Cezaevinin tüm zorluklarına rağmen umutlarını hep diri tutmayı başarmış. “Tahliye olduktan sonra en çok ne yapmayı istiyorsun” diye soruyorum. “Benimle birlikte yaşamak isteyen çocuklarımı, torunlarımı alıp köyüme geri dönmek” diyor
Mehmet Salih Erol*
Adını daha önce ben de çok duymuştum; ancak kendisiyle hiç görüşmemiştim. Tanışmamız, 4 yıl kadar önce tedavi için götürüldüğü İzmir’den dönüşünden sonra oldu. Temmuz ayının en sıcak günlerinden biriydi. Koğuşun kapısından içeri girerken üzerinde hastalık ve yaşlılığın tükettiği bir insan profili vardı. Bedeni neredeyse iki büklümdü. İçeri kaçmış gözleri, çökmüş yüzü, bir deri bir kemik kalmış haliyle ayakta zor duruyordu. Karşımdaki insan ömrünün 32 yılını cezaevinde geçiren Abdülhalim Kırtay ya da cezaevinde bilinen adıyla Apê Helim’di.
Silvan’da 1993 yılında gözaltına alınan Apê Helim, Diyarbakır Çevik Kuvvet Müdürlüğü’ne götürülüyor ve 29 gün boyunca işkenceli sorgudan geçiriliyor. İşkencenin her türlüsü üzerinde deneniyor. O günleri, “Uzun süre tüm işkencelere dayandım. Sonlara doğru testislerimi öyle sıkıyorlardı ki, patlayacak diyordum. Dayanılır gibi değildi. Artık son gün ne dedilerse kabul ettim. Bana birçok kâğıt imzalattılar. Mahkemede işkenceyi anlattım; ifademin işkenceyle alındığını söyleyerek her şeyi reddettim. Buna rağmen bana müebbet hapis cezası verdiler” diye anlatıyor.
İşkencede iken patlamasından korktuğu testisleri yıllar sonra gerçekten de patlıyor. Zamanında hastaneye yetiştirilmeseydi, şimdiye kadar çoktan hayatını kaybetmişti bu yüzden. İzmir’de 4 yıl kadar tedavi görüyor. Üst üste geçirdiği bir dizi ameliyat sayesinde ölüm riskini şimdilik atlatsa da, bedeni kendini bir daha toparlayamıyor. Bu yüzden kalan ömrünü artık bir sondaya bağlı olarak geçirmek zorunda. Sonda ilk takıldığında garipsemiş, hatta “bu torbayla görüşte çocuklarımın karşısına nasıl çıkarım” diye günlerce düşünmüş durmuş. Ancak bunu da atlatmış ve zamanla kendisi de çocukları da alışmış sondaya.
Resmiyette 67 yaşında, gerçekte ise 73 yaşında olan Apê Helim’in bir de Adli Tıp macerası var. “Yürüyemez, ayakta bile zor duran halimle beni ringe bindirip götürdüler” diye başlıyor anlatmaya. “Onca saatin ardından İstanbul’a vardık. Heyetin karşısına yarı ölü olarak çıktım. Bir kadın doktor vardı. Benden paçamı sıyırmamı istedi. Zaten ayakta zor duruyordum, oturacak bir yer de yoktu. Son gücümü kullanarak çömeldim ve paçamı hafiften yukarı çektim. Aynı kadar bu kez çorabımı çıkarmamı istedi. Kendimi zorlayarak biraz daha çömelip elimi çorabıma attım. Bunun üzerine kadın, ‘Tamam, tamam gerek yok’ dedi. Sonra da odadan çıkardılar. Ardımdan ‘Sağlamdır, cezaevinde kalabilir’ raporu geldi.”
Apê Helim, bunları anlatırken bir yandan da gülüyor. “Hata bende ki tahliye edeceklerine inanarak oralara kadar gittim” diyor. “Ama artık tanıdım onları. Bir daha çağırsalar asla gitmem” diye de ekliyor.
En sevdiği şey bizleri etrafına toplayıp anılarını anlatmak. Ranzasından nadiren kalkıp havalandırmada oturmayı başardığı anlarda bunu yapıyor. O fırsatı değerlendiriyor; biz de onu kırmıyoruz. Anlattığı anıların neredeyse tümü balık avı üzerine. Bunun farkında ve bunu “Hani ayının yedi öyküsü var; hepsi de armut üzerinedir; derler ya benim de anılarım hep balık üzerine” şeklinde bir benzetmeyle açıklıyor. Ardından hafifçe gülüyor ve başlıyor bir balık avı macerasını anlatmaya. Anlatırken adeta o günlere gidiyor. Bazen duraksayarak “Hey gidi günler, hey” diyor. O anlatıyor; biz gülüyoruz.
Cezaevinin tüm zorluklarına rağmen umutlarını hep diri tutmayı başarmış. “Tahliye olduktan sonra en çok ne yapmayı istiyorsun” diye soruyorum. “Benimle birlikte yaşamak isteyen çocuklarımı, torunlarımı alıp köyüme geri dönmek” diyor. “Evimi onarıp, bağ-bahçemi düzenleyeceğim. Sonra çaya yüzmeye gideceğim. Elle balık tutacağım…” Bu söylediklerinin gerçekleşmesi imkansız bir hayal olduğunun farkında, bu yüzden sözünün bu kısmında duraksayıp, bir müddet uzaklara bakıyor. Ardından dudaklarından şu cümle dökülüyor: “Aslında tek isteğim var; o da doğduğum toprakları son kez görmek. Öleceksem de, ondan sonra ölmek!”
Kendisine sezdirmiyoruz; ancak son günlerde sağlık durumu bayağı kötüleşmiş durumda. Koğuş olarak en büyük korkumuz gece uyuyup, sabaha uyanmaması. Bundan ötürü ilaçları noktasında çok hassaslaştık. Kullanıp kullanmadığını anı anına takip ediyoruz. İlaçları başucunda iki torba halinde asılı durumda. İçlerinde kalpten, tansiyona; ameliyat sonrası ömür boyu kullanması gerekenlerden kan sulandırıcıya, vitaminden ağrı kesicilere, antibiyotiklere, mide koruyucu, bağırsak düzenleyiciye kadar her türlü ilaç var…
*Burhaniye T Tipi Cezaevi – Balıkesir