12 Mart Pazar günü, Türkiye Ermeni toplumu, tarihinde daha önce benzerine rastlanmamış bir seçim deneyimi yaşadı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yenisini hazırlayacağı gerekçesiyle yapılmasını askıya aldığı ‘cemaat vakıfları seçimi’ için yeşil ışık, 18 Haziran 2022 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan yönetmelikle yanmış oldu. Müdürlük, cemaat hastaneleri dışında tüm vakıf seçimlerinin yıl sonuna kadar yapılmasını talep ediyordu.
Kendi içinde birçok muğlak noktalar barındıran yönetmelik uyarınca, kimi zaman itirazlar, kimi zaman da müdahalelerle de olsa seçimler büyük oranda tamamlandı. Sadece iki vakıf, Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı ve Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın seçimleri, bu vakıf yönetimlerinin tayin ettiği seçim tertip heyetlerinin her türlü teamüle aykırı kararları yüzünden ertelenerek bu yıla kaldı.
Her iki vakfın yönetiminde de uzun yıllar bu görevi sürdüren, başka bir deyişle bu yönetimlere çöreklenen idare heyetleri, bu seçimde de aynı koltuklarda kalabilmek için olmadık taktiklere başvurmuşlar, haklarındaki şaibelerin daha da katmerlenmesine yol açmışlardı.
Beyoğlu Ermeni Kilisesi Vakfı, tüm Ermeni vakıfları arasında en çok kira gelirine sahip olanlardan biri. Ne var ki bu gelirin miktarını toplumda hiç kimse bilmez. Yine yerleşik teamüllere aykırı olarak, bu vakıf kendi toplumuna karşı ‘kapalı kutu’ özelliğini ısrarla korumuştur.
Yıllar boyunca süren bu usulsüzlükler sarmalı içinde vakıf yönetiminin sadece iki kişiyle temsil ediliyor olması da bu kurumda değişim talebinin tüm topluma yayılmasına yol açtı.
Tüm bu kalkerleşmiş kir tabakalarının ayıklanması ve temizlenmesi için farklı renklerle temsil edilen altı listenin bu seçimlere adaylıklarını açıklamaları da ayrı bir tuhaflığa işaret ediyor. Geliri olmayan vakıfların yönetimi için tek bir liste hazırlamakta dahi zorluk yaşandığını anımsayınca, burada altı listenin yarışıyor olmasını sadece hizmet aşkıyla açıklamak çok da inandırıcı görünmüyor.
Her birinin başında, daha en baştan kendini ‘vakıf başkanı’ olarak konumlamış isimlerin ardı sıra oluşan listeler ne yazık ki kimseye gönül rahatlığıyla tercih yapma fırsatı bırakmadı. Seçmenin ortaklaştığı tek nokta, mevcut yönetimin değişmesi yönünde oldu.
Ömrümde ilk kez kime oy vereceğimi bilmeden seçim sandığına gidiyordum. Üstelik hane halkı olarak hepimiz aynı kararsızlık içindeydik.
Seçim noktasının bulunduğu köşede, ilk tüyoyu semtin balıkçısından aldık: “Gün boyu burada anket yapıyorum, her beş beyaz liste tercihine karşı bir renkli liste seçmeni var.”
Oy verme işlemini tamamladıktan sonra anladık ki bizim evden üç ayrı oy çıkmış, her biri renkli listelere, ancak eski yönetimin rengi yok aralarında. ‘Kürt alı sever’ diye bir deyim vardır, serde Kürtlük yok da, Kürt özgürlük hareketine bir sempati var, belki ondandır, ben kırmızı listeye oy verdim. Oğlum pembe, eşim ise mavi yönünde tercihte bulundular. Üçümüz de tercihlerimizin kazanma şansı olmadığını çok iyi biliyorduk. (Hoş, biz bugüne değin hangi seçimde kazanan tarafta olduk ki?)
Günün sonunda balıkçının anketi mutlak bir doğrulukla tutturmuştu seçim sonucunu. Beyaz liste adayları toplam oyların %55’ini alarak diğer beş listeye ciddi bir fark attı.
Türkiye Ermeni toplumu, genel olarak Türkiye toplumunun küçük bir örneğidir. Ermeni seçmen de genel olarak tercihini merkez sağ partiler yönünde kullanır. Ne var ki son yıllarda bu merkez sağ tanımı aşırı sağa meyledince, sanki bir denge arayışı gibi, Ermeni seçmende de sola doğru bir eğilimi gözlemlemek mümkün.
Sırada en büyük vakıf olarak Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’nın seçimi olsa da bu ilk fasılayı kazasız belasız atlattığımızı söylemek mümkün.
Şimdi karşımızda daha önemli bir görev duruyor. Hem genel olarak Türkiye seçmeninin hem de Ermeni seçmenin ihmal ettiği bir görev var önümüzde. Oylarımızla seçtiklerimizi, göreve getirdiklerimizi denetlemek, sevgili Demirtaş’ın ifadesiyle nefeslerimizi enselerinde hissettirmek, en az oy vermek kadar önemli bir sorumluluk.