İnternet üzerinden şöyle bir gezintiye çıkayım derken karşıma çıkan ilk haber: Bir rapordan bahsediyor.
Oldum olası ‘rapor’lara meraklıyımdır. Rapor sözcüğünün geçtiği bilumum konu ilgimi çeker. Çalışırken en çok da hani şu doktorlarca verilen hastanın durumuna göre dinlenmesi gerektiği üzerine verilen raporları çok severdim. Emekli olunca o raporların bir çekiciliği, bir hükmü kalmıyor haliyle.
Bir de hava durumunu bildiren hava raporları var ki bu sıralar kar-kış kıyamet hepimizi ilgilendiriyor. En çok da yersiz yurtsuzları tabi. Buna bir anlamda meclisten dışlanmış, iş yapamaz olmuş bir nevi dışarıda kalmış partiler de dahil.
Neyse o konuya sonradan gelelim isterseniz. Biz gazetede yer alan başka bir rapordan söz edecektik. The Economist, 2018 Demokrasi Endeksi Raporu’ndan.Haberde: “Dünyanın en saygı dergilerinden The Economist, 2018 Demokrasi Endeksi Raporu’nu yayımladı. 167 ülkenin değerlendirildiği raporda Türkiye geçen yıla oranla on basamak daha gerileyerek 110. sırada yer aldı. Türkiye’nin demokrasi puanı ise 4,88’den 4,37’ye geriledi” diyor.
Türkiye bu sıralama ile Nijerya, Uganda, Zambiya, Lübnan, Sri Lanka gibi ülkelerin gerisinde kalmış.
Ülkelerin, tam demokrasi, kusurlu demokrasi, hibrit demokrasi ve otoriter olarak katagorize edildiği bu endekste Türkiye, hem demokratik, hem de otokratik öğeler bulunduran “hibrit rejim” kategorisinde yer alıyormuş. Yani bırakın demokrasiyi kusurlu demokrasiler arasında bile yer alamıyor. Peki nerede yer alıyor? “Hibrit rejim” kategorisinde yer alıyormuş…
Böyle bir rejimin ne menem şey olduğunu da bu sayede öğrendim
Hibrit rejim; demokrasi ile diktatörlük rejimi arasında yer alan yarı otoriter ülkeleri tanımlamak için kullanılan bir deyimmiş. Karma ya da melez rejim diyenler de var.
Raporda, coğrafi bakımdan “Batı Avrupa ülkeleri” kategorisinde yer alan Türkiye, bu kategoride ‘hibrit demokrasi’ye sahip olan tek ülke olarak son sırada bulunuyor.
İktidar bu ahval-i perişan haline bakıp bundan dersler çıkaracağına hala en yetkili ağızlardan: “Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu dile getirmek abesle iştigaldir” söylemi eksik olmuyor.
***
Diyor ya şair: “-Dert çok hemdert yok- /yüreklerin kulaklari sağır.”
Şimdi diyorum ki yani, Türkiye’de hal -ahval böyle böyleyken peki muhalefet bu durum karşısında ne yapıyor? Hem de bir seçim arifesinde.
Yukarıda sokakta kalmış yersiz yurtsuzlar dedik ya. Meclisteki işlevsizliğiyle, siyasetin ayazında yersiz yurtsuz partilerin de durumu pek farklı değil. Anamuhalefet HDP’yle ittifak ya da güçbirliği kurmaktan kaçınıyor. İşi “ben seni tanımıyor görmüyorum ama sen yine de beni destekle” demeye getiriyor. Buna karşılık ıskartaya çıkmış eski ırkçılarla kol kola girmekte beis görmüyor.
Ortada ortak bir sorun varsa hiç olmazsa kimi alanlarda ortaklaşmak, birlikte davranmak gerekmez mi? Bunun için her konuda aynı düşüncede olmak da gerekmez. Hatta yer yer çelişkiler de yaşayabilir ama aslolan birlikte varoluş sorunudur. Tıpkı Paulo Coelho’nun anlattığı ‘kirpiler ve kış’ meselinde olduğu gibi:
“Çok sert geçen bir kış döneminde hayvanlar teker teker donarak ölmekteymiş… Kirpiler de durumun farkına varmış, soğuktan korunmak ve kendilerini koruyabilmek için birbirlerine iyice sokulmaya karar vermişler ama sırtlarındaki dikenler birbirlerine batınca ayrılmışlar ve onlar da diğerleri gibi ölümün sessizliğine yatmış, soğuk devam ettikçe de birer birer donarak ölmeye devam etmişler…
Sonunda bir karar vermeleri gerekmiş: Ya ölecekler ya da dikenlerine rağmen birleşip birbirlerine sokulmayı göze alacaklar… Akıl baskın çıkmış ve birlik olmuşlar. Birbirlerine sokularak ısılarını paylaşmışlar, ufak tefek yaralanmalara da hiç aldırmadan. Bu birlikteliğin getirdiği küçük yaralar ise onları hayatta tutmuş.”
Evet. Bugün Türkiye siyasetinde mevsim normallerinin çok üstünde bir kış yaşanıyor.
Paulo Coelho bu anlatısıyla bize kıssadan hisse bir ders sunmak istemiş. Anlayabilirsek tabi.