300 gün, 4 mevsim, 25 bin kilometre yol, bin 311 gün bitmeyen bir yas. Bir taşın üstünde elleri göğe kalkan bir kadın gözü kör, kulakları sağır olan bir binaya bakıyor… ‘Adaleti görmeden ölmeyeceğim’ diyor, gidenlerin değil kalanların adaleti için direniyor Emine Şenyaşar
Dile gelmeyen, gelse eksik kalacak, gelmese kimsenin bilmeyeceği öyle acılar var ki. Onlardan biri de 14 Haziran 2018’de Urfa Suruç’ta yaşandı. Bir ailenin işyerine baskın yapılıp, aile tarandı, yaralılar hastaneye kaldırıldı, onları tarayanlar orayı da basıp yaralı 2 oğlunu ve onları görmeye gelen babalarını herkesin gözü önünde katletti.
Gabriel García Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabında olacağı önceden belli bir cinayete bütün şehrin sessiz kalışı anlatılırken, Şenyaşar ailesinin katledildiği gün olan “Kara Perşembe”de ise herkesin gözü önünde işlenen bir cinayete bütün dünyanın sessizliği yaşanıyor.
Herkesin gördüğü cinayet
2018 genel seçimleri öncesi AKP Urfa milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın akrabaları ve korumaları, onlara oy vermeyeceğini söyledikleri iddia edilen Şenyaşar ailesinin iş yerini bastı, saldırıda Adil ve kardeşi Celal yaralandı, karşı taraftan ise vekilin abisi hayatını kaybetti. Asıl cinayetler ise bundan sonra işlenmeye başladı. Yaralı kardeşler kaldırıldıkları hastanede ve yine çocukları için gelen baba Esvet Şenyaşar da aynı şekilde AKP’li vekilin akrabaları tarafından linç edilerek katledildi.
Aradan geçen bin 311 gün
Olaydan çok sonra açılan davada Şenyaşar ailesinden saldırıda yaralanan Fadıl Şenyaşara’a 37 yıl verilirken, karşı taraftan da göstermelik de olsa bir tutuklanma gerçekleşti. AKP’liler öyle rahatlardı ki olaydan aylar sonra bir koruma ordusu ile gelip “teslim oldu” biri. İşte bin 311 gün önce dünyanın gözü önünde yaşanan bu cinayete ve adaletin yerini bulmamasına karşı ailesinin gözleri önünde katledildiği anne Emine Şenyaşar 9 Mart 2021’de Urfa “Adalet Sarayı” önünde eyleme başladı. Bu eylem bugün 300. gününe girdi.
Katiller değil o yargılandı!
Emine ananın adalet çığlıkları yeri göğü inletirken, başladığı eylem bir sembole dönüştü zaman içinde. Kars’tan Edirne’ye kadar kimler ziyaret etmedi ki Emine Şenyaşar’ı; Doktorlar, avukatlar, siyasiler, barış anneleri, gençler… İlk günler öyle kolay olmadı bugün oturduğu alanı kazanması; gözaltılar, saldırılar, davalar ve hala süren soruşturmalar kapsamında önceki gün 12’inci kez ifadeye çağrıldı Emine ana. O ise her defasında yorulmadan “Beni değil katilleri sorgulayın” diyor.
Gözleriyle adaleti görmek istiyor
Nerdeyse gözlerinin yüzde 70’ni kaybetti, oturduğu ilk gün olan 9 Mart’taki fotoğrafı ile 300. güne bakıldığında dahi acının rengi yansıyor çatlayan dudaklarına, yaralı ellerine, açılmayan gözlerine. 300 günde her gelene binlerce kez anlattı yaşadıklarını, yaşatılanları. Her gelenle yeniden yeniden ağladı… Kolay değildi bir acıyı bu denli canlı tutmak, taş olsa çatlar dedikleri bu olsa gerekti ama sanki taş olmamış da adı Emine Şenyaşar olmuştu.
