Türkiye genelinde ilginç bir kış mevsiminin ortasındayız. Hava olaylarının iyice kararsızlaştığını yaşayarak öğrenmekteyiz. Gün içinde dahi hava sıcaklıklarının dramatik şekilde değiştiğini gözlemliyoruz. Sıcak bir Aralık ayı yaşadık hatta Türkiye Meteoroloji Genel Müdürlüğü düzenli yayımladığı verilere göre 2022 Aralık ayının son 52 yılın ortalama sıcaklığı en yüksek ay olduğunu bildirdi. Kuzey Kürede batıda şiddetli kar fırtınaları yaşanırken soğuk hava doğuya taşınmadan sıcaklıların mevsim normallerine göre çok yüksek olduğunu görmekteyiz. Soğuk hava taşındığında da ani sıcaklık düşüşleri ile birlikte gelen kararsız ve şiddetli hava olayları yaşayacağımızı uzmanlar pek çok kez dile getirmekte. Mevsimlerin adeta kaydığını veya mevsimsel değişimlerin kararsızlaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
2021 yılında ABD Çevre Ajansı’nın yayımladığı Mevsimler ve İklim Değişikliği araştırmasında, dünyanın güneş etrafında dönüşü sebebi ile her bölgede farklı şekilde değişen mevsimlerin, iklim değişikliği etkisi ile ABD geneline ötelendiği veya mevsimsel özelliklerin kaybolduğu bilgisini kamuoyuna sundu. Bunun ardından bilim insanları hava katmanlarındaki olayları araştırdıkları birçok araştırmada bu bulguların tüm Kuzey Yarım Küre için geçerli olduğunu kanıtladı. Bu çalışmaların öncesinde, 2018 yılında Science dergisinin 361. sayısında yayımlanan “Troposferik sıcaklığın mevsimsel döngüsü üzerindeki insan etkisi” makalesinde insan faaliyetleri kaynaklı iklim krizinin dünya genelinde mevsimlerin yaşanmasına ciddi şekilde etki ettiği bulgusuna ulaşıldı. Yani dünyada yaşanan mevsimlerin iklim krizi ile birlikte değiştiği artık bilimsel bir gerçek. Burada insan faaliyeti vurgusu tüm insanlıktan ziyade dünyanın ekolojik sistemlerini tahrip edip, dengesini ve düzenini bozan kapitalist sermayeyi yani büyük kirleticileri kast etmektedir. Elbette dünyanın yoksul çoğunluğu bozulan bu gezgen dengelerinden aynı derecede mümessil değildir.
Dünyanın yoksul çoğunluğu ise iklim krizinin etkilerinin kurbanı olmaktadır. Mevsimlerin değiştiği, gıda egemenliğinin etkilendiği, bir hak olan temiz suya erişimin zorlaştığı, ısınma ve barınma ihtiyaçlarının karşılanamadığı bir dünyada elbette tüm bunlardan en başta yoksullar etkilenmektedir. İklim krizi etkilerinin insanları nasıl etkilediğine dair bilimsel çalışmalar incelendiğinde artık genel eğilim iklim krizinin bir yoksulluk krizine dönüştüğünü göstermektedir. OECD’nin 2015 yılında yayımladığı İklim Değişikliği ve Yoksulluk raporunun ardından bu alanda yapılan çalışmalar yoksul ve gelişmekte olan ülkeler kapsamından dünya genelindeki yoksullar üzerinde etkilerine de yayıldı. Sadece tıpkı bir numune gibi yoksul ülkeleri her seferinde vitrine koyup birkaç dönemsel proje ile sergilemek bir yerde hem iklim krizinin hem yoksulluğun kaynağı olan zengin ülkeler için bir vicdan yıkama unsuruna dönüşmekteydi. Ne yoksul ülkelerin halklarını vitrine koyup aslında hakları olanı lütfeder gibi sunmak etik ne de bunu genel bir insanlık ayıbı gibi sunmak adil. Açıkça adını koymak gerekmekte. İklim krizinin geldiği aşamanın ve yoksulluğun sebebi küresel kapitalist sermayedir.
2022 yılında yayımlanan UNEP’in Emisyon Açığı raporu da iklim krizi sebebi ile derinleşen yoksulluğun tüm dünya ülkelerine yayıldığını ortaya koydu. İklim krizi dünya genelinde çevresel eşitsizlikler yolu ile sağlık, ekonomi, eğitim ve insan haklarını etkilemektedir. Ekolojik tahribat ve talan insanların yaşadığı çevreyi adil olmayan koşullara sürüklemektedir. İklim krizi çalışmalarının hak temelli alanlara yoğunlaşması ile sadece küresel karbon emisyonlarının değil, ekolojik tahribatın da iklim krizi etkilerinin derinleşmesinde ciddi rolü olduğunu açığa çıkardı.
