Zavallı Osmanlı. Düğününü saraylarda, konaklarda değil de belediyenin sosyal tesislerinde yapacak kadar düşmüş. Ama sosyal tesis deyip burun bükmeyelim. Beykoz’da vaktiyle kim bilir hangi Osmanlı paşasından hazineye miras yalılardan, konaklardan bozma tesisler bunlar. Düğün mekânı böyleyken katılımcılar listesi ve kostümleri ziyadesiyle şatafatlı. Osmanlı hanedanından bakiye düğün sahipleri, kökten dinci bir siyasetçiyle kökten devletçi bir Kemalist profesörü nikâh şahidi olarak davet etmiş. Yenilmiş, içilmiş; hafızlar dualar etmiş. Saz heyetinin icra ettiği tasavvuf musikisi ardından mehter takımı marşlarıyla damat kızıştırılmış.
(Padişah torunu düğün sahiplerinin umurunda olmasa da İslamcı ve milliyetçi katılımcılar; aynı esnada Erzincan İliç maden ocağında, siyanürlü atık altına gömülü kalmış dokuz işçinin can çekişmekte olmasıyla bu han-ı iştaha arasında bir vicdan muhasebesine girişmiş olsalar gerekir. Öyle anlaşılıyor ki her iki cenah da padişaha ayak uydurup ‘dansa devam’ kararı üzerinde uzlaşmayı tercih etmiş.)
Derken efendim, bu yükselen coşku seli içinde dil hakimiyetini geçici süre kaybederek radikal İslamcı genleri depreşen Şevki Yılmaz, herkesin malumu “Selanik dönmesine” bazı beddualarda bulunmuş. Ertesi gün de Kemalist medyada kıyametler kopmuş. Ama Şevki bey, 28 Şubat devrinden beri aşina olduğumuz dil kıvraklığıyla saltanatı kaldıran Mustafa Kemal’i değil de Abdülhamid’i indiren heyet içinde yer alan Emanuel Karasu beyi kastettiğini söylüyor. Çünkü birincisine hakaret eden, Türk Ceza Kanunu gereği hapis cezasına çarptırılır. Profesör ise, hanedana saygısı ve düğünde hır çıkarmak istemediğinden dolayı Kemalist tepkilerini sonraya saklamış. Beklendiği üzere meseleyi ‘cahillik’ çerçevesinde değerlendiriyor: “Bunlar, tarih bilmeyen insanların kahvehane köşelerinde edeceği laflar.”
Ama ana-akımın ‘muhalif’ kanadı, bununla yetinmez. Daha birkaç gün öncesinde Avukat Feyza Altun vakası yaşanmıştı. Şeriata sövdü diye bir kadının evini gece vakti basan devlet, kurucu önderine söven İslamcıyı daha ne kadar seyredecekti? Devlet deyince de, akıllara adıyla müsemma koalisyon ortağının gelmesi kaçınılmaz oluyor. Nitekim, CHP’nin sabık başkanı Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye ‘seferberlik görev emri’ çıkarıyor: “Büyük önderimize … çatallı dilini uzatan soysuza tek kelime edemeyen okul arkadaşını” şiddetle kınıyor. Öyle ya, Cuma hutbesinin ‘şehitlere dua’ kısmının atlandığını fark eden MHP’li kaymakamın AKP’li imamı mikrofonla dövme vakasının izleri henüz hafızalardan silinmiş değil. Türk-İslam sentezi bir yere kadar ve yeri geldiğinde sopanın İslamcının değil Türkçünün elinde olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Türkçülerle İslamcılar, bazen kol kola düğün dernek dans ediyor bazen de birbirine celallenip tepişiyor; dindar ya da laik milyonlarca yoksulu bu kayıkçı kavgasıyla eğlendirip oyalıyorlar. Biri, ‘başımızda Osmanlı olsa böyle olmazdı’ derken öteki, ‘büyük önder sağ olsa öyle diyemezdin’ diyor. Üzerinde tepindikleri Anadolu ve Mezopotamya topraklarının altındaysa maden işçileri can çekişiyor; yeraltı suları ve nehirler siyanürle ve atıklarla zehirleniyor; deprem enkazı altında binlerce insan korkunç bir ölüme terk edilebiliyor…
Ama bu ‘kavganın’ hikayesi bundan ibaret değil. Bazı üstü örtülü mesajlar da taraflar arasında gidip geliyor. Örneğin Kemal bey, eleştirisinin ikinci paragrafında “Bizans’ın kalıntılarına” hitap ediyor. Cahillerle mücadele abidesi tarih profesörü ise, “onun asıl derdi etnik” diyor. Bu üstü örtülü ifadelerin şifresiz halini Aydınlık gibi sol-ırkçı yayınlarda bulmak mümkün. Rıza Zelyut şöyle açıklıyor: “Bildiğim şey onun bir Rize dönmesi olduğudur. Çünkü Rize, en son Müslüman olan coğrafyalardan birisidir”. Yani Şevki beyin ataları, Kemal, profesör ve Rıza beylerin atalarına kıyasla Müslümanlığa daha geç ihtida etmişler.