Gözlerinin içine bakıyor
Bizler Emine anayı kimi adalet binasının temelini elleri ile kazırken gördük, kimi tellere taktığı serumu ile. Düşünün ki bir şehir, bir dünya size karşı, cinayeti görmüş duymuş ama sessiz, düşünün ki yas bile tutamadan ve düşünün ki sağ kalanlar için adalet aramak size kalmış olsun. 13 Haziran 2018’de Emine ana “sıradan” bir kadın olarak yaklaşan bayrama hazırlanıyordu. Şimdi ise bir adalet sembolüne dönüşmüş durumda. Urfa “Peygamberler şehriydi” ama artık adalet arayan bir kadının direnişinin şehri olmuş adeta. Adalet binasına gelen herkes her gün onu görüp, yanından geçiyor. O ise her gün tam da gözlerine bakıyor onu çekip çekip taciz eden polislere, sesini duymayan hâkimlere, savcılara. Korkmadan, yılmadan, direniyor 300 gündür. Adalet gelir mi bilinmez ama kesin olan bir şey varsa oda tarih onu ve direnişini yazacak olması.
Her gün ordalar
Çok uzun süredir gelip yanında oturmayı istememe rağmen ancak yılın son günü birlikte olabiliyoruz Emine ana ile. Cuma günü kendisi gelemediği için nöbeti oğlu Ferit devr alıyor. Şehir onlara aşina, onlar direnmeye. Geliyor, pankartı asıyor ve oturuyorlar saatlerce. İlk zamanlar her gün, sonraları ise en azından hafta sonları gelmemeye başlamışlar. Şimdilerde ise sağlığı giderek kötüleşen Emine ana haftada ancak bir iki gün gelebiliyor, ziyaretçiler varsa ise her gün geliyor ama oğlu Ferit onun boşluğunu aratmıyor ve her gün orda. Sadece yasaklı günler evden sürdürmüşler eylemlerini.
Urfa zulmü görüyor
Emine ana ne kadar direniyorsa bir o kadar hakkı verilmesi gereken biri varsa o da oğlu Ferit. Bir anda 2 kardeşi ve babasını kaybettiği yetmiyor, bir kardeşi cezaevinde derken, nöbet ve 4 ailenin sorumluluğu kalıyor omuzlarında. Kolay değil elbette. Annesini göz doktoru için Antep’e götüren de o, Amed’e götüren de, cezaevine giden de o, nöbete devam eden de. Ve bütün bunların içinde iki çocuk babası aslında. “İnsan güç buluyor, öyle ki sanki uçsuz bir denizde yüzüyorsun sadece. Ve ancak başını kaldırdığında ne kadar yol gittiğini görüyorsun” diyor mütevazi bir şekilde yaşadıklarına. Katliamdan önce ücretli öğretmenlik yapıyormuş ve seviyormuş da. Ama 14 Haziran’da hayatları değişince o da bırakmak zorunda kalmış. “Eve geldiğimde sadece haberleri izleyip yatmak istiyorum. Çoğu gün çocukların yüzüne bile bakamıyorum” diyor. Tek derdi annesi ve tutuklu kardeşleri Fadıl. 4 ailenin yükünü omuzlamak hayli yormuş ve bu bedenine de yansımış ama hala umutlu “Fadıl çıkarsa” diye kuruyor birçok cümlesini. Annesinin tek umudunun kardeşinin bırakılması olduğunu söylüyor. “Öyle ki tek çabası o. Bazen düşünüyorum Fadıl çıkınca ya yası biraz hafifler nefes alır ya da asıl o gün annem oturup yas tutar. Ve çöker…Çünkü vakti olmadı tutmaya” diyor. Herkes destek verdi diyor ve ekliyor; “Urfa bizi sevdi”. Şehir direnişlerini görüyor aslında, bir gürültü kopmasa da AKP’nin kalesi olan Urfa yaşanan hukuksuzluğun farkında ona göre.
