Rojda, “Onun adı artık Türkiye kahvesi’’ diye lafa girdi. Bizler gülüşürken, Melike, “Halkları Türkiyeleliştiremedik ama kahveyi daha demokratik hale getirdik” diye ekledi
Evrim Deniz
Sarı sarı yapraklar yol boyunca yere dökülmüş. Yağmurlu günleri sevdiğimiz nadir şehirlerden biri Diyarbakır. ‘Turistler yağmurlu günleri sevmez sokaklar boştur’ diye düşünüp Çift Kapı’dan Anzele’ye doğru yürüyoruz. Sur’un bizlere kalan mahallelerinden geçip kahve içmeye gideceğiz. Anzele kış olduğu için durgun. Her seferinde Sur’un mahallelerinde dolanırken Margosyan’ın o sözünü anımsıyoruz, “Ne Gavur’u ne mahallesi, ne kilisesi kaldı”. Yaşlılar yağmurdan olsa gerek kapılarının önünde değil. Ara sıra evlerin, kapalı kapılarının ardındaki hewşlerden (avlu) çocuk sesleri gelse de sessizlik hakim mahallelerde. Uzunca yürüyüş, dar ve dönemeçli sokaklar, sonunda Sakine’nin yanına vardık. Sakine’nin Suriçi’nde küçük bir işletmesi var. İçeride müşteriler takılara bakıyor. Fiyatlar pahalı gelmiş olmalı ki, bir şey almadan gidiyor. Sakine de duruma kızıyor, ‘’Ma ne ucuz ki’’ deyip, kahve için önceden hazırladığı közleri kontrol ediyor. Kahveye davetli iki kadın daha var. Biz onları beklerken Sakine, bir yandan közleri çevirip bir yandan takılara kullandığı malzemelerin maliyetinden ve verdiği emeğin karşılığını alamadığını anlatıyor.
Melike ve Rojda da geldi, kahveler pişti. Melike, Suriçi’nde doğmuş büyümüş. Benim her seferinde kaybolduğum sokakları avucunun içi gibi bilir. Rojda henüz 20’li yaşlarının başında. Babasıyla birlikte Suriçi’nde bir hırdavatçı işletiyor. Kahvelerimizi içerken içeriye genç bir erkek giriverdi. Genç, önce bizlere sonra içeriye bakarken Sakine, ‘buyurun’ diyerek ayaklandı. Genç erkek, dışarıda hutbe okunduğunu, bu yüzden müziğin kapatılması gerektiğini söyledikten sonra bizler daha ne olduğunu anlayamadan arkasını dönüp gitti.
Sakine bir hışımla gidip müziğin sesini kıstı.
Rojda: “Bunlar da iyice hadlerini aşmaya başladılar.”
Sakine: ‘’Neye şaşırıyorsun, her gün gelip buna benzer uyarılar yapıyorlar. Bazı günler çocuk yolluyorlar uyarmak için. En çok da ona yanıyorum. Küçücük çocuklar bizlere düşman kesiliyor. Allah bilir neler anlatılıyor onlara.”
Melike, dayanamayıp araya girdi; “Ne olduğunu doğru düzgün anlat”.
Sakine, Suriçi’ndeki çoğu dükkanın radikal İslamcılar tarafından satın alındığını aktarıp, “Beni de yerimden çıkarmak istiyorlar” diye ekliyor. Rojda ise babasıyla birlikte benzer bir sorunla karşılaştığını belirterek, “Bizim dükkan daha işlek bir yerde. Hemen sağımızdaki ve solumuzdaki dükkanlar da yeni satıldı. Ve babama sürekli, ‘Namaza niye gelmiyorsun, kızın burada kız başına çalışmasın. Filistin’de savaş var müziği kapatın’ gibi uyarılar yapıp duruyorlar. Babam da yaşlı adam, bu saatten sonra yerimizden olmayalım diye laf etmiyor” dedi.
Melike öfkeyle, “Bunlar, Suriçi’nde yaşanan savaşın ardından zorla göç ettirme politikasının ve değişen etnik demografinin etkileri. İstedikleri de buydu zaten. Geçenlerde bir kafede oturuyorum. İçeriye bir çocuk girdi, mekanın sahibini sordu. Kadın çalışan da burada olmadığını söyleyince çocuk, küfürler savurmaya başladı. ‘Burada alkol satıyorsunuz, karı kız girip çıkıyor. Hepinizi temizleyeceğiz Allah’ın izniyle’ deyip gitti. Dehşete düştüm gerçekten. Kadına da sordum ‘kim bu’ diye. Sürekli gelip buna benzer şeyler söyleyip gidiyormuş. Babasıyla konuşmuşlar ama o da müdahale edemediğini, çocuğun evden kaçıp ‘abiler’ dediği kişiler ile vakit geçirdiğini söylemiş.”
İçeriye müşteriler girdi. Sakine yanlarına gidip ‘özel bir şey arıyor musunuz’ diye sordu. Birkaç anahtarlık alıp gittiler. Yanımıza gelen Sakine, “Geçenlerde ara sokaklardan birinde duvara ‘Tağut nedir’ yazan çocukları gördüm. Beni gördüler ama hiç rahatsız olmadılar. Sadece burada da değil şehirde birkaç yerde yazmışlar duvarlara” diye anlattı gördüklerini.
Rojda: “Harbiden o ne demek ya?”
Melike ise “Allah’tan başka bir şeye tapan insana denir. Ama sadece tapmak değil, oy veren, yoga yapan ya da burçları takip eden insan da ‘Tağut’ olarak adlandırılır” deyip ekliyor,
“Doğup büyüdüğüm mahalleyi tanıyamıyorum.”
Sakine ve Melike bu duruma kızıyor. Hep bir ağızdan, ‘bu kadar umutsuz değiliz’ deyip mahalleden ayrılmamayı, kadınların ve kurumların daha çok Suriçi’nde aktif olması gerektiğini vurguluyorlar.
Melike: “Bak biz evlerimizi, burayı terk etmiyoruz. O kadar güçlü değiller. Küçücük çocukların arkasına sığınıyorlar. Gerekirse sıfırdan başlarız. Onlar gelir biz mücadele ederiz, onlar gider. 90’larda başardık, yine başaracağız.”
Sakine konuyu dağıtmak istedi, “Bir Türk kahvesi daha içer miyiz” diye sordu.
Rojda, “Onun adı artık Türkiye kahvesi’’ diye lafa girdi. Bizler gülüşürken, Melike, “Halkları Türkiyeleliştiremedik ama kahveyi daha demokratik hale getirdik” diye ekledi.
Sakine: “O zaman bir Türkiye kahvesi daha içer miyiz?”