Musa Anter (Halk arasındaki ismiyle ‘Apê Musa’) katledilişinin yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılıyor.
Bir ömür boyunca verilen mücadele, yazılan yazılar ve yaptığı sohbetlerinde bir coğrafyanın tüm halklarının malzemesini kapsayacak bir dil kullandı. Hayatı boyunca birlikten ve barıştan söz etti. Ancak ne yazıktır ki halkların bahçesi olabilecek bu toprakları halklar mezarlığına çevirmeye çalışanlar tarafından katledildi.
Orda tarihin sayfalarına bir kez daha kan sıçradı. Öyle bir tarih ki yedi yaşındaki gazete satıcısı çocuklardan yetmiş yaşındaki bilge Apê Musa’ya kadar uzanan çığlıklarla dolu sayfalar.
Bu tarih, Apê Musa’nın ‘Kımıl’ adlı kitabında ‘He rebiyo evqas derd u bela gi ji ku tê..’ (Allahım bu kadar acı ve bela nereden gelir) diye haykırdığı bir feryadın tarihidir…
O hiçbir zaman bir şiddetin öznesi olmamıştır. Ziwinge köyünden başlayarak katledilip düştüğü ana kadar uzanan ömrü boyunca bir mücadelenin daha çok filozofisiyle ilgilenmiş, sofistike bir bilge kişiliktir. Üslubunca ince bir ironidir.
Türkiye gerçeğine de vurgu yaparak anılarında şöyle anlatıyor kendini: “Mardin Türkiye’nin en geri illerindendir. Nusaybin, Mardin’in en dertli ilçesidir, Stilîlê (Akarsu) Nusaybin’in en fakir nahiyesidir, Zivinge (Eski Mağra) Stilîlê’nin en geri kalmış köyüdür ve işte ben bu köyün nüfus kütüğüne göre 2 numaralı mağarasında doğmuşum… Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya loto-toto’dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zivinge’nin mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsulü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsulüdür… Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. ‘Hem yalnız şahidi mi?’ Değil!.. Sanığıyım, mahkumuyum ve davacısıyım.”
Musa Anter, sadece duygudaşlığa değil, akla da dayalı bir Türk- Kürt kardeşliğinin militanı, bir mizah ustası ve bir gazeteciydi… Sırtında kendi katliamından çok daha fazlasını taşımış olan bir aydındır… Aydınlanmamızdır…
Bir kimliğin varlığı için, o kimliğin görünür kılınması çabası için hayatını vermek, hayatını bizzat ona adamak, insani-entelektüel yanıyla yalnızca kendi halkının değil, yaşadığı ülkenin diğer halklarının da sempatisini kazanmak, buna karşılık canilerin hedefi olarak 70’inde öldürülmek…
İçinde oldukları konjonktürün yarattığı sinsi bir planın piyonları olmuş veya iğrençliklerini gayet profesyonel biçimde orta yere dökenlerin varlığı irkiltici olsa da tam olarak onun karşısında Apê Musa’ların yarattığı birikim ve algı dimdik ayakta duruyor.
Yaşamını adadığı hoşgörü, barış ve halklar arası kardeşleşmenin aslında bu topraklarda sadece bir ütopya olmadığını düşünmemize neden olan bilge. Diyarbakır’ın karanlık bir sokağında yere serilen bedeni bile hala ürkütücü olabiliyor cellatlara…
Onun hayatı bizler için kıssadan hisselerle doludur. Yıllar sonrasında da bize hala anlamlı mesajlar veriyor. Bugün kendine aydın misyonu biçenler Apê Musa’nın kişiliğine, halkına bağlılığına, direngenliğine, yazdıklarına ve onurlu yaşamına bir kez daha dönüp bakmalıdır…
Evet… Güzel ölülerimiz vardır bizim… Onların ölüm yıldönümleri, doğum yıldönümleri gibidir… Onların sözleri bize emanet edilmiş birer manifesto gibidir… İşte Musa Anter bu güzellerden biridir…
O bir destana yazdırdı adını… Bir masala verdi rengini… O tarihin sağır kulaklarına yankılanan bir mesaj oldu… O gürül gürül akan bir ırmak gibidir… Suyun sesine yazıldı serüveni… O anlamın morarmış karanfilidir… O kimliklere kazılmış gül suretidir… Kanayan yaralarımıza sargı bezidir… Bir halk sancağı gibidir… Anısı hepimize emanettir… Halkını çok sevdi O… Halkı da onu unutmayacak..
Anısına selam olsun.