Yarın ‘Dünya Anadili Günü’. Bilindiği gibi; Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 21 Şubat’ı Uluslararası Anadili Günü adı altında, uluslararası uzlaşıyı, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla 1999 yılında takvime aldı. Bugünün bir anlamı da kültürler arasında daha iyi bir iletişim sağlamak üzere dil çeşitliliğini desteklemek, bir ülkedeki farklı dilllerin o ülke için birer zenginlik olduğunu vurgulayarak bu konuda farkındalık yaratmak. Türkiye’de anadili tartışması ve eğitimde anadil politikaları üzerine yapılan öneriler çoğunlukla ülkenin ikinci yoğun konuşulan dili olan Kürtçe üzerine yoğunlaşıp ‘güvenlik’ ekseninde tartışılıyor.
Türkiye, çokdilli ve çokkültürlü bir ülke yapısına sahip olmasına rağmen dil ve kültür zenginliklerini yok sayarak bu konuda da tekçi politikasını sürdürüyor. Kürtçe üzerindeki baskılar devam ediyor. Türkiye kuruluşundan itibaren yasaklama ve cezalandırma yolundan vazgeçmedi. Bu dilin serencamı cumhuriyetle yaşıttır.
***
Tarihten bir yaprak: Ahmet Süreyya Örgeevren, 1926’da Şeyh Said olayından sonra Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinin Başsavcısıydı. Bu mahkeme, bilindiği gibi verdiği seri idam kararlarıyla ünlüdür. Ahmet Süreyya Örgeevren, 1960’larda Dünya gazetesinde yayınlanan hatıratında, duruşmalar esnasında yaşanan ilginç ve trajik olaylara yer veriyor. “Bir gün mahkemeye karayağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…” Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: “Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına…” “Hemen o gece çocuğu götürüp astılar” diyor.
Başsavcı, daha sonra bu olayın etkisinden kurtulamadığını anlatıyor: “Dağkapı’da Yalova adlı bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, niye beni bıraktın, beni idam ettirdin? diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm… Sabahleyin, mahkemeye gittim ve hakim arkadaşlara dedim ki, ‘Birader,Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm Diyarbakırlıları hatta tüm doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik.’ Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım. Mazhar Müfit ve Öteki hakimler, ‘sen karışma, bu bizim işimizdir’ dediler. Bende savcılığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara’ya bildirdik. Bir hafta sonra şu telgrafı aldım: “Ahmet Süreyya Bey, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Baş Savcısı: “Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyyen ezilmesidir. Hakim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim.” -Başvekil İsmet İnönü- (Kaynak: Ahmet Süreyya Örgeevren, Hatıralar, Dünya Gazetesi, yazı dizisi, 17 Nisan 1957)( Bu anıları bilahare “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi “ adıyla kitap olarak da yayınlanmıştır. Temel Yayınları/ 2002-İstanbul)
***
Bu dil böyle bir serencamdan geliyor. Bu örnek bir kimliğin tarihinin binlerce örneğinden -üstelik resmi söylemden- sadece bir örnektir. Sosyal bilimciler ve dil bilimciler, dili bir kültürün içinde varlığını sürdürdüğü bir çevre olarak da yorumluyor. Bir insanın dil edimini nasıl kazandığı biyolojik ve felsefi bir soru olarak varlığını sürdürse de dil insanın en mahrem parçalarından biri olarak görülüyor. Ayrıca, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre de herkes, anadiliyle eğitim-öğretim yapma, bu yolla anadilini öğrenme ve geliştirme, aynı zamanda anadiliyle bilim, sanat ve yaratma özgürlüğünü kullanma hakkına sahiptir. Bağrında değişik kültürler barındıran toplumlarda demokratikleşme; bu farklı kültürlerin varlığının kabul edilmesi ve onlara gelişimlerini sürdürebilecekleri olanakların sağlanmasına bağlıdır. Ve yarın ‘Dünya Anadili Günü’… Ve hala dil kırım siyaseti.