Ahmet Güneş
Birbirinden feci konular açılıyor. Giderek esrarengiz oluyor her şey. Oysa bilinen ne çok şey vardı, bilinmeyenleri saklayanmış. Elbise diyelim, ten saklar, eşya saklar, bazı gerçekleri de saklarmış. İnsan öğreniyor, durmadan öğreniyor; Gelecek gelmeyecek olanın tezahürüymüş. Bolca alkış lazım buna, çokça şaşırmak da geçerli ama. Her şeyin bir takası var.
Islah edilmekten azat bir acı diye düşünüyorum, sınırı yok diye bir tümceye varıyorum. Sanmaktan öteye geçmek gibi bir eşik. Suiistimal edilmiş niyetler, öngörülere komplolar, olacak en güzel şeye tuzaklar döşenip duruyor. Aklın ve hayalin bu kadar berbat koştuğu başka bir çağ görülmemiştir.
Niyetler ya gecikmiş ya da yenilmiş başlıyor burada. İstekler hep bir aksama silsilesinde ve sonra bir sebep bulup avunuyor. İnsanın ehlileşme yani modernleşme süreci suçlarla doludur. Neyse ki sürekli ve itinayla sıyrılanlar var, olanlara ceza gibi yaşayanlar. Onlar armağan bırakır, akşamsefası gibi, iğde kokusu gibi. Derman ve moral bundan, aynı renkle anılır.
Yanlış anlaşıldı diyemeyiz, yanlışa sürüklendi diye çevirebiliriz. Zaten işaret dili çevrilmez, sözün hükmü, bedenin diline kadar. İnsanın kendinde yarattığı, kendine yarattığına uymuyor. İçinden, her şeyin içinden bir kuş kanatlanıyor, aklanıyor, aksıyor, sonra efsanesi dünyaya yayılıyor.
Sert ve hüsrana amade bir gelecek tahayyülü kimin derdine deva olacak ki vaat ve nasihat misali uğulduyor. Umut iskeleti görülen bir ceset artık. Olay veya olan ne, nerede, kim yüzünden, ne için, ne zaman hengamesinde sıkılıyor. Devam etmenin, ayak uydurmanın cazibesi, yerle bir etmenin hevesi bir arada.
Sanki eşitlik herkesin gördüğü bir rüya ve sabah uyanınca kâbusa dönüyor. Gerçek geleceği belirliyor, bu bir gerçek, yalan geçmişi bile değiştiriyor, bu da bir gerçek. Hırçın bir bilmek yaraşır hayata ve bunu diyeceklere.
Uzunu uzatmışlar, esrik bir eziği var etmişler. Tiran burada diyor bir ses, zulüm orada diye bir tarif. Kötülük işte, nişangâh arıyor, yayılacak yerler buluyor. Bir ses duyulur bir gün, soru çiçekleri ekilir: İyilik nerede iyileşir? Bulmak, aramaktan vazgeçmiş gibi bir iç ses.
Saltanatı süren küfürler, devreden kötülükler, yakıştırılan zulümler sarmış her tarafı. Birçok yanımız ‘puşt zulası’ olmuşken, özenen ve öneren var. Hayır demek, bir enkazdan barikat yapmak, o kadar estetik ve ertelenmiş. Kaçtığımız yerler hapishane, dinlendiğimiz yerler de misafirhane olmuş. İnsan aslında evini yakıp yeni bir ev aramış. Oysa bilinir; insanın evi yoktur.
Bazı telaşlar, birçok haysiyet yarası almıştır. Diyorum bazen, birtakım konuşmalar için yani açıklamalar için kocaman megafonlar lazım, adı lazım değil meydanlar lazım. Bir de onları duyacak kulaklar lazım. Dünyanın ve yaşamanın ihtiyaç listesi her daim güncellenmeli. Yenilen yenilebilir kaidesi istisna olmalı.
Bir an bir anıya muhtaç. Bir hayal bir hayata muhtaç. Birçok şey birçok şeyin itaatine mecbur, isyanına katlanabilir. Oysa yetmiyor çünkü isyana kanat bulmak, isyana sınır tanımamak yakışmalı. Hayat her gündoğumunda değişmeye mecbur. Anlam ve arayış hamalı bir dünya ve içinde yaşamak. Ne kadar da cilveli bir öngörü.
Yine de bir yerlerde, bir yerlerin hayalinde yani isyan ettiğinin uzağında dövüşen ve düşen varsa, ki var, onların yüzüne bakmak, onları hatırlamak ne kıymetli. Bize süresiz üzgün olma şansı verilmedi, bize süresiz umut etmeme iltifatı yapılmadı. Bir yere vardık: Yapamadıklarımız bizim cezamız oldu.
Haftanın kitap önerisi: Kanat Güner, Eroin Güncesi / Era Yayıncılık