William Shakespeare’nin ‘Hamlet’ oyununun bir sahnesinde Hamlet, mezar kazıcıyı göstererek sorar: “-Yaptığı işin farkında değil mi bu adam? Türkü söylüyor mezar kazarken”
Horatio’nun cevabı: “-Alışmış, umursamıyor artık!”
***
Tıpkı mezarcı gibi toplum savaşa, şiddete, vahşete alıştırılmaya çalıştırılıyor sanki.
Kimi zaman alışmak insanı umursamamaya, giderek duygusuzluğa, vicdansızlığa iter. En olmadık şeyler olağan hale gelir, sıradanlaşır.
Biat kültüründe her şey ezbere dayalıdır. Muhakeme gücü devre dışıdır.
Kişi kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bir hale getirilmiş. Oysa birey olabilme, insanın kendine sunulanın ya da dayatılanın ötesine geçebilmesi olay ve olgulara eleştirel bakmasıyla mümkündür.
İnsanın insana hiddeti ve şiddeti kader değildir. Hiçbir düşünce, inanç, hiçbir devlet ya da yetki, hiçbir örgüt ya da kurum elde edilmeye çalışılan hiçbir şey insanın “yaşama hakkı”ndan daha üstün değildir. İnsan hayatını temel almayan, yaşamı siyasetin merkezine koymayan barış için çalışmayan hiçbir sistem ve yönetim de adaletli olamaz.
***
Savaş naralarının atıldığı böyle süreçlerde daha da anlamlı oluyor barışı seslendirmek.
Sözü bu alanda çalışan bir vakfa, Barış Vakfı’na getirmek istiyorum. Barış Vakfı, içinde bulunduğumuz bu zor zamanlarda barış açısını savunmanın yolunu, yöntemini birlikte bulmak; Şiddetin, çatışmanın toplumsal yaşamdan ve Türkiye’nin gündeminden çıkaracak yeni bir sürecin gelişmesine hizmet edecek bir barışı konuşmak amacıyla, geçen hafta sonunda farklı duyarlılığa sahip sivil toplum örgütlerinden, akademisyenlerden, gazetecilerden ve kanaat önderlerinden oluşan insanların yer aldığı bir çalıştay gerçekleştirdi Diyarbakır’da.
Bilmeyenler için belirtmekte yarar var: Barış Vakfı; toplumun değişik kesimlerinden barış yanlısı bir grupça 2016 yılında kurulup resmiyet kazanmış bir oluşum. “Eşit, Özgür ve Demokratik Bir Gelecek” şiarıyla: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan yaşam hakkının ve diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması, evrensel insan hakları prensiplerinden hareket ederek Türkiye’de ayrımsız herkes için demokrasinin ve sosyal adaletin tesisi ve bütün bunlar için temel şartlardan biri olan kalıcı barışın sağlanmasını esas alan ve bu kapsamda barışın adil, eşit ve demokratik biçimde inşasına, toplumda barış ve uzlaşma kültürü geliştirilmesine, bir arada yaşamın sosyal zeminlerinin güçlendirilmesine katkı sağlamayı amaçlıyor.
***
Böyle bir süreçte barışı seslendiren, barış umudunu diri tutan bu tür çalışmaların çoğalmasına büyük ihtiyaç var.
Her bakımdan zor bir süreçten geçiyoruz. Barış diyenlerin suçlandığı savaş diyenlerin alkışlandığı bir dönem bu. Gazetelere atılan manşetler TV’lerdeki yorumlar koro halinde savaş naraları atıyor.
İşin insana en acı veren yanı bu savaşların geniş kitlelerce benimsenmesi ve desteklenmesi. Düşünmeyen, araştırmayan, biat kültürüyle şekillendirilmiş insanlar yalan-yanlış bilgi ve propagandalarla savaşın hem sebebi hem mağduru durumuna getirilmiş. “Propagandayla zehirlenmedikleri sürece, kitleler asla savaş düşkünü değildir” der Albert Einstein.
***
Sözün özü: Barış içinde bir yaşamı hazırlamada kendine insanım diyen herkese görev düşüyor.
“Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz, ama savaş sizinle ilgilenmektedir” diyor ya Stefan Zweig. Bu gerçeği unutmadan düşünce ve amaçları ne olursa olsun her kesimin ve onları temsil eden kitle örgütlerinin bu konuda aktif rol üstlenmeleri gerekir. Ancak bu sayede savaşı kışkırtan politikaların önüne geçilebilir. Evet. İnsan ve onun geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran endişeye rağmen, korku ve umutsuzluk doğmamalı. Korku değil cesaretle savaşın karşısına dikilmek zorundayız.
Ne diyordu Yaşar Kemal: “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır.”