Bu omzu kalabalıklar, şiddet kullanma ruhsat sahiplerinin, günlük rutin toplantılarının nasıl olduğunu hayal etmeye çalışıyorum:
Biri geliyor evden, dudağının kenarında, ekmek kırıntısı kalmış. Biraz önce kahvaltıdaki reçelli ekmekten. Bir mutsuzluk çizgisi, göz kenarlarında, bu çocuk adam olmayacak kaygısı, düşük yoğunluklu ama ısrarlı ve pasif agresif bir tartışma sonrası kalkılmış masadan ve ‘hiç ilgilenmiyorsun’ şikayeti. Nasıl ilgilensin şimdi koca bir devlet sorumluluğu sırtında, sınırları değiştirecek, mayınlar biraz öteye alınacak, -halbuki kalkmıştı birkaç on yıl önce-, kaç obüs atılacağın karar verilecek, kaç kişinin üstüne düşeceğine ve kaç ailenin evine, muhtemel gelen telefon, belki resmi memur üzüntüsü eşliğinde, ölüm haberleri. Çok muhtemel sabah kahvaltısında, aynı güneşin sabahında, aynı gökyüzü altında, aynı şeyler yemiş olabilirler, reçelli ekmekten mesela hani kırıntısı, konu generalinin dudaklarının kenarında kalan…
Ölenler, o sabah belki akıllarından geçirdiler ama kendilerine konduramadılar ölümü, obüsü yani ama belki, çocuk biraz daha az sorun yaratsaydı, hani generalin ergen oğlu, o kadar obüs atılmayabilir ve süzülerek, daha doğrusu dehşetli bir hızla, hedefe ki, sokağın ortasında bir dükkandı sadece, düşüp bütün hızıyla patlamayabilirdi. Bu durumdan bir ergeni suçlamak aşırı gelebilir size ama koca generali nasıl suçlayabilirim o üstüne düşen vatani görevini yapıyor. İşi öldürmek adamın.
Elinden ne gelir ve neden o apoletler var sanıyorsunuz ?
O obüs, hani yazı konumuz, sadece düştüğü yerde öldürmekle kalmıyor, etkisi çok geniş onun. Birleşmiş Milletler toplantıları düzenleniyor onun üstüne. Ölenleri düşündüklerinden değil, farkında bile değiller onların, çünkü sıradan toplantıları onların, yani kahvelerini bitirip, ‘ah biraz koyu veriyor bu makine’, ‘sandviçin ekmeği biraz bayat mıydı’ filan diye konuşup, sonra içeri gibi oy kullanıyorlar. Kolay bir iş, kolunu kaldır, indir ve kına filan, basit iş. Bu yüzden delegelerin kahveye ilişkin sohbet etmelerini çok garip karşılamamak gerek ne yapsın adamlar, kadınlar, adam kadınlar…
Obüs ilk üretildiğinden beri bu an için yaratılmış, hızla ve çok uzun olmayan bir uçuşla, gönderdikleri, hani generalin emri, başkanın kavli ile düştüğü yerde, binbir şarapnel parçası halinde dağıldığında, diğerleri mesela generalin ergen oğlu hamburgerini yudumlayıp, kolasını ısırdığında, başkan yine mutsuz, öldürüleceğinden endişeli, öldüreceğinden emin yatağından kalkıp, günlük naçar ibadetinde bulunduğu sırada, üç beş şarapnel saplanması sonucu ölenlerin pek farkında değiller.
Bu yüzden pek sorumlu tutamayız onları.
Yani obüstür sanırım bütün bu ölümlerin sorumlusu, belki yanlış yerde duran ev, belki yanlış zamanda, yanlış gezegende doğmuş olmak, yanlış sınırlar içinde de olabilir, -nedense daha çok yoksul doğmayı tercih ediyor insanlar- önce kendinizi sorgulayın, parçalanmış bedenler, itinayla kurşunlanmışlar, yol cesetleri boşuna siz başkanı suçluyorsunuz.
Ne yapsın adam tweet yazmaktan başka…
Yani her şey, obüsün başının altından çıkıyor: ‘Ah obüs ah, ne pis bir şeysin sen’…