İlham Bakır
Geçtiğimiz hafta Oscar ödül törenlerini düzenleyen Akademi, 50 yıl sonra Sacheen Littlefeather’dan özür dilediğini açıklayarak müzesinde Littlefeather için özel bir etkinlik gerçekleştireceğini açıkladı. 1973 yılında düzenlenen Oscar ödül töreninde 26 yaşındaki Sacheen Littlefeather, Marlon Brando’ya verilen en iyi erkek oyuncu ödülünü reddetmek üzere sahneye çıkmıştı. Baba (The Godfather) filmiyle ödül kazanan Brando, Amerikan filmlerinde Amerika yerlilerinin aşağılanmasını protesto etmek için verilen ödülü reddedecekti ancak kendisi yerine bir Amerikan yerlisi olan oyuncu Sacheen Littlefeather’in sahneye çıkarak kendi yerine ödülü reddetmesini istemiş, Littlefeather da sahneye çıkarak 60 saniyelik kısa konuşmasında, Brando’nun ödülü neden kabul etmediğine dair uzun metnini göstererek törenden sonra basınla paylaşacağını, sebebinin sinema endüstrisinin Amerikan yerlilerine muamelesi olduğunu söylemişti. Littlefeather’ın konuşması kimilerinden alkış alsa da çok büyük tepkiyle karşılanmış, yuhalanmıştı. Hatta yerlilerin aşağılandığı, kana susamış vahşiler olarak yansıtıldığı kovboy filmlerinin vazgeçilmez ikon oyuncusu John Wayne Littlefeather’a saldırmak için hamlede bulunmuş, etrafındakiler tarafından engellenmişti.
Şimdi 76 yaşında olan ve bir aktivist olarak yaşamını sürdüren Littlefeather, özürle ilgili olarak, “Biz yerliler çok sabırlı insanlarızdır, sadece 50 yıl beklemek zorunda kaldım!” diye bir açıklama yaptı.
“Tanrılar Çıldırmış Olmalı” filminde oynayan ve henüz meşhur olmayan yerli N Xau’a oyunculuğu için ilk filmde 300 dolar verilmişti. 36 yaşında ilk kez para ile karşılaşan, para harcamayı bilmeyen Xau, bu parayla su ve elektriği olan tuğla bir ev yapar. 1989’da çevrilen ikinci filmde artık tüm dünyanın tanıdığı bir oyuncu olarak 80.000 dolar kazanır. Beyaz adamın kullandığı Afrikalı bir siyahi figür olarak Xau, film endüstrisinin ve kapitalizmin tüm pisliklerine bulaştırılır. Alkol, sigara ve uyuşturucu bağımlısı olur. Tüm parası tükendiğinde tekrar ailesinin ve kabilesinin yaşadığı Kalahari çölüne geri döner. Görünen o ki artık eski Xau değildir ve döndüğü yerde de eski kendisini bulamamıştır. Mutsuz ve kederli yaşamı odun toplamaya çıktığı bir günde sona erer. Ölüm sebebini kimse bilmiyor. Cesedi evden çıktıktan dört gün sonra bulundu. Ölüm sebebi açıklanmadı, ama öldürenin kapitalist film endüstrisi olduğu çok açıktı.
Zaro Ağa Bitlis’in Mutki ilçesinin Meydan köyünde doğmuş bir Zaza Kürt. Türkiye’nin en uzun, dünyanın da en uzun yaşayan ikinci insanı. Tam tamına 160 yıl yaşamış. 18 yaşında gittiği İstanbul’da pek çok işte çalışmış, ilerleyen yaşına rağmen hamallık yapmış ve hamallar sendikasının kahyalığını sürdürmüştür. Yaşamına onlarca savaş, yüzlerce olay sığdıran, doğduğunda 1. Abdülhamit tahtta iken 1933 yılına geldiğinde artık Osmanlı’nın yerine Türkiye Cumhuriyeti 10 yaşındadır. Zaro Ağa, yaşı nedeniyle basının ilgisini çeker. Basında fotoğrafları yer alır. Tek parti döneminde, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti marifeti ile bir reklam kampanyası organize ederek Zaro Ağa’nın uzun yaşamın sırrı olarak Türk üzümü İzmir incirinin reklamı yapılır. “Kim Zaro Ağa gibi Türk üzümü ve fındığı yerse zeytinyağı ve İzmir inciri ile sindirim sistemini harekete geçirirse onun gibi bu yaşta sağlıklı olur” ibaresi bulunan kartpostallar Macaristan’da dört dile çevrilerek tüm dünyaya dağıtılır. Halbuki Zaro Ağa gittiği her yerde Türk değil, Kürt olduğunu, uzun yaşamının sırrı olan yiyeceklerin de bulgur ve yoğurt olduğunu söyler. Bir buçuk asırlık yaşa sahip bu mucizevi adam dünya basınının da ilgi odağı olur. Uzun yaşamın sırrını incelemek için Zaro Ağa’yı Amerika’ya davet eden Hermen Norden isimli bir Amerikalı, onun sırtından para kazanmak için sirklerde çalıştırır, bir çadırda onu sergileyerek onunla fotoğraf çekmek ve onu öpmek isteyenlerden para toplar. Sirke düşmek Zaro Ağa’nın zoruna gitse de yabancı memlekette mecburen kaderine razı gelir. Tekrar dönüp İstanbul’a geldiğindeyse artı eski Zaro Ağa değildir. Mutsuz, küskün ve kederlidir. Reklam sektörü, kapitalizm onu sömürmüş, ondan ruhunu ve onurunu çalmıştır.
Bir Amerikan yerlisi, bir Afrika yerlisi ve bir Ortadoğu yerlisinin ruhu ve onuru aynı kapitalist çarkın ve onun en güçlü aparatı sinema ve reklam sektörünce çalınır. Xau’dan ve Zaro Ağa’dan kimse özür dilemedi. Hala Türk filmlerinde Kürtler tıpkı Amerikan yerlileri gibi aşağılanıyor. Türkiye sinemasından bir oyuncu ya da bir yönetmen Marlon Brando’nun yaptığı gibi aldığı bir ödülü reddetmedi, Kürtlerin ya da diğer bir etnik yahut dini kimliğin aşağılanmasını protesto edecek basireti, erdemi; ahlaki ve vicdani tutumu sergileyemedi.