Türkiye Coronavirüs yoksunuyken nasıl olduysa birden Coronavirüs hastaları ortaya çıktı; sonra da peş peşe ölümler olmaya başladı. Artık hasta sayısı ve ölümler bizzat sağlık bakanı ya da cumhurbaşkanı tarafından resmi olarak veriliyor. Hastanelerin, doktorların ya da hasta yakınlarının bu konuda açıklama yapması yasak. Zaten bir doktor kamuya açık olmadığını düşünerek doktorlara ve hemşirelere binlerce hastanın varlığından söz ediyor, gerçeği söylüyor ki, durum ciddiye alınsın, gereken çaba ve duyarlılık gösterilsin. Ama bu konuşma basına yansıyınca; bu doktora kem küm yaptırılıyor.
Şimdi Türkiye’de bu virüsün varlığının geç açıklanmasının sonuçları tartışılıyor. Toplumda, şeffaflık olsa ve erken açıklama yapılsa halk tedbirini alır ve virüs bu kadar yaygınlaşmazdı biçiminde bir görüş var. Hastalığın varlığı geç açıklandığı için sağlık bakanının yaptığı açıklamalara da inanılmıyor. Bazı şeyler vardır ki, söylentisi gerçekliğinden daha tehlikelidir. Bu tür hastalıkların toplum içinde şöyle böyle konuşulması gerçekten de bir panik ortaya çıkardı. Bilindiği gibi toplumlar böyle şeyleri konuşurlar; doğru da konuşurlar, yanlış da konuşurlar. El ağzı çuval değil ki büzesin, diye bir söz var. Toplumun resmi açıklamalara inanmamasını yaratan mevcut sağlık bakanı ve iktidardır.
Sağlık bakanı açıklama yapıyor; 3500 tahlil yaptık 350’si pozitif çıktı, diyor. Tahlil yapılanların %10’unda hastalık çıkması gerçekten de çok yüksek bir rakamdır. 100 bin tahlil yapılsa 10 bin pozitif çıkabilir. Bu virüs gerçekten çok tehlikeli ve hızla yayılıyor. Almanya başbakanı Merkel, Türkiye’de sağlık bakanının verdiği kadar ölümler Almanya’da olmazken Almanya’nın %60’ı bu virüse yakalanabilir, dedi. Anlaşılıyor ki, onlar da zamanında halka gerçekleri söylemedikleri için ipin ucunu kaçırmışlar. İtalya’da da zamanında gerçekler halka açıklanmadığı ve bundan dolayı halk tedbir almadığı için şimdi bir felaketle karşı karşıyalar. Herhalde halkı zamanında uyarıp tedbir alınmasını sağlamayan ülkelerin çoğunluğu bu duruma düşecek. İnşallah Türkiye geç açıklamadan dolayı bu duruma düşmez.
Kuşkusuz panik olmasın, soğukkanlı olunsun. Çünkü panik de olumsuzluklar yaratıyor. Örneğin saf alkol içerek onlarcası ölüyor. Ancak gerçekleri söylemek, yetkilileri uyarmak da kamuoyunun bir görevidir. Halk ya da bir gazeteci gerçekleri söylüyor, yönetimin eksikliklerini dile getiriyor panik yaratıyor diye suçlanamaz. Demokratik ülkelerde halk, sivil toplum örgütleri, demokratik kuruluşlar eleştiri ve görüşleriyle denetim yaparlar. Tabipler Birliği, sağlıkçılar böyle bir salgın hastalık döneminde görüş ortaya koymasalar ne zaman koyacaklar? Bu dönemde en büyük suç halka gerçekleri söylememektir. Kapalı toplumlar gerçekleri halktan gizlerler. Bunun sonucu da halk için hayırlı olmaz.
