Egemenler için, kırk milyon Kürdün “sorunum var, dilim yasaklı, kimliğim yasaklı” diye isyan etmelerinin, bunun için ağır bedel ödemelerinin bir önemi yok. İki Kürt bakan varsa Kürt sorunu yoktur! Bir Türk dünyaya bedeldir, ona hizmet eden iki Kürt de geriye kalan 40 milyon Kürde bedeldir!
Tekçi rejim, yıllarca “Kürt yoktur” söyleminde ısrar etti, verilen ağır bedeller neticesinde Kürdün varlığını yarım ağız ve kerhen kabul etmek zorunda kaldı, şimdi de Kürdün sorununu inkâr ediyor. Her inkâr için enstitüler kuruldu, kurumlar inşa edildi, koca koca teoriler üretildi, sırf bu inkarın ezberini üretiyorlar diye, birilerini “akademisyen” sıfatıyla ekran ekran gezdirdiler, bütün imkanlarıyla bunun propagandasını yaptılar. Bu teorilerin ve inkâr söylemlerinin bir kısmı mücadele sonucunda tarih oldu. Ama egemenin aklında da dilinde de üretilen her inkâr teorisi ezberlenen ilk haliyle kaldı. “Kürt sorunu yoktur çünkü Kürt bakanlar vardır” söylemi bir inkâr ezberi olarak varlığını sürdürüyor. Yıllar yılı “Kürtlerin ne sorunu var? Bakan oluyorlar, milletvekili oluyorlar, hatta Özal örneğinde olduğu gibi başbakan oluyorlar” argümanlarını ileri sürdüler. Erdoğan, “Kürt sorunu yok benim kabinemde iki Kürt arkadaşım var” derken sadece bu teorinin güncel halini tekrarlamıyor, devletçi inkâr tarihine esaslı bir göndermede de bulunuyor, o zihniyeti referans alıyor.
Bu tarihsel bir reflekstir. Kemalistlere göre, tekçi rejimin inşa senedi olan ve sekiz ay süren Lozan Antlaşması görüşmelerinde, iki Kürt sayesinde, uluslararası alanda Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin yok sayılması sağlandı. Bu isimlerden biri, İsmet İnönü başkanlığında Lozan’daki görüşmelere giden heyette danışman sıfatıyla yer alan Diyarbakır Milletvekili Zülfü Tigrel’dir. Tarihçi Ayşe Hür’ün Kürt hukukçu Mustafa Remzi Bucak’ın 1965’te İsmet İnönü’ye gönderdiği mektuba dayandırarak aktırdığı bilgilere göre; Zülfü Tigrel, Lozan’a kadar gitmiş, konferansa katılarak heyette Kürt vekil olduğu algısı yaratmış ancak, azınlıklar meselesinin tartışıldığı oturumda, İnönü’nün talimatı doğrultusunda, hasta olduğu gerekçesiyle katılmamıştır. Böylece, giden heyetin Kürtleri de temsil ettiği ve “asli unsur olan” Kürtlerin bir taleplerinin olmadığı müzakerecilere kabul ettirilerek Kürtler azınlık haklarından bile mahrum bırakıldı.
İkinci isim ise, dönemin Dersim Mebuslarından olan ve Lozan Konferansına Kürtler adına telgraf gönderen Hasan Hayri Beydir. Çeşitli kaynaklarda farklı portrelerle anlatılan Hasan Hayri Bey’in tarihsel Kürt ve Türk ittifakını referans alarak “Kürtlerin Türklerden ayrılmayacağına” dair Lozan’a gönderdiği telgraflar da aynı zihniyet tarafından Kürdün uluslararası inkarının gerekçesi olarak kullanıldı. Hatta kimi anlatılara göre; İsmet İnönü bile Lozan Konferansı görüşmeleri sırasında, Kürtlerin hakları tartışma konusu olurken “Ben Kürdüm” diyerek Kürdün herhangi bir hak talebinin olmadığını ilan etmiştir. Gerekçe aynıdır: “Bizim Kürt sorunumuz, Kürtlerle sorunumuz yoktur, Kürt seçilmişlerimiz vardır ve onların düşüncesi de böyledir.” Yani dönemin egemenleri için yanlarında yer alan iki Kürt, diğer bütün Kürtlerin haklarının inkâr edilmesinin güvencesidir. Bu durum 1920’lerde de böyleydi, 2020’lerde de devletçi damardan beslenen refleksle tekrarlamaktadır.
Bu zihniyet, egemen ulus kimliği için temel bir hak olarak gördüğü ve asla tartışma konusu yapmadığı seçilmişliği, mevki, makam sahibi olmayı Kürt için bir lütuf olarak görüyor. Kürdün halk oyu ile seçilmiş olması, meclise ya da kabineye girmesi hatta muhtar olması bile onlara göre egemen tarafından bahşedilmiştir. O yüzden seçilen ya kendilerine hizmet edecek olan, ya geriye kalan milyonlarca Kürdün haklarını hatta varlığını inkâr edecek ya da “bahşedilen bu ayrıcalık” elinden alınacak, onunla da yetinilmeyecek, cezalandırılacaktır. Demokratik Kürt siyasetine dayatılan kayyım rejimi ve tutsaklık siyaseti bunun sonucudur.
Bu meseleye o kadar alışmışlar ki her fırsatta göze sokmaktan geri durmuyorlar. Yanlarındaki Kürdün yeri de mutlak değildir, geriye kalan bütün Kürtlere karşı ne kadar kullanışlı olduklarına bağlıdır. Örneğin; yanındaki iki Kürdü göstererek Lozan’da Kürdün hak ve özgürlük talebinde bulunmadığını belirten İsmet İnönü, bunu sağladıktan sonra artık yanında Kürt tutma gereği duymamıştır. İki Kürdün “işlevi” sona erince İnönü’nün 1923’ten 1937 yılına kadar süren sekiz hükümet kabinesinde tek bir Kürt yer almamıştır. Aynı refleks bu iktidar döneminde de tekrarlandı. 2017 yılındaki sistem değişikliği sonucunda kurulan ilk Cumhurbaşkanlığı kabinesinde hiçbir Kürt bakana yer verilmedi. Ancak işlevleri bitmediği düşünüldüğü için daha sonra yapılan kabine değişikliği ile “İki Kürt” kabineye dahil edildi. Belki yüz yıl önce inkâr için iki Kürdün varlığı yeterli olabildi egemenler için ama Ortadoğu’da örgütlü bir güç, bölgesel bir dinamiğe dönüşen Kürt hakikati karşısında egemenlerin argüman üretmek için iki Kürt’ten daha fazlasına ihtiyaçları var.