Şiir yolculuğunun 55. yılında toplumsal meselelere mısralarıyla dokunmayı sürdüren Telli, ‘Kimya bilimi suyun çürümediğini söyler. Oysa şair ‘su çürüdü’ diyorsa işin vahameti korkunç bir boyuta ulaşmış demektir’ diyor
Adnan Bilen-Berzan Güneş/Van
Bugün 73 yaşına giren Şair Ahmet Telli, 55 yıldır ara vermeden yazıyor. Ahmet Telli, Türkiye’de aydın olmak, yaşanan ağır baskı süreci, edebiyatçının rolü ve yaşamına dair Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
Türkiye’de ağır bir baskı ortamı var ve sözün en etkili olabileceği bir dönemde söz de susuyor. Oysa bu dönem aydının, edebiyatçının en gür sesle konuşacağı dönem değil midir?
Yaşanan baskı ortamlarında herkes ait olduğu yere geri döner. Toplumsal gerçeklik bir şekilde hayatın olağan akışını da etkiler. Bu durum yaratıcı şair ya da edebiyatçı için kendini en rahat hissettiren duygudur. Çünkü; en azgın dönemlerde bile şairler bir yolunu bulur ve gerçeği söylemeyi başarırlar. Böylesi dönemler yaratıcı şair ya da edebiyatçı için bir olaydır ve olanaktır. Bu bakımdan toplumsal eşitsizlik tam da burada kendini gösterir. Şair beden olarak ya da kişi olarak düşünürken baskıya uğrar ama şair bir biçimde yolunu bulup yaratıcı kimliğini harekete geçirerek söyleyeceğini söyler. Herkes aslında ait olduğu yeri iyice belirlemiş olur.Kimileri daha gölgeye kaçarak kimileri adını sildirerek belirir ama kimileri de kendi bildiği yoldan gitmeyi seçer. Bunlardan biri olmayı canı gönülden istemişimdir.
Türkiye cezaevlerinde açlık grevleri başladı. Bir tecrit durumu var. Çokça bu durumları şiire döken biri olarak ne düşünüyorsunuz?
Kuşkusuz bir tecrit durumu var. Ama tuhaftır ki son dönemde protestolarını açlık grevleri şeklinde gösterenlerin sesinin gittikçe az duyulduğunu ancak çok duyarlı insanlar tarafından fark edildiğini görüyoruz. Bunu duyuracak olan medya kanalları tamamen kapatılmış durumda.Kuşkusuz ki medya önemli bir olgudur. Lenin, Sovyet Devrimi’ni gerçekleştirirken ilk işi o ağır koşullarda bir gazete çıkarmaktı. Bu örnek bir medyanın ne kadar önemli olduğunu daha o zamandan bize göstermektedir. Biz bunun elbette farkındayız ve egemen sınıflar da bunun farkındadır. Bunun içindir zaten medya gücünü kendi tekellerine alabilmişlerdir. 2000’deki açlık grevleri sırasında Ankara’da birkaç aydın ve sanatçı arkadaşımız ile bir araya gelerek F tipi cezaevlerine karşı bir direniş başlatmıştık. F tipi cezaevlerinin ne olduğuna ilişkin açıklamalar yapmıştık kamuoyuna. Tabi bu bildirimizden dolayı yargılanmıştık. Bu bildiride deniliyordu ki; ‘Tecrit birey durumda olan insanın şuurunu kaybetmesine yol açabilecek olan bir eylem biçimidir’. Elbette tecrit de kâr etmeyecektir. Çünkü, bilinci ile yaşayan insanlar ile duygusu ile yaşayan insanlar arasında bir fark vardır. Gerçek aydın ve devrimci hem duygusu ile hem de bilinci ile yaşayan biridir. Bu yüzden duygusunu köreltseler bile bilinci ile yaşayacaktır. Sadece duygusu ile yaşayanlar çok çabuk pes ederler ve geri çekilirler. Hem duygusu hem de bilinci ile yaşayanlar asla pes etmezler. Bir biçimde seslerini duyurmaya çalışırlar ve itiraz haklarını da daima kullanırlar.
‘Su Çürüdü’ bu durumu en iyi anlatan şiir sanırım?
Belli ki kimya bilimi suyun çürümediğini söyler. Oysa eğer şair ya da şiir su çürüdü diyorsa, işin vahameti korkunç bir boyuta ulaşmış demektir. Durumun vahameti daha iyi sergilenmiş olarak düşünüyorum. Bu şiirin yazıldığı o günden bu güne bu durum hiç eksilmedi ve hala sürüp duruyor.
Buna karşı toplumsal bir vicdan ve cesaretin devreye girmesi gerekmiyor mu?
