DTK Eşbaşkanı Leyla Güven Elazığ T Tipi Kapalı Cezaevi’nden yoldaşı Aysel Tuğluk’u yazdı
Leyla Güven
Sahi bir insan kaç kere ölebilir ki? Temelleri inkârcılık ve tekçilik üzerine kurulu olan bir ülkede; Kürt, Dersimli, kadın, Alevi, muhalif, feminist ve siyasetçi kimlikler ile yaşayabilmek mümkün mü? İşte sevgili Aysel bunu başarmak istedi, bunun için de çok çaba sarf etti. Bir annenin evlat acısını nasıl yaşadığına, onun isyanına, hawarına, feryadına ilk kendi annesinde tanıklık etti. Kardeşi Aytekin işkencede katledilmişti. Artık o evde hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını annesinin çektiği acıdan biliyordu. Annesinin acısını azaltabilmek için artık ona çok daha yakındı. Sürekli, ‘Anne bak ben varım ve hep yanında olacağım’ diyordu. Kim bilir belki de avukatlık mesleğini, insanlar işkencede katledilmesin, annelerin yüreği yanmasın diye seçmişti. Bu acılara sebep olan Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün aşılması ve herkesin kendi kimliğiyle, kültürüyle, inancıyla özgürce yaşayabilmesi için bir şeyler yapmak istiyordu. Bu nedenle hem Asrın Hukuk Bürosu’nda çalışmalar yürütüyor, Sayın Öcalan ile görüşüyor hem de demokratik siyasette naif, doğal, samimi, mütevazı ve ilkeli bir anlayışla sadece elini değil bedenini taşın altına koyarak mücadele ediyordu.
Aysel umudunu hep diri tuttu
Sevgili Aysel tarihte halkımıza yaşatılan acıları tabi ki biliyordu. Dersim isyanını, Ağrı’yı, Zilan’ı, Maraş’ı, Çorum’u, Diyarbakır Cezaevi’ni ve daha birçok katliamı canlı tanıklarından dinlemişti. Ama o, bütün bu katliamlara rağmen sorunun demokratik yöntemlerle çözülmesine odaklanalım istiyordu. “Ne de olsa 21’inci yüzyıldayız, dolayısıyla yaşanan acıları deşmek değil sağaltmak gerekir” diyordu. Demokratik siyasette ısrar ediyor, umudu elden bırakmadan mücadelesine devam ediyordu. “Biz nerede eksik yaptık?” diye sürekli kendisini suçluyordu. Bir yandan da “Bu durum artık sürdürülemez, barış ve çözüm için adım atılacaktır” diye düşünüyordu. Çünkü dünyadaki çatışmalı süreçleri incelemişti. Bütün savaşların, çatışmaların en nihayetinde çözüm ve müzakere ile sonuçlandığını biliyordu. Bu nedenle umudu her gün yeniden canlanıyor ve başaracağız şiarı ile kararlılığını ve ısrarını her fırsatta ortaya koyuyordu.
Tarih yeniden tekerrür etti
Kürt siyasetindeki çözüm ısrarını görenler bu çözüm fırsatını ortadan kaldırmak için yeniden sahneye çıktılar (belki de hep sahnedeydiler). AKP ve MHP faşist iktidarında tarih yeniden tekerrür ettirilmiştir. Neredeyse 100 yıllık cumhuriyet tarihinde halkımıza yaşatılan bütün katliamların “çağdaş” versiyonu 20 yılda yeni araç, gereç ve teknolojilerle yeniden yaşatıldı. Onların amacı en çok da barış ve çözüme olan umudu yok etmekti. O nedenle Yüksekova’da Kürtleri yere yatırarak, ‘Türk’ün gücünü göreceksiniz’ demişlerdi. Sadece birkaç karşılaştırma yaptığımızda bu durum daha net anlaşılacaktır.
Kürtler unutmadı unutmayacaktır da
1938 yılında Dersim’de insanlar mağaralarda diri diri yakılırken, 2016 yılında Cizre bodrumlarında Kürtler aynı şekilde yakıldı. 1943 yılında Van’da 33 Kürt kurşuna dizilmiş, 2011 de Roboskî’de ise 19’u çocuk 34 Kürt hava bombardımanı ile paramparça edildi. Maraş, Çorum, Sivas’ta yaşananlar; Sur, Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da canlandırıldı. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkenceler, bugün İmralı ve diğer bütün cezaevlerinde devam ediyor. 2 Mart 1994’te DEP milletvekillerine yapılan darbe, 4 Kasım 2016’da HDP milletvekillerine yapılmıştır. Yani AKP-MHP faşist iktidarı geçmişte yaşananları hatırlamayan genç nesillere “uygulamalı” olarak o günleri hatırlatmıştır. Oysa Kürtler İttihat Terakki Şark Islahat Planı’nı, OHAL’i, JİTEM’i, faili meçhulleri, yargısız infazları asla unutmadı ve unutmayacaktır da!
