Dünya kamuoyunun Rusya-Ukrayna çatışması üzerine odaklanmış olması, Asya’dan Afrika’ya, oradan Latin Amerika’ya kadar birçok bölgesel hesaplaşmanın yeniden alevlenmesi için küresel bir ‘fırsat’ doğurmuş oldu. Ortadoğu coğrafyası açısından da durum böyle. Özellikle Türkiye hükümeti, iki küresel gücün de (ABD ve Rusya) dikkatlerini ve kaynaklarını Ukrayna üzerine yoğunlaştırmalarıyla oluşan bölgesel güç vakumunu kendi stratejik emelleri yolunda kullanma hevesi içinde kapsamlı bir askeri hamle başlatmış bulunuyor.
Aslında, son aylarda özellikle Şengal ve Mahmur’a yönelik hava bombardımanlarındaki artış, Suriye coğrafyasında ise Rojava’ya artan SİHA saldırıları ve cihatçı grupların Kürt güçleriyle tırmandırdıkları gerilim, gelmekte olanın habercisiydi. Öte yandan bahar ayları boyunca TSK’nın Kuzey Irak’a yayılma girişiminde bulunması, son birkaç yıldır artık rutinleşmiş bulunuyor. ‘Pençe-kilit’ operasyonun farkını, öncelikle Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan uluslararası konjonktürde aramak gerekiyor. Yukarıda özetlendi.
Irak’taki siyasal istikrarsızlık ortamı da TSK operasyonu için önemli bir fırsat oluşturmuş bulunuyor. Seçimlerin üzerinden geçen beş aylık süre boyunca Bağdat yönetimi, Cumhurbaşkanı seçiminden hükümet kuruluşuna kadar her açıdan bir çöküş içinde görünüyor. Bu istikrarsızlıkta, Türkiye kaynaklı müdahalelerin önemli bir rol oynadığı biliniyor. Saddam rejiminin devrilişinden beri Irak merkezi hükümetine göre daha örgütlü, güvenlikli ve güçlü bir profil çizmekte olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bir süredir içinde yine Türkiye’nin müdahalelerinin önemli rolü olan benzer bir kriz içinde.
Ekonomik açıdan ABD’nin Rus gazına acil alternatif kaynak arayışı içine girmesi özellikle Kerkük-Yumurtalık boru hattının önemini artırıyor. Türkiye hegemonyası altında Irak genelinde siyasal istikrar oluşması boş bir hayal olsa da, Türkiye’nin enerji nakil hatlarının jandarmalığını üstlenme vaadi, Amerikan yönetimi tarafından pozitif algılanıyor. Aynı vaat hem Erbil hem de Bağdat yönetimleri açısından yakın zamanda ciddi bir ekonomik gelir artışı potansiyeli taşıyor.
Ama uzun süredir ambargo ve yaptırım kıskacındaki İran ekonomisi açısından ‘gaz sorunu’na yönelik bu çözüm ihtimali, Rusya’nın piyasa dışı bırakılmasını değerlendirme hayalinin suya düşmesi anlamına geliyor. İran’ın ‘siyonist hedefleri vurduğu’ iddiasıyla geçtiğimiz ay Erbil’e yaptığı füze saldırısı bu çerçevede değerlendirildi. Yalnızca ekonomi açısından değil, TSK’nın Kuzey Irak’a yerleşme perspektifi İran için ABD hegemonyasındaki bir güç tarafından batı sınırı boyunca askeri abluka altına alınma anlamına geliyor. Bu anlamda, Rusya’nın Ukrayna’nın NATO üyeliği perspektifi karşısında gösterdiği tepkiyle benzerlik içeriyor. İran, Saddam rejiminin devrilmesinden bu yana Irak’taki Şii çoğunluk üzerinde nüfuzunu genişletti. Kürdistan bölgesinde ise KYB hegemonyasındaki Süleymaniye yönetimi ile tarihsel bağları daha da güçlendi. Bu genişlemeyi, bölgesel rakipleri olan Suudi rejimi ve İsrail ile onların küresel müttefiki ABD yıllardır kaygıyla izlemekteydi ve Türkiye’nin Irak’ta yayılma çabası, en azından oyun bozucu bir tedbir olarak belli ki zımnen destekleniyor.
TSK’nın 17 Nisan’dan beri özellikle Zap bölgesini yoğun ateş altına alarak buraya yerleşme girişimleri ve Şengal’e kadar ulaşan yoğun hava bombardımanı altında mücadele eden Kürt güçleri açısından bu stratejik mülahazalar ne kadar önem taşır bilinmez. Aslında bu tür yorumlar akla Fehim Taştekin’in bir Türk diplomattan aktardığı şu sözleri getiriyor: ‘(Bölge siyaseti) artık diplomatik çerçevede değil, sahadaki güçler arasında konjonktürel hamlelere dayalı “yazısız, sözsüz, sessiz” mutabakatlarla şekilleniyor.’
17 Nisan’da başlayan Zap, Avaşin ve Hakurk operasyonu bölge siyaseti kadar Türkiye’nin iç siyasi konjonktürü açısından büyük önem taşıyor. Erdoğan yönetimi, belli ki Putin’in Kiev saldırısına benzer bir yıldırım harekatı planlamıştı ve şu anda benzer bir düş kırıklığı yaşadığına dair birçok gösterge mevcut. Çatışmalarda TSK’nın büyük kayıplar verdiği, indirme yaptığı alanlarda tutunamadığı ve ilerlemekte zorlandığı yolunda bölgeden gelen haberler kamuoyundan saklanıyor. Geçen yılki Gare benzeri bir fiyasko içinde geri çekilmiş olmamak adına operasyon uzadıkça uzuyor ve uzadıkça da iktidar medyasındaki ‘Kandil’in kilidi açılıyor’ söylemi yerini ‘bugün de şu kadar Kürt daha öldürüldü’ tarzı beyanlara bırakıyor. Verilen kayıpların sayısı kamuoyundan gizlense de şehit cenazeleriyle, HDP üzerindeki baskılara ve parti kapatma davasına meşru zemin hazırlanması umuluyor. Böylelikle, HDP çizgisi ile muhalefet bloğu arasında şehit edebiyatı ve devletin bekası üzerinden bir kez daha bir bölünme hedeflendiği ortada.
Büyük Türk anti-emperyalisti Süleyman Soylu ‘ABD ve Avrupa’yı Suriye ve Irak’tan çıkarıyoruz’ diyor. Belli ki yukarıdan gelen talimat ona öyle söyletiyor. Öyle ya Kürt halkını ezmek mevzubahis olduğunda gerisi teferruattır. Ama bu oyunun bozulması, hayallerin bir kez daha suya düşmesi ihtimali her geçen gün daha da artıyor.