Omuzlarında bitmeyen bir yük…
Ferit her gün 42 kilometre olan Urfa Suruç arasındaki yolu iki defa gidip geliyor. 300 günde yaklaşık 25 bin kilometre yol yapmış. Kimi annesi ile kimi annesiz ama her gün… Görüştüğümüzde bu kez Birleşik Mücadele Gücü’nün etkinliği için İstanbul’a gidecekti. Bir yandan da şehir dışındaki etkinliklere koşuyor. Diğer kardeşleri Mehmet ise dükkânlarına bakıyor. Katliam sonrası bir dükkânlarını kapatmış, geriye birini bırakmışlar. Cezaevi ise onlar için ayrı bir direniş alanı. Bir yandan da Fadıl’ı yalnız bırakmamak için çaba sarf ediyor/lar. Çocuklarına düşkün ama hep fırsat buldukça ilgi gösterebilmiş son 3 yılda. Çocuklarından birinin adı Barış, diğerinin Adil Mirhan. Annesini bir an olsun yalnız bırakmıyor. Ve bu adalet nöbetinde Emine ana kadar adı anılması gereken biri aslında. Kendi adına kurduğu bir hayali varsa dahi kardeşinin çıkışına bağlamış, onu bekliyor…
Kendi halinde bir aile
Katledilen Adil evlilik hazırlıkları yapıyormuş, eğer katledilmese evlenmiş olurmuş. Celal ise çocuklarına çok düşkün bir babaymış. 3 çocuğu var Celal’in. Her fotoğrafta çocukları var. Adil ise evin içine kapanığı, resim çekmeyeni. Babaları ise mücadeleye gönül vermiş biri. Bir o kadar da yardım sever. Suriye’den gelen mültecilere evini açan, ne aç ne açıkta koyan biriymiş. “Gücümüz yettiğince yetişirdik herkese” diyor Ferit.
Acıdan abide
Emine ana alanda ne kadar direngen ise evinde ise tüm yasına rağmen bir o kadar misafirperver. İnsan sıkı sıkı sarılmak istiyor sadece. O ise çatlayan dudaklarına rağmen gülümsemeye çalışıp “Hoşgeldin” diyor. Bedenin tüm acı ve yorgunluklarına rağmen yemek hazırlamış ve daha farklı bir şey çıkaramadım deyip duruyor. Bazı acıların vakurluğu ve taşıyanın duruşu sizi derinden etkiler ya. Her gün gözyaşı akıtmaktan göz pınarları kuruyan, öfkesi dağı taşı delen kadın, insana derin bir mahçubiyet hissettiriyor. Sık sık dalıyor konuşurken, günlük yaşamdan bahsederken birden geliyor hüznü aklına, “Anne taştır, anne demirdi. Oyy anne kurban Celal, anne kurban Adil” diyor sık sık. O da cümlelerine Fadıl çıkınca diye başlıyor. Evin tadilatı bile Fadıl’ı bekliyor aslında…
Korkmadan haykırıyor
Öfkesine ise kelimeler yetmiyor. Savcıyı anlatıyor; “Bana dedi Halil’e hakaret etmişsin. Evet dedim. Sonra aynısı yine dedim. Dedim; katildir, hırsızdır, para için her şeyini vermişti…” deyip bir çırpıda içini döküyor; “Hepsi biliyor, hepsi şahit aslında. Dedim beni değil katilleri yargıla cesaretin varsa. Bir daha gelmeyeceğim” diyor. Her ziyarete gelenlere söylediği sözleri ona karşı kullanılmış. “Ama korkmam ben, hepsini yine dedim. Dedim oğlum hırsız değil, arsız değil. Neden tutuklu. Onlar çocuklarımı neden öldürdü?” Cevapları ne oluyor diyorum; “Ne olacak susuyorlar” diyor. Birden dalıyor ve gözleri doluyor. Elimden geldiğince ilgisini dağıtmaya çalışıyorum. Her gün ağlayan bir kadını bir de ben ağlatamam(!). Ama istemsizce bir süre sonra oluyor zaten…
İlk acısı değil
Evde torunu var üniversiteye hazırlanan. Büyük kızının kızı, torunu Rojda. “Bu ilk acım değil” diyordu sık sık. Meğer kızını da kaybetmiş Emine ana. Kaç defa ameliyat olmuş ama böbrekleri dayanamamış. Ölürken eşine “Rojda’yı annemden almayın” demiş. “5 yıl kapı kapı dolandık iyileşsin diye. Nerelere götürmedik ki ama yetmedi…” diyor. Rojda geçen sene dershaneye gitmiş ama evdeki durumlar haliyle onu da içine çekmiş. Bu yıl evde hazırlanıyor. Anneannesinin en büyük destekçisi. Uzak bir şehre mi gitmek istiyorsun diyorum; “Yok. Anneannem her gün ağlarken onu nasıl bırakırım ki. Dayım çıksa belki iyi olur ama…” diyor. Küçük yaşta kucağına bırakılan Rojda ile birlikte Emine anaya nefes aldıran aslında torunları. Celal’in oğlu geliyor, Emine ana banyo yaptırıyor, yemek yediriyor. Torunları sık sık geliyormuş. Fadıl’ın kızı Rojda’yı anlatırken gözleri parlıyor; “Babası tutuklandığında 3 aylıktı, şimdi kocaman oldu. Cin gibi” diyor. “Babası bir çıksa…” diyor yine.
