“Bin yıl sürecek” denilerek başlatılan 28 Şubat postmodern darbesi önce karakolda, şimdiyse cezaevinde bitti. AKP’nin intikam saldırısı sonucunda eski devletin muktedirlerinin başını çeken orgeneral Çetin Doğan ve Çevik Bir rütbeleri sökülerek cezaevine gönderildiler. Seksen küsur yaşlardaki eski generallerin cezaevine atılması elbette “Yeni Devlet”in sahipleri açısından sembolik bir değere sahip. Diğer yandan, 28 Şubat döneminde Ç. Doğan’ın özel kalem müdürü olan Hulusi Akar’ın Saray Rejimi’nin koçbaşı rolünde olması trajik bir durum. Demokrasi fikrinden uzak, tekçi “laikçiler”in büyük bir kısmı değişen koşullar sonucunda demokrasi düşmanı muhafazakâr siyasal İslamcıların payandası oldular. Brütüs misali ihanetler burjuva siyasette neredeyse bir kural. Ç. Doğan ve Ç. Bir’in sırtlarında hissettikleri sızının muhtemel nedeni dün emir eri olanların, bugün gardiyan elbisesiyle karşılarına çıkmalarından olsa gerek.
28 Şubat’ta anti Kürt, antikomünist, anti demokrat ordunun yeni tehlike olarak gördüğü Refah Partisi’ne karşı konumlanışı gücün yanında sıralanan devlet erkânını laiklik söylemi etrafında toparlamıştı. 12 Eylül ‘80 sol-kırım darbesinin ardından Kürt özgürlük mücadelesi baş düşman ilan edilmişti. MGK bildirileri “bölücü terör” nakaratından ibaretken RP iktidarıyla birlikte “bölücü terör ve irtica” şeklini aldı. Şevki Yılmaz’ın ünlü kasetleri şeriat vurgusunun yanında M.K. Atatürk’e yönelik ağır hakaretler içeriyordu. Ş. Yılmaz’ın ya da diğer RP’lilerin söylemleri her ne kadar sistemin bam teline dokunuyor olsa da eril, tekçi, milliyetçi, sol, Kürt ve Alevi düşmanı yönüyle sistemle örtüşüyordu. 28 Şubatçılar biraz dindar olsa ve siyasal İslamcılar da biraz sistemin diline yaklaşsa sorun kalmaz gibi görünüyordu. RP’nin kapatılmasının ardından “Milli Görüş gömleğini çıkardım” diyen RTE tam istenen kıvamda formülü devlete vermiş oldu.
28 Şubatçılar “Tek devlet, tek millet, tek dil” sloganını çok severdi. Kemalizm ontolojik olarak Batıcı bir yapıya sahip olmasına rağmen AB ile Kürt meselesi üzerinden yaşadığı gerilim Kemalistleri Batı düşmanı bir çizgiye savurdu. ABD ve AB ile kapitalizm, Ortak Pazar, NATO, IMF, MAİ, MİGA vb. emperyal birliklere girmekte beis görmeyen eski devlet temsilcileri mevzu Kürt meselesine gelince “iç işlerine karıştırmama” ve antiemperyalizm edebiyatına sarılmayı tercih etti. Kısacası “Varlığımız Kürt yokluğuna armağan olsun” siyaseti “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” tekerlemesini unutturdu. Resmi Kemalistlerin, AB-ABD ile çelişkilerini fırsata çeviren AKP’ye böylece yol açılmış oldu.
Devletlû Kemalistleri geriletmenin yegâne yolunun sistemin açmazlarını kullanmak olduğunu kavrayan AKP, statükonun sahiplerini yalnızlaştırdı. Askeri vesayetten kurtulmak isteyen çevrelere mavi boncuklar dağıtmaktan geri durmadı. Kürtlere karşı girişilen kirli savaşın günahlarıyla tepeden tırnağa suça batmış seküler militarizm sürekli mevzi kaybederek AKP’nin karşısında yenilgiye uğradı. Eski devletin bütün kurumlarını ele geçiren AKP, Cemaatle yaşadığı yol ayrımını 15 Temmuz’da eski devletin kadrolarıyla koalisyon kurarak “Yeni Türkiye”yi ilan etti.
28 Şubatçılar Kürtlerin varlığını inkâr ederlerdi, yeni rejim Kürtlerin haklarını inkâr ederek statükoyu revize etti. MHP ile kurulan kanlı koalisyon yeniden “Türk’sen övün, değilsen itaat et” dönemini başlatmış oldu. Köy yakmaların, işkencelerin zirve yatığı 90’lı yıllar mı daha kötüydü, yoksa kentlerin yıkıldığı, Kürdün seçme seçilme hakkının yok sayıldığı şimdiki zaman mı daha kötü hala karar verebilmiş değiliz. Düşman kardeşler durumundaki Türkçü seküler faşizm ile Türk-İslam sentezci faşizm yer değiştirdi. “Tanrısı değişir, kendisi değişmez tek din faşizmdir” veciz sözü bir kez daha doğrulanmış oldu. Biz yine de “demokrasi herkese lazımdır” demeye devam edelim.