Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi ve milli iflasın baş göstermesiyle başlayan dağılmanın kronolojisine bakmak AKP-devletinin iflas dalgasının başlama nedenlerini daha iyi anlamamız açısında önemlidir. Her iki sürecin benzerlikleri nedeniyle çok büyük sözler sarf etmek yerine o zamanın tarih defterlerine bakmak kâfidir.
Tarihçiler genellikle 17. yüzyılın başlarından itibaren İmparatorluğun kötüleşen mali krizine vurgu yaparken, iktisatçılar krizin etkileri üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla bu alanda çalışan her iki kesimde düşüşün esas nedenlerinin saraydaki israf ve şatafattan kaynaklanan durumlara vurgu yapmaktadır. Bunun yanı sıra İmparatorluğun süperegosu öyle bir hal almıştı ki, yedi düvele karşı savaş entrikalarına başvuruyordu. O hileli kesintisiz savaşların tahrip ettiği alanların başında insan kaynakları ve ağırlaşan mali külfet geliyordu. Sürdürdüğü sayısız savaş her geçen gün hissedilir bir şekilde toplumu etkiliyordu. Bütçe açığını dışarıdan aldığı krediler üzerinden kapatmaya çalışıyordu ama ortaya çıkan manzara, milli bütçenin yüzde sekseninin İngiltere ve Fransa’ya ödenmesi gerektiğini gösteriyordu. İçe yönelik bir bütçe planlamasının olmaması İmparatorluğu zorunlu olarak yeni iktisadi anlaşmalara zorluyordu. Söz konusu anlaşmalar aynı zamanda siyasi ve askeri alanları da kapsıyordu. Fransa ve İngiltere’nin kolaylaştırıcı ticari anlaşmaların bedelini Sultan ve onun yönetici kadrosu, İmparatorluğun tebaasına ödetmek üzere vergi baskısını artırarak maliyede açılan gedikleri kapatmaya çalışıyordu. Ama bu, ihtiyaçları karşılayacak bir metot değildi. Onun için her geçen gün imza attığı anlaşmalarla idari iradesini teslim ediyordu. Dolayısıyla 1838 yılında kabul ettiği kapitülasyonla İngiltere’den düşük maliyetli mallar Osmanlı pazarına sel gibi aktı, ancak bu da yetmiyordu. Buna bağlı olarak 1876 yılında Balkan krizi patlak verdi. Bulgar devrim komitesi başta olmak üzere Balkan halkları hem Osmanlı’ya hem de Avrupa’nın muktedir güçlerine karşı güçlerini birleştirip eksen değiştirici bir rol oynadılar. Ortaya çıkan dinamikler sonucunda İmparatorluğun Hıristiyan halkları başta olmak üzere diğer halklar ve cemaatler de hak arayışına girdiler. Bunun karşısında İmparatorluk zorbalığın iplerini daha da gererek bütün talepleri bastırmaya çalıştı. Buna bağlı olarak gelişen temel hak ve hukuk ihlalleri güçlü bir sermayenin ortaya çıkmasını da imkânsızlaştırdı.
Dolayısıyla can ve mal güvenliğinin olmamasıyla başlayan iktisadi daralma, geri kalan sermayenin yurtdışına kaçışına da sebebiyet verdi. İmparatorluk bağımlı bir duruma gömüldü ve giderek hem siyasi hem de iktisadi yönden tükenmeye başladı. İmparatorluk 1875 yılında alenen cumhur iflasını ilan etmek zorunda kaldığında askeri anlamda da ağırlığını yitirmişti. Nihayetinde 1881 yılında uluslararası güçler yeni bir borç yönetimi planıyla oluşan finansal sorun için geçici bir çözüm sundu. Ama bu çözüm İngiliz ve Fransızların nüfuzunun artmasına ve bağımlılığın daha da büyümesine yol açmıştı.
O günden itibaren İngiliz ve Fransız sermayesinin nüfuzu Arap yarımadasında artmaya başladı. Bununla birlikte doğal kaynakların, tarımın ve altyapının geliştirilmesi yoluyla Anadolu üzerinden stratejik ortaklık, askeri modernizasyon ve ekonomik gelişime ağırlık verildiği bilinmektedir. Bu hakikat derin bir stratejik plan olarak halen önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle İngiltere’nin yanı sıra Alman-Türk ilişkilerinin askeri ortaklık ekseni bu bağlamda çok önemlidir. Yani bugün olduğu gibi o günlerde de yönetsel aygıtın işlevsizleşmesi, militarist olgunun aktifleşmesini beraberinde getirmiş ve iktisadi alan başta olmak üzere rejimin bütün mekanizmalarına müdahale edilmiştir. Böylece idari sistem bağlamında da çeşitli olanaklara sahip ve zengin bir geçmişe sahip İmparatorluk bu olanakları berhava ederek kendi çöküşünün önünü açmıştır. Yani çöküşün öncesinde kurgusal bir mizansen olarak mutlaka derin bir strateji ve yeni bir savaş hali yaratılmıştır. Böylece askeri erkin güçlenmesinin önü açılmış ve rejimin iflası sonrası yönetsel aygıt kontrollü bir biçimde ona devredilmiştir. Böyle bir planın dâhilinde II. Abdülhamid 1876-1909 yılları arasında müttefik güçleri yanına almak için, var olan sistemden uzaklaşma sinyalini vermiş ve eski sisteme geri dönmek üzere anayasanın geçişini büyük bir hinlikle hızlandırmıştı ama planı tutmadı ve bu onun nihai sonu oldu. Dolayısıyla iktisadi olarak başlayan sorunlar bir İmparatorluğun iflasına ve 60’ın üzerine devletçiğin ortaya çıkışına neden olmuştur.
Dolayısıyla bahse geçen süreç ile bugünkü süreç arasında büyük bir analoji söz konusudur. Eğer bugün başgösteren ekonomik daralmanın önü yerel dinamikler devreye konularak alınamazsa olası bir dağılmanın ihtimali çok yüksektir.