Çarçel Engizek
Deniz var olma koşulunun ne kadar zor olduğunun bilincindeydi. Emekle ve sevdayla yaşarken çoğu zaman da kıyasıya çatışmalarda sınadı ölümü. Her şey öyle acımasız ve kördü ki bazen dağın zirvesinde, bazen de kendi toplumunu savunurken tekrar öğretti bize…
Bir şafağın başında
Durmuştu zaman
Güne açılan tüm pencereler kapandı
O sabah Kadim inançlardan bize kalan
Bir denizyıldızı düştü boşluğa
Aç gözlerini dağlara
Gülümsesin yüreklerimiz
Bulutlar dağılsın
Özlemlerde asılı kalmasın yüreğimiz…
Sabahın şafağı, saat beş, elini uzatsan gökyüzünü avuçlayacak kadar yakınız. Otlara düşmüş cemrelerin damlaları yavaş yavaş toprağa süzülüyor. Doğudan yükselen güneş. Sol yanımda da ise dumansız bir ateş; kızıl alevleriyle Deniz arkadaşın yüzüne, gözlerine değecek, oradan kanatlanacak gibi yakın yükseliyor. Güneşin ve kızıllaşmış ateşin ortasında narin ve arı duruyor yüzü. Gözleri çakmak çakmak, elleri ustalıkla ateşin üstünde dans eder gibi hareket ediyor. Hafif bir mırıltıyla (ay le Gule gula mıne ) kılamını söylüyor. Hiç yerimden kalkmadan onu izliyorum. Dağların zirvesinde bir kadın, güneş ve ateşin ortasında tarihin en güzel kılamını söylüyor. Orada duruyorum. Yüzüne ve gözlerine doğayla uyumuna takılıyor gözlerim. Kendime soruyorum, şu an bu ana ne tanım koymak gerekiyor. Adı gibi uçsuz bucaksız bir kadın. Bir damla su gibi berrak denizlere kadar varan güzelliği…
‘Bilincin yaşını yaşıyordu’
Sonra kendime dönüyorum. Güzel olan nedir? Deniz’in doğa ana gibi kucaklayan dostça gülümsemesine ne demeli? Sevgi, değer, var olma ne üzerinden gelişir? Sevginin anlama kavuşması bilinçle değil midir? Deniz bilincin yaşını aşıyordu. Güzelliğin sevilebilmesini kesinleştirmişti karakterinde. Şafağın ışıltılarına karışan güzelliği doğada bütünleşiyordu. Çok genç yaşta mücadele etmesi acılardan ve zorluklardan dostluğu bilince çıkarmasını sağlamıştı. Çocuk gibi sevginin kaynağından yudumluyordu yaşamı. Orada hiç konuşmadan katıldım onun anlam dünyasına. Genç yaşında yeşertmişti güzelliği, orada toplumsallığına renk katmıştı. Bitmek bilmeyen coşkusu ve cesareti hepimizin ortak değeri gibi gelişiyordu. Sahiplenme ve sevmeyi o şafakta bir daha hissettim Deniz ile…
9 yaşında başlamıştı
Dağlarımız hüzünlü, dağlarımız güleç aynı zamanda. Her şey kendi özünde yaşama yol bulurken Deniz, en güzelinden bizlere yaşamı fark ettirdi. 9 yaşında başlamıştı derya-deniz yaşamaya. Bir yaz günün şafağında sen gibi yaşamak gerekiyor. Dağların asilliğine kendini kattın. Senden bize kalan ne çok şey var ömrümüze ömür katarken. Hep yolcuydun asiliğin ve direnişin yolunda adımlarken patikaları. Hızla yürümelerini anımsıyorum. Her nefesinde boynundaki karanfille yayılan kokuyu. İçinden bir tane çıkarıp koklaman. Dilin ucunda esprilerin, sonrasında “yaşamı cesur ve istediğin gibi yaşarsan yaşanmaya değerdir” deyişini…
Deniz’im var olma koşulunun ne kadar zor olduğunun bilincindeydi. Emekle ve sevdayla yaşarken çoğu zaman da kıyasıya çatışmalarda sınadı ölümü. Her şey öyle acımasız ve kördü ki bazen dağın zirvesinde, bazen de kendi toplumunu savunurken tekrar öğretti bize. Yaşamasını ve direnişi öğrettin bizleri hangi vicdan görmezlikten gelebilir ki? İnsan güzel olanı ancak erdemli yüreklerden öğrenebilir. Ne çok şey kattın bize güzel kadın. Bizler de güzel yüreğinden daha çok sevmeyi, sahiplenmeyi öğrendik.
Senin için özgürlüğün ve mücadelenin sınırı yoktu. Mekân ve zamanı kim böyle aşabilir bana söyler misin? En son direnişin ne çok insana yaşam yolu açtı. Köhnemiş, lanetlenmiş, yobaz kültürün yenilgisiydi sana sıkılan kurşun. Orada evrenin nefesi düştü yere. Bir kadın bir sevda özgürlüğe gülümsedi…