12 Eylül cuntası Konstantinopolis’in Arapçası olan, Konstantiniye adını bile yasaklanmıştı. Bu adı kullanan siyasal İslamcı bir dergi de yasaklanacaktı. Geriye yönelik tarih yazımında, Hz. Muhammed’in Konstantiniye’nin fetholunacağına ilişkin hadislerinde keşfedilmesi ya da yaratılması şaşırtıcı değil. En yaygın anlatımlardan biri:
“Sevgili Peygamberimiz, Fetih’ten 8 asır evvel İstanbul’un fethini şöyle müjdelemişti: “Kostantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Hatta Kur’an’dan bile Konstantiniye’nin fethinin öngörüldüğüne ilişkin kanıt üretilmeye çalışılmıştı: “Her gücü yeten mücâhidin hayat ve emellerinin ufku olan bu şerefli fetih, 1453 (Hicrî 857) yılında hayatının baharını yaşayan
Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri’ne nasîb olmuştur. Çünkü vakit artık tamamdı. Fetih daha fazla gecikemezdi. Kur’ân-ı Kerîm’in sırrında fethin vakti gelmişti. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’deki « …tertemiz güzel belde… » (Sebe’,15) ibâresi, Allâme Molla Câmî’nin tespitine göre; ebced hesâbıyla 857’ye (Milâdî 1453’e) tekâbül etmektedir.” Yerel seçimlerde demagojik propaganda için kullanılmadık bir Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü kalmıştı.
Her yıl ziyaret eden Anzac’ların bıraktığı turizm kazancı kimin umurunda, Avustralya’ya Türkiye yerel seçimlerinden payına düşeni aldı. Efendim, Çanakkale Savaşları İstanbul adını Konstantinopolis’e çevirmek için yapılmış da, falan filan, buna bugün de izin verilmeyecekmiş, yaptırılmayacakmış! Neredeyse, ulusal ritüelleri gereği her yıl gelen Avustralyalı ve Yeni Zelandalıları, Anzaklar deyu denize dökecekler!
Yahu, o zaman bile, Osmanlı hükümetinin 24 Nisan olayının sorumluluğunu Ermeni devrimcilere yıkan broşürde bile basım yeri olarak “Constantinople” deniyordu. Kentin frankofan uluslararası adıydı. İstanbul, ulus devlet sürecinde İstanbul oldu. O kadar adı vardı ki İstanbul’un devri-Osmaniyede ve öncesinde, hangi birini sayalım? İstanbul adı bile Rumca’dan: Stanpoli… Kente demek…
Ayasofya kentin simgesi idi, yedi tepeden biri üstünde… Hangi yönden kente gelirseniz gelin onu görebilirdiniz. Nereye gidiyorsun diye sorduklarında, “kente” denilirdi. Yani sur içine. Galata bile kentin dışı sayılırdı, Kalkedonya, Skutari’yi, Makriköyü bırakın. Ben çocukken de Beykoz’dan vapura bindimizde, annem babam nereye gidiyorsunuz diye sorulduğunda, İstanbul’a derlerdi. Cumhuriyet ile birlikte İstanbul’un belediye kent sınırları, Galata ve Suriçi’nin dışına yayıldı.
Ben çocukken Anadolu yakasındaki sınır Bostancı, Avrupa yakasındaki sınır ise Küçük Çekmece idi. Tarihi köprülerin, yani sınırın ötesinde büyük et lokantaları vardı. Babam götürürdü zaman zaman hafta sonları. En lezzetli et lokantalarıydılar. Belediye rüsumları ödenmediği için.
Hey gidi Konstantiniyye, az isimle anılmadın tarih boyu, Vizantion, Bizantium, Nova Roma (Yeni Roma), Megalipolis (Büyükkent), Çargrad (İmparatorun kenti), Konstantingrad, Vizant, Bolis, Estamboli, Darsaadet, Stambul, Asitane-i Aliyye, Payitaht’ı Saltanat, Darül-Hilafet’ül Aliye, vs. İstanbul/Konstantinopolis takıntısı, Kemalist ideolojinin uzantılarından biri. Galiba uzun yıllar İstanbul’u zahmetsiz aldıklarına kendileri de inanamadılar. 12 Eylül’den sonra bu takıntının canlandırılması şaşırtıcı değil, iktidardaki blokun bileşenlerinden dolayı.
Ergenekon ve MHP’nin bu bloktaki belirleyiciliğini de yansıtıyor. Yoksa İslamcıların da kullandığı, Konstantiniyye’nin bir takıntı mevzuu haline getirilmemesi gerekirdi. 1950’lerin Soğuk Savaş yıllarındaki Paris gibi İstanbul’da da Amerikan çağı yaşanıyordu.
Genç kızlar için en gözde hayal, bir Amerikalı çavuşu kapmaktı. Kılık kıyafet, yaşam tarzı, Amerikan pazarları aracılığıyla aktarılıyor, “Otomobilim uçar gider” şarkısı dillerde pelesenk oluyordu.
Birden Afro-Amerikalı minik bir şarkıcının İstanbul/ Konstantinopolis değil şarkısı ortalığı silkelerdi. Dedim ya büyük balayı dönemi, Türkiye siyasal/ iş eliti ile Amerika arasında. 1953 yılında Bayar’ın ABD gezisi büyük olay olmuş, albümleştirilmişti. İstanbul/Anadolu kökenli Rum ve Ermeniler bile, ellerinde Türkiye bayrakları yollara dökülmüştü, “Cumhurbaşkanımız gelmiş” diye. (Teşkilatı Mahsusa elemanı Bayar iki yıl sonra 6-7 Eylül pogromu ile iyi teşekkür edecekti ya!) Herhalde, o zaman pişirildi bu şarkı. Belki, büyükelçi olan babasının cenazesi 1946 yılında Missouri zırhlısı ile getirilen, (Zırhlı adeta İstanbulluların ziyaretgahı olmuştu) Münir Ertegün’ün oğlu, efsanevi Atlantic Plak şirketinin kurucusu Ahmet Ertegün’ün de rolü olmuştur bu işte.
Sanki, Türkiye’ye gelecek olan yeni müttefiklerin “siyasi hata” yapmalarını önlemek, Türkün ünlü öfkesini provoke etmemek için. 5-6 yaşında ben bile mırıldanıyordum. “İstanbul not Constantinople”… Hani güzel, akılda kalan bir şarkıydı. “İstanbul Konstantiniye’ydi / Şimdi İstanbul, Konstantiniye değil Uzun zaman geçti, Konstantiniye’den / Şimdi o geceleyin ayışığında bir Türk lokumu Konstantiniye’nin bütün kızları şimdi / İstanbul’da yaşıyor, Konstantiniye’de değil Bu yüzden eğer Konstantiniye’de bir randevun varsa / Sevgilin seni İstanbul’da bekliyor olacak New York da bir zamanlar Yeni Amsterdam’dı / Niye değiştirdiler söyleyemem