Vicdan aslında şahsi bir olgudur. Bu yüzden, mesela sadece inanç sahibi olanlar bu vicdanı gelecek dünyaya gönderirler. Vicdan, birey olabilmiş kişinin kendisi ile eşit olan insanların olduğunu kabul eder ve toplumsal vicdan ancak bu bireylerin bir araya gelmesi ile somutlaşabilir. Berkin Elvan’ın öldürülüşünün ardından yüz binler sokağa dökülmüştü. Tek tek vicdanların bir kalabalık haline gelmesi ile toplumsal vicdan o zaman ortaya çıkar. Yoksa toplumsal vicdan diye bir şey yoktur. Bireylerin bir olgu karşısında bir araya gelmesi toplumsal vicdanı yaratır. Kuşkusuz bundaki en belirleyici şey cesarettir. Cesaretle tüm bunlar aşılabilir elbette.
Öldürüldükten sonra panzerin arkasına bağlanarak sürüklenen Hacı Lokman Birlik için yazdığınız bir şiir vardı. Bu şiir nasıl yazıldı?
Bir gün TV başındayken bir adam Hacı Lokman Birlik ile ilgili konuşuyordu. Konuşmasında; ‘Gülüşünden vurdular kardeşimi’ sözünü kullandı. Bu söz beni o kadar etkiledi ki hemen internette Hacı Lokman’ın fotoğraflarına baktım. Hatta bütün gece sabaha kadar fotoğraflarına baktım. Hacı Lokman ölüm halindeyken bile yüzü gülen aydınlık bir delikanlıydı ve gençti… Bu sözler beni sabaha kadar uyutmadı ve ona bir şiir yazdım. Kendimi ve zihnimi o karanlıktan kurtarmak için ona seslendim.
Genç şairler ‘ilhamı nereden alıyorsunuz’ sorusunu çok soruluyorlar size sanırım…
Bana ilhamı nerden alıyorsunuz diye soruyorlar. Ama ilhamın bir metafizik bir kavram olduğunu, biraz sezgi ve aklı sezgisel akla dönüştürmekle ilgilidir. Albert Einstein ile bir Fransız şair Amerika’da karşılaşmışlar. Einstein, şaire nasıl çalıştıklarını sorar, şair ona ‘sezgilerimizle’ der. Einstein, ‘Enteresan, biz de öyle çalışırız’ cevabını verir. Bu nedenle bilim ve sanatın ortak noktası sezgisel akıldır. Şiir yazacak arkadaşlarıma söyleyeceğim şey; ağır sözler değil hayat kadar yalın, aşk kadar sahici olun. Budur şiiri şiir kılan şey.
Bugün 73. yaş gününüz. Ne söylemek istersiniz?
73 yaşına giriyorum ama beni genç kılan hep şiir olmuştur. Benim cinsiyetler arası eşitsizliği ortadan kaldırmama yol açan şiirdir. Kızıma, sevgilime, bana onlara eşit yaklaşmamı sağladığı için hala şiir yazıyorum. Bu nedenle benim şiire bir teşekkür borcum var. Sadece cinsiyetler arası eşit yaklaşmama değil aynı zamanda halkların kardeşliği duyusuna yaklaştıran da o destanlar ve şiir oldu. Bu nedenle 55 yıldır durmadan yazıyorum.
Telli’nin Hacı Lokman Birlik için yazdığı şiir
Ah kadın, Cizre miydi senin
adın
Cudi’ye bakıp durma fistanın
alev alır
Bilmez misin ki kan değdi çakalların
dişine
Ve genzinde bir yanma tuhaf
bir kekrelik
Gece bir dumandıtütüp
durdu Gabar’da
Sokakta mezarlık
sinekleri, çıldıran
tarih
Bilmez misin
kan değdi çakalların
dişine
Ah kadın, adın
Cizre miydi
senin
Ekmek almaya gidenin yaşı mı
sorulur
Berkin Elvan’ı ne zaman unuttun,
hani
O kaşları karadan daha kara
Berkin’i
Ölü bebekleri beyaz bayrak
esirgemiyor
Bir derin dondurucu bul yahut
kâbusa
Dönen uykular kanatlansın
Botan’da
Ölümün haysiyeti ölüm kadardır
Ah kadın, sen Lokman’ıtanır
mıydın
Gülüşü Dicle gibi
harelenen Lokman’ı
Mem û Zîn’i ezbere
okurdu; boynundaki
Kement soldurdu
mu o gülistan gülüşü,
İmlâyı boşver
hayat sığmıyor
ona
Melayê Cizîrî’nin Divân’ı yanıyorKasrik’te
Yanık kokuyor şehir, şehir kan
kokuyor
Ah kadın, Cizre miydi adın Şırnak
mı
Nusaybin de olabilir hadi sen
söyle