Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’ya yaptığı devlet ziyareti, öncesinde ve esnasında çıkartılan şamataya ve atfedilen öneme rağmen, Türkiye tarafından beklenen sonuçları vermedi. Erdoğan ve ekibi ülkenin içinde bulunduğu ekonomik türbülansları hafifletmek için istedikleri desteği bulamadılar. Aksine, Alman burjuva basınında yer alan yorumlara ve Federal Hükümet politikacılarının ziyaretle ilgili açıklamalarına bakılırsa, Alman tarafı krizden çıkış için bir IMF programının uygulamaya sokulmasını istiyor. Görüldüğü kadarıyla Türk hükümeti için, kendi seçmen tabanını da zora sokacak olan bir IMF uyum paketinden başka çıkar yol kalmadı gibi.
Alman emperyalizmi, 150 yılı aşkın “silah kardeşliğine” ve NATO üyeliği çerçevesinde Türkiye için üstlendiği hamilik rolüne gölge düşürmeyecek şekilde misafirini ağırladı. Aynı şekilde Erdoğan’ı rahatsız edebilecek görüntüleri de engelleyerek, tam bir sembol politikası uyguladı. Nihâyetinde Türkiye kamuoyuna verilmek istenilen mesaj, “Almanya, Türkiye’nin güvenilir bir partneridir” resmiydi, ki bu mesaj da yerine ulaştı. Yüzeysel olarak baktığımızda, iki ülke de birbirlerinin sırtını sıvazlamış oldular.
Ancak bu ziyaretin sonuçlarını doğru analiz etmek için sembol politikalarına veya ziyaretin şekline bakmak yeterli olmaz, belirleyici olan içeriğidir. Bu içeriğin en başta iki ülke egemenlerinin de karşılıklı bağımlılıklarının teyit edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomik, askerî, stratejik ve siyasî bağımlılık ilişkisinin pürüzsüz yürüdüğü söylenemez elbette. Ama söz konusu olan ortak çıkarlar ise, o zaman pürüzlerin pek bir önemi kalmamaktadır. Nitekim Alman devleti, Türk devletinden hiç de geriye kalmayacak şekilde polis ve istihbarat teşkilatlarıyla Erdoğan muhaliflerinin hareket alanlarını kısıtladı. Bu, Erdoğan’a hoş görünmek için değil, Alman devletinin baskı aygıtının etkinliğini kendi kamuoyuna göstermek için yapıldı. Örneğin Avrupa Postası’ndan E. Adil Yiğit’in Federal Basın Konferansı’ndan yaka paça dışarı atılması, sadece diğer gazetecilerin sessiz kalması açısından değil, güya basın hürriyetini yerlere düşürmeyen Alman politikası açısından da tam anlamıyla bir skandaldı.
Diğer taraftan Almanya’daki Türkiye ve Kürdistan kökenli göçmen örgütlerinin protesto gösterilerine baktığımızda, bu eylemler kitlesellik açısından öyle pek övünülecek düzeyde değildi doğrusu. Şüphesiz eylemleri örgütleyenler bunun nedenlerini kendileri araştırmalı, ancak dikkat çeken başka bir nokta da Alman solunun protesto eylemlerini desteklemede pek iyi bir sınav vermemiş olmasıydı. Sendikalar, sosyal hareketler ve temsilci dışında kitle katkısı olmayan sol partiler, sanki mesele sadece Türkiyelileri ve Kürdistanlıları ilgilendiriyormuş gibi davrandılar.
Ziyaretin Ortadoğu açısından getireceği sonuçları muhtemelen ileride göreceğiz, bundan şüphe duymamak lazım. Zaten Alman emperyalizmi belirli bir süredir askerî müdahalelere katılmak için toplumsal rıza yaratma derdinde. Bu çabaların Suriye özelinde Türk hükümetinin istediği çizgideki bir sonucu getireceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Ancak, ki bizce devlet ziyaretinin en önemli olan sonucu, iki tarafın da ziyareti kendi iç politikalarına malzeme olarak kullanmış olmalarıdır. Özellikle Alman hükümeti gerek Erdoğan’ın şahsıyla, gerek DİTİB’e yönelik yeni adımlarla, gerekse de toplumun merkezine yerleşik İslam düşmanlığı ile iç politikadaki sertleştirmeleri gerekleştirebilecek yeterince malzemeye sahip oldu. Aynı zamanda yaptığı “jestlerle” Erdoğan’ın gönlünü okşadı. Erdoğan’ın bu ziyaretle kendi tabanında elde ettiği artıların ömrü ise, yıkıcı olacağı hayli olası yeni kriz dalgasına kadar olacaktır.