24 Haziran seçimleri tarihe birçok not bırakarak geride kaldı. Seçim sürecindeki kampanyalarda göze çarpan belirgin adaletsiz uygulama ve yarıştaki dengesiz rekabet sanırım şimdiye kadarki seçimler arasında en zirveye çıkan seçim süreci oldu. Özellikle HDP’ye yapılan fiili saldırılar ve bu saldırılarda insan ölümüne neden olan barbarlık hafızalarda unutulmamak üzere yer edindi. Bir oyun bir candan daha kıymetli olduğu anlayışı maalesef gittikçe revaç buluyor ve oy uğruna insan canının alınması neredeyse sıradan bir durummuş gibi algılanıyor. Bu da yaşadığımız topraklarda demokrasi ve insan haklarının iktidar odağı tarafından ne kadar basite alındığının kıstası olarak karşımıza çıkıyor.
Seçimin ortaya çıkardığı tablo hepimizin malumu. Bu tablo karşısında söylenecek belki de tek olumlu şey HDP’nin tüm engellemelere rağmen barajı aşıp Meclis’e girmesidir. Oluşan Meclis aritmetiği içerisinde HDP’nin ne yapabileceği konusu bir tarafta dursun; temsiliyetin kendisi başlı başına bir önem arzediyor. Bunu görmemek, Meclis’teki bu temsiliyetin anlamını küçümsemek Türkiye gerçeğini anlamamak demektir. Temsiliyetin varlığı başlı başına kıymetli anlam içerir. Bu temsiliyet üzerinden ideal anlamda iş üretmek de elbette önemlidir ancak bunun imkân derecesinin oldukça zayıf olduğu ortadadır. Bu imkânsızlık temsiliyetin değerini ortadan kaldırmaz. Bir iradenin tecellisi ve o iradeyi temsil bizatihi değerli görülmelidir. Tersi durum hiçbir anlamın ve kazanımın olmadığı durumu ifade eder. Bu yüzden varlığı, olmamasına kıyas edilemeyecek olan bu temsiliyet sevindirici ve sahiplenilmesi gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Demokrasi standartlarının oldukça düşük olduğu Türkiye gibi bir ülkede demokrasinin nimetlerinden faydalanmak yerine demokrasi mücadelesi ön planda olur. Olgunlaşmamış bir demokrasinin meyvelerinden yararlanmayı beklemek gerçekçi değildir. Olgunlaşması için çaba gösterilmeyen bir ağacın meyvelerinden istifade etmeyi bekleyemeyiz. Tüm kesimlerin demokratik çabaları bu açıdan değerlidir ve desteğe layıktır. O nedenle meyve vermiyor diye bir ağacı sahipsiz bakımsız bırakmak ve kaderine terk etmek doğru bir yaklaşım olarak görülemez.
İdeal olana sahip olmamak real olanı terk etmeyi gerekli kılmaz. Kaldı ki reel olandan yararlanmaksızın ideal olana ulaşmanın olabilirlik ihtimali nedir sorusu gayet ciddi bir soru ve sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Siyaset eldeki imkanları kullanarak daha büyük imkanlara kavuşmayı sağlayan bir mekanizmadir. Eldeki imkanları atıl bırakmak akıl kârı değildir. Önemli olan elde olan imkanları ideal olana basamak yapabilmektir. Mevcutla yetinmeden daha iyiye yol almaktır.
Özellikle HDP’nin temsiliyeti bu yönüyle irdelenilmelidir. Yapılacak değerlendirme ve eleştiriler bu minval üzere olmalıdır. Temsiliyetin ideal anlamda ortaya fiili durumları çıkaramamasını temsiliyetin değersizliğine dayanak yapmak ideal olana hepten kavuşmama sonucunun kaçınılmazlığını karşımıza çıkarır.
Seçim sonucunda ortaya çıkan bu tablo muhalifler için oldukça zor bir sürecin yaşanacağını ortaya koydu. Milliyetçi ve baskıcı bir iktidar artık daha belirgin bir şekilde rengini ortaya koyacak fırsatı yakaladı. Bu fırsatı en iyi şekilde kullanıp daha çok baskı ve sindirmeye yöneleceğini kestirmek aklı başında herkesin göreceği kadar açıktır. Bu durum karşısında muhalif kesimler hem kendi içinde hem de aralarında daha güçlü ve daha stratejik dayanışmalar sağlamalıdır. Konjonktürel ve dönemsel dayanışma ve birliktelikler bu yeni dönemde asla çare değildir. En gerçekçi çare ilkeler üzerinde anlaşılmış stratejik ittifaklar ve mücadele birlikteliklerini örgütlemektir.
Karşımızda demokrasiyi sadece seçimden ve seçimde çoğunluğu elde edince istediğini yapabilme imkanına kavuşmaktan ibaret gören bir anlayış var. Bu anlayış hepimizi ayırt etmeden ezecek kadar pervasızdır. Buna karşı ortak mücadele zeminleri ve sağlam temelli direniş kalelerini inşa edemezsek, düşünülmesi bile ürkütücü sonlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bugünden başlayarak bu arayışları hızlandırmak, örmek ve örgütlemek en acil eylem planımız olmalıdır.
Aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçek şu ki bizi bu hale getiren ve bu halde tutan muktedir olanların kendi başlarına olan güçleri değildir. Aksine bizim gücümüzü ortaya çıkaracak yol ve yöntemleri devreye sokamayışımızdır. Zayıflığımız, örgütsüzlüğümüz, dayanışma ruhundan ve pratiğinden yoksun oluşumuz, halimizin temel nedenidir. Kuran-ı Kerim bu gerçeği “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” diyerek bize hatırlatır.
Değiştirmek değişmeye açık olmaktan başlar. Halimizi değiştirmekle başlayan bir değiştirme mücadelesi elzemdir. Tüm muhalif kesimleri bu elzem olanın gereğini yapmaya davet ediyorum. Umudun ve mücadelenin yaygın kılındığı günleri yaşamak ancak böyle mümkün olur.