İklim krizinden en çok etkilenen ülkelere baktığımızda karşımıza bir kolonyalizm ve sömürü tarihi çıkmaktadır. Yoksul ülkelerin, zengin ülkelerce nasıl sömürüldüğüne baktığımızda ise en çok ekolojik varlıkların bir sömürü nesnesine dönüştüğünü görmekteyiz. Bu sömürünün ardından yoksul halklar tahrip edilmiş ekolojik varlıklar sebebi ile insani olmayan çevresel koşullarda yaşamı devam ettirme ile yüz yüze kalmışlardır. Yoksul halkların yaşadıkları gıda, su, enerji krizlerinin altından hep bu sömürü düzenini görmekteyiz. Columbia Üniversitesi iklim Okulu tarafından Eylül 2022’de yayımlanan ‘Sömürgecilik İklim Krizini Nasıl Yarattı ve Ağırlaştırmaya Devam Ediyor?’ isimli çarpıcı çalışma kolonyalizm ve sömürgeciliğin iklim krizini yaratmadaki ve ağırlaştırmadaki rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Dünya kolonyalizm ve sömürge haritalarına baktığımızda karşımıza iklim krizinden en çok etkilenen halklar çıkmaktadır. Bahsi geçen çalışmaya göre sömürge zihniyetli zengin devletler ve kapitalist sermaye sadece ekolojik varlıları yok etmekle kalmayıp aynı zamanda ardında korkunç bir kirlilik bırakmıştır. Hatta halkların ırk kimliklerine göre bu kötü çevresel koşullarda yaşamını idame ettirmeye mahkum edilmesi ve ekolojik varlıklarının talan edilmesi öyle sistematikleşmiştir ki bu çevre ırkçılığına dönüşmüştür. 2015’te yayımlanan ve her yıl güncel veriler ile yaşayan bir kaynağa dönüşen ‘The Decolonial Atlas’ çalışması güncel ekolojik sömürgeyi tarihsel çerçevede haritalar ile gözler önüne sermektedir. Bu veriler ışığında kapitalist sömürgeci sermayenin iklim krizini yarattığını ve iklim krizinin bir yoksulluk sorunu olduğunu çok net söyleyebiliriz.
2019 yılında Peoples World yayınında yayımlanan ‘İklim Değişikliği bir sınıf sorunudur’ makalesi ise iklim sorununun sadece yoksul ülkelerin değil dünyadaki tüm devletlerdeki yoksulların bir sınıf düzeni içinde sorunu olduğunu ortaya koymuştur. İklim krizi artık dünyadaki tüm ülkeleri etkilemektedir. Mevsimlerin değişimi ile birlikte tarımsal üretim endüstriyel tarımın da yaygınlaşması ile birlikte ciddi bir kriz içindedir. Dünyanın her yerinde orman ve su varlıkları adeta tecrit altında talan edilmektedir. Artan temel ihtiyaç fiyatları, enerji ihtiyacı maliyetleri sınıflar arasındaki açığı her geçen gün derinleştirmektedir. Sağlıklı çevrede yaşama artık sınıfsal bir ayrıcalık haline gelmiştir. Hatta sağlığın kendisi dahi artık bir sınıf krizidir.
Tüm dünyada gerçekleşen bu korkunç eşitsizlik Türkiye için de geçerlidir. Sağlık, eğitim, beslenme, temiz hava, temiz su Türkiye için de bir sınıf sorunudur. Kürdistan ele alındığında ise bu temel haklar kimlik üzerinden bir ayrımcılık unsuruna dahi dönüşmektedir. Bugüne kadar hep orta üst sınıfın hiç derdi kalmadığı için dert edindiği gibi görünen iklim meselesinin asıl dertlileri yoksullardır. Bu meselenin bir orta üst sınıf dertsizliği derdi gibi gösterilmesi ise tam da failleri eli ile yapılan politik bir şaşırtmacadır. İklim krizini ancak dertler bittiğinde edinilecek bir dert gibi göstermek, ama işte bundan da tüm insanlık mümessil demek aslında spot ışıklarını yanlış yöne çekmek çapasıdır. İklim krizinin failini arayan dünya sömürge tarihine bakmalıdır. Bu sömürge sisteminin her devletteki güncel aktörlerine bakmalıdır.
İklim krizi bir yoksulluk ve sınıf krizidir ve çözümü sadece emisyon azaltmakla sağlanamaz. Ekolojik varlıkların talanı ve sömürüsü bitmeden iklim krizi baş edilemez. Kapitalist sermaye elini ekolojik varlılardan ve yoksul halkların ekmeğinden çekmeden iklim krizi ile baş edilemez.