Tek kaygısı annesiydi
HDP’ye yapılan 4 Kasım siyasi darbesinde Sevgili Aysel’de hukuksuzca tutuklanmıştı. Kürt siyasetini yürütenler cezaevi olgusuna elbette yabancı değiller. Cezaevleri artık Kürt siyasetçilerin ikinci adresi olmuş durumda. Ancak Sevgili Aysel’in tek kaygısı annesiydi. Ona söz vermişti, onu yalnız bırakmayacaktı. Annesinin sağlığı iyi değildi. Cezaevi görüşüne gelebilmesi çok zordu. Çünkü o tekerlekli sandalyeye mahkûmdu. Sevgili Aysel cezaevinde bu duruma katlanmaya çalışırken annesinin vefat haberini aldı. Yine kendisini suçladı. “Ben onu yalnız bıraktım, son zamanlarında yanında olamadım, son sözünü duyamadım” diyerek feryat etti. Arkadaşlarının desteği ile toparlandı ve annesini son yolculuğuna uğurlamak için mezarlığa geldi.
Çok bitkindi ve sürekli “Annem” diyerek gözyaşlarına boğuluyordu. Defin işlemleri devam ederken mezarlık faşistler tarafından sarıldı. O bu durumu bilmesin diye onu hemen araca bindirdik. Yanında kadın askerler oturduğu için elini tutamıyor, onu sakinleştiremiyorduk. Bu arada faşistler artık bize iki adım ötede avazları çıktığı kadar bağırıyor, en ağır hakaretleri savuruyorlardı. Bizim bütün çabalarımıza rağmen emniyet hiçbir güvenlik takviyesi yapmadı ve orada bizim linç edilmemize zemin hazırladı.
‘Bir insan kaç kere ölebilir ki’
“Terörist cenazesi istemiyoruz. Siz gidin, biz onu çıkarıp köpeklere atacağız” sözleri bizim bütün engelleme çabalarımıza rağmen Sevgili Aysel’in kulağına gitmişti. Bu sözleri duyduğunda arabadan dışarı fırladı ve avazı çıktığı kadar bağırdı; “Çıkarın annemi, onu burada bırakamam” dedi ve o anda Sevgili Aysel’in yüzünde barış, çözüm, kardeşlik, birlikte yaşam umutlarını emaresi kalmamıştı. Gözlerindeki parıltı sönmüş, sanki içinde bir şeyler bir daha asla onarılmayacakmış gibi kırılmıştı. Hatun Anne mezardan çıkarıldı, tekrar ambulansa alındı. Cenaze Dersim’e doğru yola çıkarılırken bizler de Sevgili Aysel ile eve geçtik. Kendisi kapıdan girerken annesinin dokunduğu her şeye dokunarak, “Annem; senin cenazene sahip çıkamadım, bu nasıl bir acıdır” diyerek saatlerce ağladı. Sevgili Aysel cezaevine geri döndüğünde o dar mekânda yaşadıklarını tekrar tekrar düşünerek “Bu kadar da olmaz, bir insan kaç kere ölebilir ki” diye soruyordu. Zaten yüreği Taybet Anne, Cemile Çağırga, Sêvê, Fatma, Pakize ile Barış Anneleri, Kobanê halkı ile parça parça ölmüştü.
Bunca acının failinden merhamet beklemek mi?
Bütün bu yaşadıklarından sonra Sevgili Aysel’e demans teşhisi konulmuş. Duyarlı çevreler ve sevgili kadınlar canımız Aysel’in infazının ertelenmesi ve dışarıda tedavisini sürdürebilmesi için bir kampanya başlatmışlar. Öncelikle bu kampanyaya katılan, destek veren herkese saygı ve sevgilerimizi iletiyorum. Bu çaba oldukça değerlidir. Öte yandan Sevgili Aysel için düşündüğümde kardeşi Aytekin’in katledildiği, Sakinelerin, Kemallerin, Hayrilerin, Mazlumların, Semaların anılarıyla dolu olan zindanlar mı; yoksa neresine baksa acıyı iliklerine hissedeceği acılı coğrafyamız dışarısı mı? Sanırım kendisi için artık hiçbir şeyin anlamı kalmadı. Eminim şimdi eskisi gibi sohbet edebilseydik, “Siz bana, anneme, halkımıza bunca acıyı yaşatanlardan merhamet mi bekliyorsunuz? Ben onlardan hiçbir şey istemiyorum” derdi. Yanlış anlaşılmasın, bu kampanya elbette çok anlamlıdır. Sadece diyorum ki; keşke bazı şeylere zamanında müdahil olabilseydik! Sevgili Aysel’in yükü bu kadar ağırlaşmasaydı. Her şeye rağmen, “Umut zaferden değerlidir” ilkesi ile hareket ediyor, mücadelemizi daha etkin ve her alanda sürdürüyoruz.
Güzel arkadaşım Aysel…
Keşke herkes Sevgili Aysel kadar emek ve çaba sahibi olsaydı. Partimizin ve kadın hareketimizin ilk eş genel başkanı, bağımsız vekillerle Meclis’e giren ilk kadın vekillerimizden, Asrın Hukuk Bürosu’nun ilk kadın avukatlarından, kadın mücadelesi yürütmüş, genç ömrüne birçok başarıyı sığdırmış güzel arkadaşım Aysel… Eminim dışarı çıkıp tedavisini tamamladıktan sonra yeniden halkımız için çok önemli çalışmalara imza atacaktır. Kürt, Alevi, feminist ve diğer bütün kimlikleri ile yoldaşımızla gurur duyuyor ve bir an önce sağlığına kavuşmasını can-ı gönülden diliyoruz.