Bu husus, cumhuriyetin kurucuları tarafından da bir sorun olarak vurgulanmıştı. Müdafai Milliye Vekili Fevzi Paşa, 1921 tarihli bir konuşmasında 1913-1915 arasında canlarını kurtarmak için pek çok Ermeni ve Rum’un ihtida ettiğini ve bunların devletin gizli kayıtlarında bulunduğunu belirtiyor. Paşaya göre o tarihte ülkede 800 bin gizli Hıristiyan bulunuyor. Bunların 300-400 bin kadarının Karadeniz sahillerindeki vilayetlerde bulunan Rum kökenli ahali olduğunu belirtiyor. Paşa bunların eşit muamele görmesinden rahatsız, çünkü ekonomik hayattaki yerlerini aynen muhafaza edebiliyorlar. Cumhuriyet Osmanlı millet sisteminin nüfus kayıtlarını aynen devralmış ve yakın zamanda çeşitli vesilelerle anlaşıldığı üzere Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlar, nüfus müdürlükleri ve İçişleri Bakanlığı tarafından kodlanmaktadır. Tarih profesörü İlber Ortaylı, Şevki Yılmaz’a işte bu kodu hatırlatıyor. Şevki beyin köken itibarıyla hem Hıristiyan hem de Rum olduğunu ima ediyor. Bay Kemal’in Bizans göndermesi de böylelikle anlaşılmış oluyor. Şevki Yılmaz’ın Mustafa Kemal’le asıl derdi din olamaz çünkü her ne kadar İslamcı militan kılığında dolaşsa da aslında Hıristiyan. Asıl derdi etnik olmalı çünkü nüfus dairesinde Rum olarak kodlanmış bulunuyor. O nedenle de esasında Türklüğe dönük nefretini Türklüğü kurtaran Mustafa Kemal’e yansıtıyor.
İlber Ortaylı da Kemal Kılıçdaroğlu da tam olarak bunu ima ediyor olmalılar. ‘Asli unsur’ mensupları olarak, ‘ekalliyet’ mensubu olduğunu ima ettikleri Şevki beyi ırk ve din temelinde eleştirmeyi hak görüyorlar. Bunu yaparken devletin halen tuttuğu kodlu nüfus kayıtları hakkındaki istihbarata dayanıyorlar. Bütün bunları “söyletme şimdi beni” şeklinde tehditkâr ve küstah üslupla ifade etme hakkını kendilerinde görüyorlar. Çünkü Fevzi paşa gibi düşünüyor olmalılar. Ekalliyet ekonomik ve içtimai hayattaki yerini muhafaza edebiliyorsa bunu o asli unsurun himayesine borçlu olmuş oluyor. Kemal beyi bilemeyiz ama Ortaylı belli ki dininin ve ırkının ‘ariliğine’ pek bir güveniyor. Milleti sıraya dizip kafatasını ölçtüren bir ‘ulu öndere’ tapınanların soyu, işte bu sabık CHP başkanının tehditkâr dilinde ve tarih profesörünün küstahlığında böylece devam etmekte. ‘Yobazı’ öldür ama hakkını yeme.