Lise yıllarımda Newroz’u biliyordum. Ancak ne mitolojik öykünün tarihsel gerçeklikle bağı konusunda ne de kültürel özellikleri konusunda fazla bir bilgiye sahip değildim. Demirci Kawa efsanesinin yer aldığı, sarı teksir kağıtlarına basılmış bildiriler okumuştum. Ama bir kutlamaya denk gelmemiştim. Köylerimizdeki baharı karşılama geleneği ile Newroz arasında bir bağ da kuramıyordum.
İlk Newroz kutlamasına, Diyarbakır Eğitim Fakültesi’nde öğrenciyken katıldım. Sene 1979, ben üniversite bir öğrencisiyim. Üst sınıflardaki öğrenciler iki hafta kadar önceden hazırlık yapmaya başlamıştı. Farklı siyasal gruplar, Newroz kutlamasını ortaklaştırmak için kantinde toplantılar yapıyordu. Uzun tartışma ve görüşmelerden sonra, bazı gruplar dışarda kalsa da üniversite kantininde bir kutlama programı üzerinde ortaklaşıldı.
Ofis’teki Kız Öğrenci Yurdu’nda kalıyordum. Hepimizi, sabah yapılacak Newroz kutlamasının heyecanı sarmıştı. Sıkıyönetim yıllarıydı. Arada bir öğrenci yurtlarına polis baskını yapılır, yürüyüş ve etkinliklere polis müdahale ederdi. Ama müdahale dediysem, son yıllarda yaşanan polis müdahaleleriyle sakın karıştırmayın. Üniversite kampüsüne polis giremezdi, dışarıda yapılan eylem ve etkinliklere yönelik müdahalelerde de öyle büyük arbedeler yaşandığını hatrılamıyorum.
Diyarbakır o yıllarda da sol, yurtsever görüşün hakim olduğu bir kentti.
Newroz akşamı, yurt kantininde oturmuş çaylarımızı içip, sohbet ediyorduk. Kantin, zemin kattaydı, camları yarıya kadar boyalı olsa da üst kısmından caddeyi görüyorduk. Caddede birden ortaya çıkan yaklaşık on kişi, araçları durdurup, “Biji Newroz” sloganı atmaya başladı. İki kişi de ellerindeki poşetten caddeye bir şeyler döküyordu. Saniyeler içerisinde caddeden alev yükseldi. Benzinli talaşlı caddeye, “Biji Newroz” yazıp çakmağı çakmışlardı. Çevredeki binaların penceresine çıkan, bekleyen araçlardan inen herkes alkışlarla, slogana eşlik ediyordu. Biz de dışarıya fırlayıp bu coşkuya katıldık. Ateş sönüp araçlar yola devam ettikten sonra, biz de yurda döndük. Polis devriye arabası geldiğinde ortalıkta müdahale edecek bir şey yoktu. Bir tur attıktan sonra gittiler.
Ertesi gün Fen Fakültesi’nin kantininde davullu zurnalı, bol halaylı bir Newroz yaşadık. O yıl yaşadığım Newroz coşkunu yıllardan beri yüreğimde taşıyorum. Her şeyin ilki, çok kıymetli bilirsiniz.
Newroz dünyadaki en eski ve en yaygın kutlanan bayramlardan biri. Çok geniş bir coğrafyada, farklı anlamlar ve farklı mitolojik efsanelerle donatılan, tarihsel bir kutlama. Farklı halklar ve farklı kültürler Newroz’a farklı anlamlar yüklese de ortak özelliği “uyanışı, canlanmayı, yenilenmeyi ve coşkuyu” temsil etmesidir. Direnişi temsil etmesi de bu ortak özelliklerinden geliyor, yeniden hayat bulmak, canlanmak, üzerine örtülü topraktan başını kaldıran bir nergis çiçeği gibi filizlenmek, ancak bir direnişle mümkün olabilir. Baharı müjdeleyebilmek için kara kışa direnmek gerekiyor.
Tıpkı baharda dağı taşı, ovayı, kırlaları donatan türlü çiçekler gibi; halklarımız da büyük coşkuyla, yepyeni bir direniş ruhuyla Newroz meydanlarını dolduracak ve bizlere baharı müjdeleyecekler. Bizler de açlık grevi eylemlerinin verdiği moral ve coşkuyla Newroz’u kutlayacak, alanlarda sizlerle halaya duracağız.
Tüm coşkuyu hücrelerimize taşımak için her birimiz farklı bir Newroz meydanına gideceğiz. Ben de Amed’e geleceğim. Çocukların sevincine, gençlerin sloganlarına, kadınların zılgıtlarına ortak olacağım.
Newroz Piroz Be!
***
Geçen hafta yazdığım yazı cezaevi sansürüne takıldı. Sakıncalı bulunarak postaya verilmedi. Aslında mesele içeriği değil, yazının kendisiydi. Çünkü seçimle ilgili bir yazıydı. Halkın, kendisine ait olan belediyeleri almaya geldiğini yazmıştım. Hepsi o kadar. Öyle görülüyor ki kayyum zihniyetini derin bir kaybetme korkusu sarmış.
Artık Yeni Yaşam gazetesini de okuyamıyoruz. Cezaevi idaresi, “açlık grevi ile ilgili haberlerin, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü” ileri sürerek, Yeni Yaşam’ın tutsaklara verilmesini yasakladı. “Hakkında toplatma kararı olmayan bir gazeteyi siz hangi yetkiyle yasaklarsınız” diyerek itiraz ettiysek de sonuç alamadık. Cezaevi idaresi kendisini basın savcısı yerine koyup, her gün yasaklama kararı alıyor ve gazete yerine bize, yasak kararları getiriyorlar.
Benden söylemesi; ne yazıları yasaklamak ne gazeteleri yasaklamak ne de meydanlarda söylenen yalanlar, savrulan tehditler bir işe yaramaycak. İçinde yaşadığımız kara kışı, bahara çevirecek toplumsal gücü ve enerjiyi, gazeteyi yasaklasalar bile hissediyor, görüyoruz.