İktidarın Ortadoğu’daki gelişmeler üzerimize geliyor, İsrail bize yönelecek velvelesinin altında Kürtlerden duyulan kaygı vardır. AKP-MHP iktidarı, Kürtlerin değişen dengelerden faydalanıp güçlenmesinden korkuyor. Yoksa İsrail’in gelip Türkiye’ye saldırmayacağını herkes biliyor
Salih Yılmaz
MHP lideri Devlet Bahçeli Meclis’in açılış oturumunda DEM Parti grubunun sıralarına gitti ve muhatap almayıp yok saydıkları ve yok olmalarına çalıştığı DEM Parti vekilleriyle tokalaştı. Bahçeli’nin bu davranışı Türkiye’nin gündemini birdenbire değiştirdi. Fakat bu, Bahçeli’nin hiç olmadık bir davranış sergilemesinden kaynaklanmadı. Kürt gerçekliğinin oluşturduğu ağırlığın sonucu olarak bu durum ortaya çıktı. Çünkü Türkiye’nin gündemini ve siyasetini belirleyen temel olgu Kürt sorunu veya Kürt olgusudur, Kürt gerçeğine nasıl yaklaştığın önemlidir. İyi veya doğru yaklaşırsan iyi şeyler yaparsın. Bundan Türkiye olumlu etkilenir. Yanlış yaklaşırsan kötü sonuçlara yol açmış olursun. Bu durumda Kürtler kadar Türkiye de olumsuz etkilenir. Tıpkı şimdiki iktidarın yaptığı gibi Türkiye her açıdan zarar görür. Bu zarar yolsuzluk, yoksullukla sınırlı kalmaz, toplum büsbütün çürür.
Kaygının nedeni Kürt korkusu
İktidarın Ortadoğu’daki gelişmeler üzerimize üzerimize geliyor, İsrail bize yönelecek velvelesinin altında da Kürtlerden duyulan kaygı vardır. Bütünüyle Kürt karşıtlığına ve Kürtlerle savaşa ayarlanmış AKP-MHP iktidarı, Kürtlerin değişen dengelerden faydalanıp konumunu güçlendirmesinden kaygılanıyor. Yoksa İsrail’in gelip Türkiye’ye saldırmayacağını iktidar da, Türkiye’deki herkes de biliyor.
Kürt gerçekliğinin ağırlığını yeterince bilmeyen yaklaşımların olduğunu da bu vesileyle bir kez daha gördük. Söz konusu durum tartışılırken Türkiye’nin gerçek gündeminin bu olmadığı, enflasyon, ekonomi, geçim sorunu olduğu yaklaşımları olabiliyor, özellikle muhalefet çevrelerinde bu yaklaşım vardır. Güya böyle denerek AKP-MHP’nin gündemi saptırması eleştiriliyor. Oysa yüksek enflasyon, yoksulluk, ekonomik dar boğaz Kürt sorunundan ayrı değildir. Bilakis, Kürt sorununun çözülmemesinin sonuçlarıdır, Kürt düşmanlığı ve bunun getirdiği savaş politikaları Türkiye’yi bu duruma getirmiştir. Türkiye’de sayabileceğimiz ne kadar sorun varsa tümü Kürt sorununun çözülmemesinin sonuçlarıdır, Sıla bebeğin, Narin’in, Rojin’in, başları kesilerek katledilen iki kadının ve katledilen bütün kadınların olayı bu olgunun sonuçlarıdır. Suriye’deki durumun bu noktaya gelmesi, milyonların ölmesi ve mülteci durumuna gelmesi bu olgunun sonucudur. Süleyman Soylu vakasının Türkiye’nin başına musallat olması bunun sonucudur. Denilebilir mi ki başları kesilerek katledilen iki kadın ile Süleyman Soylu vakası arasında bir bağ yoktur? Tabi ki denilemez, çünkü arada doğrudan bağ vardır, Türkiye’deki toplumsal çürüme doğrudan bu durumun sonucudur. Kürt hareketi ve Kürtlerin mücadelesi zayıflasın, Kürt soykırımı derinleşsin diye Kürdistan’da korkunç bir özel savaş yürütüldü, Bir devlet politikası olarak geliştirilmedik olumsuzluk kalmadı. Medyasından mafyasına, paramiliter güçlerine kadar bunu uygulayacak bir şebeke geliştirildi. Şimdi bu şebeke bütün Türkiye’yi sardı ve sonuç karşı karşıya olduğumuz toplumsal çürümedir. Şu gerçeklikle bir kez daha karşılaşıyoruz, Kürt sorununu çözmeyen demokratikleşemez, demokratikleşmeyenin toplumsal sorunları çözmesi, adaleti sağlaması düşünülemez.