Dinmeyen bir öfke
Evde önceki hayatlarına dair fotoğraf bakıyorum yok gibi. Oluyor aslında, ne varsa saklanıyor saklanıyor da ancak öyle kalınıyor ayakta. Rojda’ya soruyorum o gösteriyor. Dayılarının fotoğraflarını. Tek tek, birçoğu da Emine ananın telefonunda. Saklamış. Fotoğraflarda dik bir duruşu var. Bugün ayakta tutan da aynı şey. ” Fadıl bırakılmadan oturmayacağım” diyor inatla ve ısrarla. Gördüğüm kadın da tam olarak bu var karşımda. AKP’li Yıldız’dan ve ailesinden bahsederken gözleri öfke kusuyor; “Benim çocuklarım suçsuzdu. Ekmeklerindeydiler. Akşam gelir beni görürlerdi. Altlı üstlü yaşardık. Neşemiz vardı. Evleri yıkılsın başlarına ocağımı söndürdüler.” En çok ağrına giden elbette adaletin adaletsizliği olmuş. Aklı almıyor bir türlü. Katiller dışarda, çocukları mezarda ve biri cezaevinde. “Herkes duydu. Yabancı basıncılar da geldi hep. Partiler, insanlar. Hepsine anlattım…” diyor Emine ana. Gece ilerliyor yeni yıla giriyoruz. Arayan, soranlar oluyor. Dileği haliyle adalet oluyor, en azından Fadıl’ın bırakılması oluyor, katillerin AK’lanmadan yargılanması oluyor. Ve herkes için istiyor aslında. Çünkü o bir sembole dönüşürken o kadar çok acısı olan insan ziyaret etmişti ki… Aklında tutmasa dahi hatırlıyor birçoğunu.
‘Ben kazandım orayı’
Üst katta oturan oğlu Ferit geliyor çocuklarıyla. İstanbul’a gideceğini anlatıyor, vedalaşıyorlar. Emine ana iki gün olmayacak haliyle alanda. Aklı orda. Boş bırakmak istemiyor, “Onlar kovdu ben geldim, artık onlar bile benden kaçıyor, kaç defa insanları taciz ettiler, dedim yapmayın bari dayanışmaya gelenlere yapmayın” diyerek polislerle yaşadıklarını anlatıyor. Açılan TV’de gördüklerine savcı mı onlar deyince, kısa bir gülümseme oluyor; “Artık her gördüğümü savcı, polis sanıyorum” diye.
Herkes farkında olanların ama…
Şenyaşarlar’ın adalet eylemi sadece hukuki boyutu ile değil direniş boyutu ile bile bir sembole dönüşmüş durumda. Suruç’ta birçok devlet kurumuna tanıdıklarını yerleştiren Yıldız ailesi adeta ilçeyi satın almış gibi. Binalar, benzinlik, otogar ve alındığı iddia edilen birçok köy. Nereye baksanız onlara ait bir yer bulabilirsiniz. İlçe halkı da yapılan haksızlığı biliyor ancak yeterli bir tepki ne yazık ki henüz oluşmamış. Bütün bunlara rağmen Şenyaşar’lar direnmeye devam ediyor.
Acıdan direnişe bir kadın
Emine Şenyaşar; acıdan direnişi göğüsleyen, yaşını dahi bilmeyen ama inatla ama ısrarla 300 gündür adalet arayan bir kadın. Yaptığı belki bir vicdan eylemi belki bir insanlık direnişi, adına her ne derseniz deyin gözlerinde ne korku ne pes etmeyi görebileceğiniz bir kadın. Gelin, görün, dayanışın ve en önemlisi bu adalet arayışında sesine ses olun, o zaten canını ortaya koyarak direniyor. Yeni yıl sağlığından olmadan dilerim o ve bir bütün tüm adalet arayanların adaleti bulduğu bir yıl olur.