Son yıllarda ardı ardına yaşanan seçim anaforunun kritik eşiklerinden biri oldu yerel seçimler. Hemen tüm seçimlerin iktidar bloku açısından bir referandum işlevi gördüğünü biliyoruz. Hemen hepsinde temel dayanak noktaları üç aşağı beş yukarı belliydi: Toplumsal kutuplaşma-beka-Kürt düşmanlığı ve buna eşlik eden yayılmacı hayâller, siyasallaşmış İslam’ın halkın gerici kodlarının kışkırtılmasında kullanılması!
Bu dayanaklar son seçim süreçlerinin hepsinde tepe tepe kullanıldı. Bir tek halkın sahici sorunlarının yer almadığı bir propagandayla süreçler yönetilmeye çalışıldı. Devasa devlet ve medya olanaklarının da devrede olduğu kapsamlı bir manipülasyon dalgasıyla yaşanan ekonomik-sosyal yıkımın üstü en azından rejimin geleneksel tabanı açısından perdelenebildi. Mayıs genel seçimleri mesela ‘boş tencere’nin tek başına dengeleri değiştiremeyeceğini, sistemin ideolojik-siyasi hegemonya araçlarını sonuna kadar kullanıp yıllar içinde oluşturduğu toplumsal tabanını çeşitli çıkar ağlarıyla da birleşik olarak tutabildiğini gösterdi.
Mayıs 2023 genel seçimlerinin sonuçları kutuplaştırılan toplumun iktidarın karşıtı kesimlerinde büyük bir hayâl kırıklığı yarattı. Bu seçime de o hayâl kırıklığının yarattığı sandığa kayıtsızlık koşullarında girildi. Önceki seçim süreçleri içinde belki de en sönük geçeni bu oldu. Bu kayıtsızlık sadece muhalif kesimlerin tabanını değil iktidarın geleneksel tabanını da kesecek bir genişlikteydi. Seçim süreci alabildiğine politikleştirildiği, neredeyse her kente Erdoğan’ın gittiği ve seçimi adeta kendi seçimi haline getirdiği bir atmosferde bile o heyecan yaratılamadı. Erdoğan bu gerçeği İstanbul mitinginde itiraf etti aslında. “Bu meydanda biz 1,5 milyona alışmıştık, şu anda karşımda 650 bin kişi var” diyerek söz konusu ruhsuzluğun altını çizdi. Seçimlere katılım oranındaki nispi düşüşte bu kayıtsızlığın payı büyük.
Bu gerçeklere rağmen sandıktan çıkan sonuçlar birçok açıdan dengeleri bozacak bir nitelik kazandı. İstanbul’da büyük hezimet yaşadı, geleneksel tabanının bulunduğu Karadeniz ve İç Anadolu’nun bazı bölgelerindeki katılaşmış hegemonyası kırıldı. Bu açıdan yerel seçim aslında iktidar blokunun epeydir kaybettiği irtifanın azımsanmayacak bir çözülmeye dönüştüğünün fotoğrafı oldu.
Halkın mevcut kriz koşullarında yaşadığı büyük ekonomik-sosyal yıkımın daha da derinleşerek kendisine fatura edileceği sezgisi sandığa yansımış görünüyor. Geleneksel tabanındaki kopuşun HÜDA-PAR ya da diğer ittifaklarına değil asıl olarak YRP gibi düne kadar esamesi okunmayan bir partiye akmış olması bile bu çözülmede söz konusu yıkımın sonuçlarının ve bunun daha da ağırlaşacağı bilincinin etkisi olduğunu gösteriyor. Elbette Gazze konusundaki ikiyüzlü politikalarının, yerel seçimleri bile “iktidar partisine oy vermezseniz hizmet de alamazsınız” şantaj ve tehdidine dönüştürmesinin, fiili IMF programının komiserliğini yapan Mehmet Şimşek politikalarının bizzat Erdoğan tarafından sahiplenilip seçim meydanlarında da “popülizme meyletmedik, etmeyeceğiz” gibi afili sözlerle takdim edilmesinin büyük etkisinin üzerinden kimse atlayamaz.
Kürdistan’ın, özellikle dengelerin nispeten kritik olduğu illerinde sandıkta kayyım atama siyasetinin nasıl bir etki yarattığınıysa kestirmek zor değil. Düşünsenize seçimden bir ya da iki gün önce o bölgelere “görevli” adı altında binlerce asker-polis konuşlandırıyorsunuz ve bunları seçim günü en pervasız en pişkin halinizle topluca, zırhlı araçlarla, otobüs ve kamyonlarla taşıyarak sandıklara yolluyorsunuz! Sayısı -sadece tespit edilebilenler- 50 bini bulan bu sahte seçmenlerle Kürt halkının siyasi iradesini zayıf göstermeye dahası kayyum siyasetini sandığa taşımaya çalışıyorsunuz. Bizzat tanık olduğumuz örneklerde sandığa gitmeye gönüllü olmayan ya da öncesinde gitmeme kararı alan birçok insan sadece bu pervasızlığa ve Kürt halkına uygulanan zulme tepki olarak sandığa gitme kararı aldı. AKP, Kürt düşmanlığındaki akıl-vicdan sınırlarını aşan pervasızlığıyla Türkiye cephesinde de birçok belediyeyi kaybetti!
Seçim sürecinde heyecanın yaşandığı adres Kürt illeriydi. Kürt siyasi hareketinin Mayıs seçimleri sonrasında halkla daha dolaysız ilişkilenme çabası bunda bir etkendi. Ama seçim günü yapılıp edilen düşmanlıklar bu etkiyi büyüten bir rol oynadı.
Şimdi Erdoğan çıkmış balkon konuşmasıyla aldıkları yenilgiyi hafifletmeye, bir yerel yönetim meselesi derekesine düşürmeye çalışıyor. Kürdistan’da olup bitenler ortadayken ve bu tutumlarının yaşadıkları hezimetteki büyük rolü açıkken bir demokrasi örneği yarattıklarıyla övünebiliyor!
Sıra rejimin temel kodlarına gelince hezimet ruhuyla değil saldırgan sesini kuşanarak konuşabiliyor. Ağzından yine zehir akıtarak… O tekçi politikalarını yineleyip Kürt halkına yönelik düşmanca tutumunu “kökünü kazıyacağız” tehditleriyle birleştirerek! İşçi ve emekçilere yönelik ekonomik saldırının tırmanacağı mesajını o afili “popülizme yer yok” sözleriyle yineleyerek!
Yani önümüzdeki sürecin hangi saldırı eksenleri üzerinden yürüyeceğinin altını kalınca çizerek hezimetin bu konularda süngüsünü düşürmediğini ortaya koydu. Erdoğan’ın geçmiş balkon konuşmalarının pervasızlığını çağrıştıran tek bölüm burasıydı. Bu bir uyarı olarak okunmalı. Sonuçların yarattığı baş dönmesiyle Erdoğan’dan ciddi rota değişiklikleri beklemek gibi hayallerden sakınılması gerektiğini hatırlatmalı.
Gerçi bu sefer işler onun için öyle kolay olmayacak. Çünkü işçi ve emekçiler yıllardır aşındırılsa da ciddi bir geriletme yaşatılamayan AKP ve iktidarının yaldızlarını bu sefer daha belirgin bir şekilde kazıdılar. Bir özgüven kazandılar. Mesele bu ruh halinin önümüzdeki saldırı zamanlarına yanıt verecek bir örgütlülük ve mobilizasyona kavuşturulmasında…