Kısacası demokratik bir zihniyete sahip olunmaz ve Kürt gerçeğine doğru yaklaşılmazsa, Kürt inkar edilip Kürdün soykırıma uğratılmasıyla uğraşılırsa her türlü kötülük kapıda demektir. Bu gerçeklik ne kadar kavranırsa yoksulluktan, yolsuzluktan, toplumun debelendiği bu çürümüşlükten o kadar hızlı çıkılır. Dolayısıyla iktidara niye Kürt sorununu çözmüyorsun, çözmelisin demeli. Dahası, Kürt sorununun çözülmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için inisiyatif alınmalı. Ne Kürt sorununun çözümü ne de Türkiye’nin demokratikleşmesi başta olmak üzere yaşanan ekonomik ve sosyal darboğazdan çıkış AKP-MHP iktidarına bırakılabilinir. Çözümü ve çıkışı Kürt halkı ile Türkiye halkları, Türkiye demokratik sosyalist güçleri ile Kürt hareketi, Kürt yurtseverleri ile Türk yurtseverleri sağlayabilir. Madem MHP lideri bile gidip DEM Partililerle tokalaştı, o halde sorunları çözecek güçlerin kenarda durmayı sonlandırmaları ve işin odağına girip inisiyatifi ele almaları gerekir.
Peki, Devlet Bahçeli DEM Partililerle tokalaşarak doğru yaklaşımı mı esas aldı ve artık kötülükten vazgeçip iyiye mi adım attı? Bahçeli’nin bu davranışıyla başlayan gündemi ve bu gündem üzerinden gelişen tartışmaları doğru değerlendirmek önemlidir. Eğer bu yanlış değerIendirilirse yanlış yapılır ve akabinde peşi sıra gelecek yanlışların önü alınamayabilir. Bundan dolayı işe hatayla başlamamak önemlidir.
D’Alema’nın sözleri
Geçtiğimiz hafta İtalya eski Başbakanı Massimo D’Alema’nın 26 yıl önce PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıktığı ve bir süreliğine Roma’da kaldığı sürece ilişkin konuşmaları oldu. D’Alema, PKK Lideri’nin Türkiye’ye verilmesi konusunda ABD’nin açık ve doğrudan baskısını anlatıyor. Bu baskıya karşı durmanın imkansız olduğunu da ekliyor. Massimo D’Alema’nın bu konuşması tarihi gerçekleri doğrudan ortaya koyması bakımından çok önemlidir. Bu sadece uluslararası komplonun bir ABD planı ve organizasyonu olarak gerçekleştiğini ortaya koymuyor. Kürt sorununun niteliğini ve Kürt soykırımı politikalarının nasıl yürütüldüğünü ortaya koyması bakımından da çok önemlidir. Dış güçlerin planına dahil olmadan ve dış güçlerin desteği alınmadan Kürt düşmanlığını gütmek ve Kürt karşıtlığını yürütmek mümkün değildir. Bunu en çok da Bahçeli ve Erdoğan ikilisi biliyordur. Erdoğan-Bahçeli ikilisinin telaşı bu denklemin bozulabilme olasılığı ve bu konuda hissettikleri tehlikedir. İsrail tehlikesinden kasıtları budur. Maksat Filistin, Lübnan değil, bundan sonra nasıl ve neye dayanarak Kürtlerin vurulacağıdır. Dolayısıyla meseleye yaklaşırken bu gerçeği ihmal etmemeli.
AKP-MHP’nin planı
Şu bir gerçek ki, Devlet Bahçeli yok etmeye ant içtiği Kürtlerin ve Türkiye demokrasi güçlerinin ayağına gitmek zorunda kaldı. Bu, AKP-MHP iktidarının ve adına Cumhur İttifakı denilen milliyetçi, ırkçı, gerici, yayılmacı kliğin konseptinin iflas ettiğinin ilanıdır. Fikret Başkaya’nın deyimiyle paradigma iflas etmiştir. Ancak bu, AKP-MHP iktidarının zihniyetini değiştirdiği, olumsuzlukları olarak sıraladığımız tutum ve amaçlarından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Yani paradigmasından vazgeçmiş değil. Peki o zaman ne oluyor? Olan şudur; AKP-MHP iktidarı sıfırı tükettiği siyasetine yeni bir çıkış arıyor. Bu çıkışı da ucuz bir şekilde değerlendirildiği gibi Kürtleri yanına alarak değil, yeni manevralarla Kürtleri zayıflatarak sağlamak istiyor. Çünkü söz konusu konseptin odağında Kürt hareketini bitirmek ve Kürt soykırımı planını sonuca ulaştırmak vardı. Şimdiye kadar yapılanlarla bu sonuç alınamayınca, yeni yöntemlere başvurmak elzem olmuştur. Yani AKP-MHP iktidarı yeni oyunlar peşindedir ve bu yeni oyunlarla söz konusu amaçlara ulaşmayı planlıyor.
