Cezaevleri her dönem hak ihlallerinin çok yoğun yaşandığı yerler olmuştur. Özellikle 19 Aralık 2000 cezaevleri operasyonu ardından geçilen izolasyon sistemi cezaevlerini “yaşanmaz” yerler haline getirmiştir. Çok uzun yıllardır, işkenceli sorguların ardından zorla imzalatılan ifadelere dayanarak açılan davalar sonucu onlarca yıl ceza almış, yüzlerce, binlerce mahpus hala cezaevinde yaşamaya devam ediyor.
Son dönemde cezaevlerinde dayatılan çıplak arama, özel alanların kamera ile incelenmesi özellikle kadın mahpuslar açısından taciz niteliği taşımaktadır. Çok sayıda mektup gelir bizlere, cezaevlerinden. Geçen gün Gebze Cezaevi’nde uzun yıllardır yatan bir kadın mahpusun yaşadıkları aslında Kürt halkının yaşadıklarının kısa bir özeti gibiydi.
Diyor ki; “ 27.11.2020 tarihinde koğuşumuza ‘talan – gasp’ tarzında bir arama yapıldı. Benim çocukluğum ‘ev baskınları’ ile geçti. Defalarca evimizi basıldı. Ama o baskınlarda bile polis her şeyi almazdı. Her şeyimizi aldılar bu baskında. Bu pandemi günlerinde ayakkabıları ile yataklarımıza bastılar. Tüm eşyalarımızı yere attılar. İç çamaşırlarımıza kadar aradılar. Çöpe değdirdikleri elleri ile elbiselerimizi ve üstlerimizi aradılar”
Ve devam ediyor; “Yaşadığımız her şeye, yaptığımız kitap alıntılarına kadar el koydular.”
Beni en çok babası ile ilgili bölüm etkiledi.
Şöyle diyordu; “2007 yılında babamı trafik kazasında kaybettim. Belki klişe ama babam benim kahramanımdı. Onun emekleri ile sizleri tanıdım. Direnmeyi öğrendim. Babam 90’lı yıllarda gözaltına alınıyor ve bir aydan fazla gözaltında kalıyordu. Bırakıldığında gördüğü işkence nedeniyle günlerce yatakta kalıyordu. Annem de işkence gördü. Ben babamın öldüğünü yıllar sonra öğrendim, zindanda. Hala kabullenmekte zorlanıyorum. Babama dair bir çalışmaya başlamıştım. Ona da el koydular. 30 yıl önce gözaltına alınıp götürülen babam bir kez daha benden alınıp götürüldü… Fotoğraflarına da el koydular…”
Aslında bu mektup Kürt halkına dayatılan “çözümsüzlük politikası”nın kısa bir özeti.
Böyle büyümüş barış içinde yaşamayı öğrenemeden, hapislere düşmüş o kadar çok insan var ki! Ve bu çözümsüzlük politikası var gücüyle devam ediyor. Sadece şiddetten beslenen bir “devlet aklı” hüküm sürüyor. Ne yazık ki iktidar ve kendisini “muhalefet” olarak tanımlayan çevrelerin büyük kısmı aynı resmi ideolojiden besleniyor.
Irkçı- milliyetçi ve ‘güvenlikçi’ politikalar sadece çözümsüzlük üretiyor. ‘İçerisi’ ve ‘dışarısı’ arasında fark kalmamış durumda.
Hepimiz ‘rehin’ gibi yaşıyoruz. Ancak bu coğrafyada ‘biat etmeyen’ bir damar da var.
İşte tüm umudumuz orada…