Coronavirüs kapitalizmin tüm defolarını ortaya çıkardı. Artık kapitalizmi sadece sosyalistler ve işçiler değil, tüm toplum sorgulamaya başladı. Eko-sistemi, yani doğayı, suyu, toprağı, ormanı, havayı düşünmeyen kapitalizmin insan düşmanı olduğunu herkes gördü. Böylece Türkiye’de ekoloji konusunda mücadele veren derneklerin, örgütlerin, bireylerin ve kurumların değeri daha iyi anlaşıldı. Artık Artvin Cerrattepe direnişçileri, Karadeniz’de dereleri savunanlar, Hasankeyf’te 5 bin yıllık tarihi savunanlar, Kaz Dağları’nı savunanlar, Hevsel Bahçeleri’ni savunanların gerçek yurtseverler oldukları çok iyi görüldü. Türkiye’nin geleceğini savunanların başında ekolojik bilince sahip olanlar geliyor. Bu açıdan Gezi Direnişi daha anlamlı hale gelmiştir. Belki Taksim Parkı’nın ağaçları savunulmuştur. Şimdi bu savunmanın, bu bilincin insanlığı savunmak, Türkiye’yi savunmak olduğu daha iyi görülmüştür.
Ekolojik bilince sahip olanları, ormanları ve suları savunanları Türkiye ekonomisinin gelişmesini istemeyenler olarak değerlendiren kafanın ne kadar geri olduğu açığa çıktı. Endüstriyalizm, yani doğayı düşünmeden yapılan endüstri, fabrika, işletme, baraj kurma Türkiye’ye, Türkiye insanına ve insanlığa ihanettir. Şu kadar fabrika kurduk, şu kadar yol yaptık demenin bir değeri yok. Eko-sistem dikkate alınmış mı? Temel hassasiyet bu mu? Önemli olan budur. Yoksa devletlerin ben şu kadar fabrika kurdum, şu kalkınma yaptım biçimindeki yarışçı kapitalist kafa insanlığa ihanettir. Coronavirüs bunu söylüyor. Coronavirüsü kapitalist zihniyet ve üretim biçimi ortaya çıkardı. Doğayı, toplumu düşünmeden kendi karlarını düşünenler ortaya çıkardı.
Bu anlayışla yönetilen Türkiye, şu kadar imkanım var diyor, ekonomim şöyle iyi diyor, sağlık turizmiyle övünüyordu. Ancak Türkiye’nin 81 vilayetinde virüs testi yapacak laboratuvarlar, ‘Kit’ler yok. Bu virüsün ortaya çıkardığı hastalık ancak ne kadar fazla erken tahlil yapılırsa o kadar çabuk önleniyormuş. Türkiye’de ancak şimdi Çin’den erken teşhis yapan Kit getiriliyor. Daha yeni yeni başka illere götürülüyor. Daha önce diğer illerdeki hastalar çaresiz ve sahipsiz bekleyiş içinde kalmış. Bir yurttaş haklı olarak Hakkari’den oralara gidip nasıl tahlil yaptıracağız diye soruyordu.
Toplum olmanın, toplumsal dayanışmanın değerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Böylece kapitalizmin ve yarattığı bireyciliğin nasıl insanlık ve toplum karşıtı olduğunu da öğrendik. Bir musibet bir nasihatten iyidir, özdeyişinin ne kadar doğru olduğunu da anladık. Kötü bir öğrenme yöntemi ama yine de kapitalizmin kötülüğünü öğrenmek iyi oldu. Böylece toplum yeniden atasını, anasını hatırlayarak dayanışmacı olsun. Tüm komşular, hastalar ve yaşlılar bizlere aittir, onlardan sorumluyuz. Bu bilinci kazanmak da çok önemli bir kazanımdır. Bu bilinç gelişirse Türkiye’de insanlık da demokrasi de özgürlük de kardeşlik de her şey de gelişir. Bu virüsün yarattığı bilincin Türkiye’de halklara ve demokrasiye düşman zihniyetin geriletilmesinde de rol oynayacağına inanıyorum.