Elbette Erdoğan ve Bahçeli bu tür çıkışlarla özellikle demokratik siyaset içerisinde kafa karışıklığı yaratarak ve bu temelde çelişkiler çıkararak demokratik siyaseti çizgisinden çıkarmayı ve yedeğine almayı umuyor. Zaten bu oyunları oynamasının bir nedeni de budur. Bu açıdan demokratik siyasetin iktidarın maksadını anlaması ve bu oyunlara gelmemesi önemlidir, Amaç Kürtleri yanına almak vs. değildir. AKP-MHP iktidarı, Kürtleri yanına alamayacağını zaten biliyor, çünkü Kürtler bıçağa boynunu uzatan durumda değildir. Ama kafa karışıklığı yaratarak demokratik siyasette bölünmeler yaratmayı, beklentiye koyup kendi gündemine bağlamayı ummuyor da değil. Esas amaç ise Kürtleri bitirerek arzu ettiği yayılmacı hedeflere ulaşmaktır. Durumu daha da özetlersek, olan şudur; başlığın her iki anlamı da gerçekleşmiş oluyor. Yani, AKP-MHP iktidarının siyaseti Kürtlerin ve Türkiye demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi ve direnişi karşısında iflas etmiştir. Bir devrin sonuna gelinmiştir. Bununla birlikte AKP-MHP iktidarı, bu milliyetçi, ırkçı, gerici, yayılmacı klik, yeni oyunlarla ömrünü uzatarak amaçlarına ulaşmak istiyor. Belki buna uzatmaları oynama da diyebiliriz, ancak bu uzatmalarla yapılmak istenen son derece habistir. Malum, Ortadoğu karışık, dengeler değişiyor, Halklar ve demokrasi güçleri mücadele çizgisi temelinde zamanında doğru ve gerekli adımları atmazsa telafisi zor sonuçlarla karşılaşılabilir. Bu açıdan oynan oyunları bozmak son derece önemlidir.
Hataya düşmemek lazım
Belki şu sorulabilir ve bazıları buna dayanarak hata yapılabilir. AKP-MHP iktidarı izlediği siyasetin başarıya gidemeyeceğini anladı; Ortadoğu’daki gelişmelerin yarattığı tehlikeyi de gördü, devletin büyük krizlerle, tehlikelerle karşılaşmaması için tutumunu değiştirdi. Bu mantıklı gibi gelebilir, ancak işin geçmişine ve buralara nasıl gelindiğine bakıldığında böyle olmadığı anlaşılır. Tayyip Erdoğan bir tercih olarak Kürt soykırımı politikasını benimsemiş ve yürütmüştür. Hem de şartların Kürt sorununun çözümüne çok uygun olduğu bir süreçte buna yönelmiştir. AKP-MHP ittifakı da bu tercihin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi yukarıdaki mantığı öne sürmek, Erdoğan, Bahçeli ve AKP-MHP iktidarına yoktan paye biçmek olur. Yani sanki vatan-millet onların umurundadır da vatan-milletin tehlikeye girdiğini görünce bağırlarına taş basıp fedakarlık yaptılar. Halbuki durum tam tersidir. Her şeyi bozan, bunca kötülüğü yapan, vatanı da milleti de soyup soğana çeviren AKP-MHP iktidarıdır, ve bunca şeyi yaparken zırnık kadar vatan-millet kaygısı gütmemiştir. Eğer AKP-MHP iktidarının, Erdoğan-BahçeIi ikilisinin zerre miskal millet-vatan kaygısı olsaydı Kürt sorununun demokratik çözümü için çalışırlardı. Kürt düşmanlığını ve Kürt soykırımını güderek Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmış, olabilecek en büyük tehlikelere yol açmışlardır. Dolayısıyla büyük tehlikeyi görünce rotalarını değiştirmeye karar verdiler demek ne gerçekçidir, ne de hakkaniyete uygundur. Türkiye’yi ve Türkiye’yle de sınırlı kalmayıp Ortadoğu’yu tehlikelere sürükleyen güçlerin başında Türkiye’yi yöneten AKP-MHP iktidarı gelmektedir.