Ahmet Güneş
Bir insanı ya da genel anlamda bir canlıyı öldürmenin birçok çeşidi olur. Kesici veya delici bir aletle ya da ateşli bir silahla, hiç olmazsa yakarak bir canlıyı yok edebilirsiniz. Hiçbir şey yapmadan da bir canlıyı öldürebilirsiniz, yani onun bir şey yapmasını engelleyerek. Yaşam bu, yeryüzünde başladığından beri öldürmek hep diri. Hiç kimseyi öldürmeyen insanın da bir öldürme planı olur, çok garip. Habil ve Kabil’den, mitolojiden önceki güne.
Devletlerin öldürme planları ve deneyimi çok. Elindeki herhangi bir zor aygıtıyla bunu yapabilir, yapıyor da. Sokakta, dağda, evde, işte ama bugünlerde en çok cezaevinde. Türkiye kamuoyunun pek gündemine giremeyen hasta tutukluların bir bir ölmesi, yıllarca bekledikleri dışarıya tabutla çıkmaları bir devlet planı. Buna zamana yayılmış idam da diyebiliriz.
Peki nasıldır devletin hasta tutukluları öldürme şekli? Bunun için uygulaya uygulaya deneyim kazanmış devlet, herkese bunu yapacağını taahhüt ediyor. Çok basit ama sinsi bir öldürme şekli şöyle oluyor; Devletin yüz yıldan fazladır Kürt halkına uyguladığı vahşet ve zulüm politikalarına bir şekilde yani taşla, sloganla, şarkıyla, şiirle, siyasetle veya silahla karşılık veren birini düşünün. Devlet elindeki tüm gözetleme ve denetleme imkânıyla bu kişiyi yakalıyor, sonra kendi yazdığı yasayla yıllarca hapis cezası veriyor. Bu ceza bazen birkaç ömrü de kapsayabilir. Bugün iki yüz, beş yüz yıl ceza alan insanlar var cezaevlerinde. Devlet de biliyor aslında bir insan ömrünün ortalamasını. Tabii cezaevlerinde insan ömrü kısalıyor, bunu da biliyor devlet. İşte bu bilgi bir öldürme planı olarak yavaş yavaş işliyor.
Yakalanıp hapse atılan kişi donuk ve hiçbir şekilde oval bir yeri olmayan bir mekânın arasına konuluyor. Dar alanda yaşadığından uzağı göremediği için yavaş yavaş görme yetisinde bozukluklar ortaya çıkıyor. Yıllarca aynı zararlı yemekleri yediği için midesinde sorunlar yaşanıyor. Yakalandığında illaki psikolojik ve fiziki şiddete maruz kaldığı için psikolojik durumuna hiç değinilmiyor bile. Travma yaşamışsa ömrü boyunca onunla yaşamayı öğrendiği için stres her zaman kendini gösteriyor. Stres bilimsel olarak kanıtlandığı gibi ölümcül olabiliyor veya hastalıkları bir bir çağırabiliyor. Aysel Tuğluk örneğinde olduğu gibi, annesinin cenaze töreninde yaşanılanlar kendisinde demans hastalığını yarattı.
Kişi cezaevinde yaşadığı süre içinde ortaya çıkan hastalıkları yüzünden doğru dürüst bir tedaviye erişemiyor. Hastalıklarının iyileşmesi için tıbbi olarak istenen hiçbir şeye ulaşamıyor. İşte burada öldürme eylemi devreye giriyor. Hastalıkları ile yaşamaya çalışan insan yıllar içinde bırakalım iyileşmeyi daha çok hastalanıyor. Sonra hayat hikâyesi bile bilinmeden, aldığı cezanın saçmalığı ortaya çıkmadan ölüm haberi geliyor. Devlet şu veya bu sebepten dolayı öldü der ama buna hiç kimse inanmaz. Herkes bilir ki zaten devlet o insanın yaşamasına kasıttır ve kastetmiştir.
Son günlerde sadece özgür ve muhalif basında yer bulan hasta tutuklular bir bir ölü olarak dışarı çıkarılıyor ve birçoğunda cinayet izi tanıklarla ortaya çıkıyor. İHD verilerine göre de yılda ortalama elli insan cezaevinden tabutla çıkıyor. Halihazırda ise bin altı yüze yakın hasta tutuklu var ve tedavi edilmiyor. Bugünlerde bu zamana yayılmış sinsi idam rejimine karşı hasta tutukluların yakınları Diyarbakır ve Van’da Adalet Nöbetleri gerçekleştiriyor. Yine aynı şekilde öldürme evlerine dönüşen cezaevlerinde cezalarını bitirmelerine rağmen devlet tarafından bilinçli bir şekilde bırakılmayan tutuklular için de nöbetteler. Devlet kişinin aldığı ceza süresinden sağ çıkan Kürdü bırakmayıp uyguladığı plana süre tanıyarak ölüme sürüklüyor.
Elbette tutuklu yakınlarının nöbetti önemlidir ama ne yazık ki sahiplenme ve kamuoyu oluşturulmadığında bir sonuç elde edilemiyor. Bu yüzden nöbetleri sahiplenmek devletin bu öldürme planını çökertmek anlamına gelir. Nihayetinde devlet cezaevindeki kişiyi bu şekilde ölüme iterken tüm toplumu da bununla tehdit ediyor ve bu tehdit herkesi yani bizi rehin alıyor.
Bu devlet destekli ölüm planına karşı eş zamanlı olarak varlığı tanınmayan Kürde, ta çocukluğunda, bilmediği bir dilde eğitim verilirken, varlığını armağan etmesi emredilir ya ant diye. Ters döndü burada, bu zamanda; varlığımız armağan değil, bela olsun diye kuşaktan kuşağa bir dua!
* Haftanın kitap önerisi: Sadık Hidâyet, Kör Baykuş / Çeviren: Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yayınları