Gezi’de yitirdiklerimizin anısına…
Bugün en fazla 300 nano metre boyutundaki bir yapının, corona virüsün dünya ülkelerini dize getirdiği, felç ettiği günleri yaşıyoruz. 27 Mayıs gecesi bu yazıyı yazmaya çalışırken, pandemi sonrasından ortaya atılan yeni oluşumları tartışmak isterken birden kendimi 7 yıl öncesinde buluverdim.
Kapitalizmin krizi siyasi krizle birleşince etkisi daha yakıcı oluyor. Kayyumla halkın iradesinin yok edildiği, Erciş’te Zilan Deresi tutuklanmaya çalışılıyor. Batman’da Hasankeyf katledildi, övüne övüne deneme çalışmaları yapılıyor. Yeni şehir-Kanal-Havalimanı üçlemesi ile İstanbul ve çeperi delik deşik edilmeye çalışılıyor. Pandemiye çözüm olarak üretildiği iddia edilen hastaneye pandemiden ölen Tıp Profesörü’nün adı verilirken aslında Yeşilköy Atatürk Havalimanı alanı TOKİleşmeye açılıyor, Kaz Dağları madenlerle yerle bir ediliyor, İmrahor- Gölbaşı, Kumluca-Olimpos millet bahçesi marka ismi ile mescit süslemesi de yapılarak yapılaşmaya açılıyor. Yaşam, kültür ve doğal varlıklar para makinesinin dişlilerinde parçalanmak üzere masaya yatırılmış durumda. Türkiye nükleer atık depo sahası olmaya hazırlanıyor.
7 yıl önce de krizi çözümlemeye çalışan siyasi iktidar çözümü doğal alanları sermayeye sunmakta bulmuştu, bugün de çözümü aynı. Kentler yeniden üretiliyor, yaşam alanları, doğal ve kültürel varlıklar şirketlere teslim ediliyor.
2013 yılı 27 Mayıs gecesi, Taksim Parkı’nı korumak için mücadele eden, her gün herkese elindeki kısa notu vermeye çalışan, parkını yaşamını savunan Taksim Dayanışması’ndan arkadaşlar; toplantı sonrası parkta soluklanırken fark ettiler iş makinelerini. Gece yarısı çaldı telefonlarımız, hepimizi tek tek telefonla uyardılar. Gelin…
Gece uzun oldu, sabaha kadar hepimiz ne kadar tanıdığımız tanımadığımız varsa telefon ettik biz gidiyoruz, gelin…
Ertesi gün saat sabah 5’te alandaydık. Ellerimizde kitaplarımız kimimiz sınava gidiyorduk, kimimiz sınav yapmaya, kimimiz işe giderken uğradı, bazılarımız havaalanına giderken döndü geldi parka. Sırrı Süreyya Önder, iş makinesinin önünde durduğunda Taksim’de yüzlerce oluvermiştik.
Gökyüzü hiç kararmadı o günden sonra, havada günlerce biber gazı dumanları olsa da park da 1 Mayıslarda, protestolarda doldurduğumuz Taksim Meydanı da Taksim’deki tüm sokaklar da bizimdi. Neresi çıkmaz neresi yokuş neresi dar, neresi… neresi… ezberimizdeydi artık. Alanda çarpışırken yanı başımda öğrencimi fark etmek başka bir duyguydu. Sabahın kuşluk vaktinde hortumla bulaşık yıkarken, biber gazına karşı koşarken, tomadan suyla sırılsıklam olurken, caddenin ortasında yanında oturanın kim olduğunu bilmeden tanımadan sohbet ederken, o sohbetler akşam yapacaklarımızın kararlarına evrilirken eşitlik, dayanışma, öz savunma, kendimizi ve sokakları yönetmek orada şekillenip yaşamımıza sızıverdi tek tek. Artık hem bizdik hem isimsiz.
Bir sabah belki sabahın yedisi sekizi parka doğru yürürken önümdeki gençler para harcanmadan, paraya ihtiyaç duyulmadan yaşanıyormuş, ben hep böyle birlikte yaşamak istiyorum derken komünler giderek kuruluverdi aklımızın bir yerlerinde, parkın orasında burasında.
Forumlar, kısa konuşmalar, birbirini anlamalar, dinlemeler, yaraları sarmalar olmazsa olmazımızdı.
Öncesinde gene yürekliydik gene bizdik şüphesiz, 1 Mayıslarda, dereleri şirketlerden korurken, erkek egemenliği için 8 Martlarda meydanlarda buluşurken, ama o gün hepimiz aynı alana farklı mücadelelerden gelerek koşuyorduk. Her ilden otobüslerle Taksim’e geliyordu genç yaşlı, kadın erkek herkes. Namaz kılan antikapitalistleri ateistler koruyordu alanda, çocuklarına laf söylenen anneler el ele zincir oluşturuverdi bir gecede, onur yürüyüşünde LGBTİ+ örgütleri ile birlikte yürürken başka bir buluşmaydı hayatımızda gerçekleşen. Sağlık emekçisi arkadaşlarımız sırtlarında ilk yardım çantaları ile yanı başımızda olmasalardı daha çok eksilirdik biliyoruz.
Bir aydan fazla yaşadığımız alanda, yediklerimizi ikiye üçe değil beşe ona böldük. Bir simit parçası ne çok tok tutarmış meğer, koşarken düşerken nasıl herkes düşen diğerini aynı hızla kaldırabilirmiş onu yaşadık günlerce. En çok kullandığımız sözlerdi birbirimize söylediğimiz, iyi misiniz?..
Ve birbirimize bir söz verdik, bundan vazgeçmeyeceğiz.