisini icat edilmiş bir asabiye etrafında toplama, siyasi İslamın toplumun dokusuna “taraftar kültürü” formunda nüfuzunu sağlama, kitle psikolojisinin holiganizmle yoğrulabileceği bir ağ oluşturma teşebbüsüdür.
Başakşehir, uzun süre İBB arpalığından sebeplendi; artık Erdoğan’ın “ahbap çavuş” kapitalizminin emme basma tulumbasından besleniyor. Başlıca sponsorlarından biri, sülalenin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın mutemetliğindeki hastaneler zinciri Medipol. Üçüncü havalimanının inşaat ve işletmesini gerçekleştiren konsorsiyumda rol alan bütün hormonlu şirketler de Başakşehir’in arkasında.
Memleket siyasetinde ırkçılık kol gezerken, bu ekonomik ve siyasal dünyanın izdüşümü olan profesyonel futbolda ırkçılık gerçekten bu kadar hararetle kınanıyor olabilir mi? Öyle olsa, örneğin Cizrespor futbol kulübü neden 2020 başında “ırkçı baskılar ve hakemlerin ırkçı tutumları”nı gerekçe göstererek Üçüncü Lig’den çekilecekti?
Madem artık “hepimiz Webóyuz”, Cizrespor’un Trabzonlu teknik direktörü Metin Akpunar’ın anlattıkları karşısında bu taze ırkçılık karşıtlarının Webó olmadan önceki günleri için şu kadar olsun mahcubiyet hissetmelerini beklemek çok fazla şey mi istemek olur?
“Hemen hemen her deplasmanda karşı takımın taraftarlarının sözlü saldırısına maruz kaldık” diyor, Akpunar. “‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ sloganları attılar. Dünya futbolunda siyah sporculara karşı ırkçılık yapılıyor ama Türkiye’deki ırkçılık artık çok sert bir noktaya ulaştı.”
Ya Cizrespor Başkanı Sezai Ençkü’nün şu anlattıkları?
“Cizrespor maçlarında görev alan hakemler, gözlemciler sanki biz bu ülkenin bir vatandaşı değilmişiz gibi muamele ediyor […]” diyor Ençkü. “[Deplasman maçlarında] taşla, sopayla saldırıya uğradığımız da oldu. ‘İt girer, Kürt giremez’ diye pankart asıldığını bile gördük.”
Onunla da kalmadı, bu ülke, 2016’da bodrumlara sığınanlar ateşe verilirken Cizre’nin duvarlarına PÖH imzasıyla yazılan “Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim” sloganının Eskişehir Stadyumu’nda yankılandığını da gördü…
Hiçbir kentte durumun Eskişehir’den daha aydınlık olmadığını düşünürsek, toplumsal boyutlara bürünmüş ırkçılığı ortadan kaldırmanın hiç de kolay olmayacağını öngörebiliriz. Ancak bunca ırkçılığı bir Webó’nun arkasına geçerek örtme riyakârlığının ne kadar muteber olduğuna bakınca, yalnızca politik ve kültürel değil, daha derin bir ahlaki yozlaşmayla da başa çıkmak zorunda olduğumuzu ürpererek görüyoruz.