Mizgîn Ronak’ın Sîtav Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Nobedarê Gulên Kobanê’ şaşırtıcı, sarsıcı bir dille ve bir delinin gözünden savaşa bakma imkanı sunuyor
Mesil Demiralp*
Tarih boyunca yaşanan, yaşanmakta olan savaşlarda canlar yitirilir, silah, bomba sesleri, alevler arasında kalır hayat. Biz görmekten, duymaktan kaçınsak da bu gerçek duyularımızı aşarak kendini görünür kılar. Ancak ne kadar şok edici olursa olsun, bir süre sonra gündeliğin sıradanlığı içinde kenara itilip unutulur ya da zaman zaman hatırlanır bir durum haline gelir. Bu duruma alışmaya, bununla yaşamaya, sistemin öngördüğü şekilde bakmaya A. Gruen “normalin deliliği” der.
Oysa savaşlarda sadece insanlar ölmez, kentler yıkılmaz; çocukların oyunları, şarkıları yarım kalır, insanlar yüzlerinde yarım kalmış gülüşleriyle ölür; doğanın bin bir renkte sunduğu güzellikler solar, yanar; doğaya, kentsel yapılara işleyen tarih, bellek silinir.
Yıkılmış kent enkazında bireyin emeği, yaratımları, anıları kalır. Hakikat yara alır tüm savaşlarda ve birileri hakikat ölmesin diye ölürken, birileri sessiz seyircilikleriyle hakikati öldürür. Bunlar canlarını, mallarını, bir kez daha kurtarmış olsalar da, benlikleri, kimlikleri, iradeleri, toplumsallıkları parçalanmış, yönlendirilmeye, yönetilmeye hazır sürüler haline gelmiştir. Sürüye dahil olmayanlar ise her çağda asi, tehlikeli, deli ve toplumdışı olarak tanımlanmıştır. M. Foucault “Deliliğin Tarihi”nde, “Delilik her zaman bir uygarlığa ve onun verdiği rahatsızlıklara bağlıdır. Delilik dünyanın ihtiyarlığıyla birlikte başlamaktadır ve deliliğin zaman içinde büründüğü her çehre bu yozlaşmanın biçim ve tanımları geniştir” der. Peki siz bir savaşa, bir delinin gözünden baktınız mı hiç?
Tadı kucaklamak
Mizgîn Ronak’ın Sîtav Yayınları’ndan çıkan üç yeni kitabından biri olan “Nobedarê Gulên Kobanê” şaşırtıcı, sarsıcı bir dille ve bir delinin gözünden savaşa bakma imkanı sunuyor. Ronak’ın kalemini tanıyan, bir kez tadına varan zaten özlediği bu tadı kucaklamıştır. Ronak’ın kaleminden dün ile bugün, klasik ile modern, doğu ile batı bir denge içinde buluşur, harmanlanır, yeni bir bakış, yeni bir tat sunar. Şiirde de nesirde de sürekli sorgulamaya iter; huzura ancak huzursuzluğun içinden geçilerek varılacağını anlatır gibidir. Batı’ya uzanır, örneğin Wilde’ı selamlar, ödünç aldığı imgelere derinlik, boyut kazandırarak şiirsel bir anlatım yaratır ama asıl beslendiği kaynak olan klasik Kürt edebiyatına ve ustalarına saygıyla, derin bir sevgi ve bağlılıkla yaslandığını da gösterir. Kalemini Kürtçeye duyduğu sevgi ve sadakatle ustalıkla oynatır. Tam da bu yüzden düzyazıda bile şairdir, dili şiirseldir Ronak’ın.
Güllerinin nöbeti
“Nobedarê Gulên Kobanê” romanı, kendisini Kobanê’nin ve Kobanê güllerinin nöbetine adayan bir delinin; Koçer’in yani Dino’nun dilinden, gözünden o ateşten direniş günlerini, 21. yüzyılın Stalingrad’ını anlatır. Roman boyunca hiç teklemeden, kesintiye uğramadan, Dino’nun dışına çıkmadan usta bir anlatımla şaşırtır yazar. Unuttuğumuz renkler, kokular, kelimelerle Kobani’yi her ayrıntısıyla zihnimize kazır. Halen bombalar patlarken, evler yıkılırken ve göç sürerken, kentin ve tarihin, inançlarını, kültürünü ve bunların bir arada kardeşçe yaşadığı günleri, o enkazın içinde dolaşan Dino anlatır. Delilik, benlikte yarılma, parçalanma olarak da tanımlanır.
Belki doğru, belki yanlış, bilinmez ama Dino kitap boyunca kentin parçalanmışlığından bir şeyler kurtarıp korumaya, bütün haline getirmeye çalışır. Belki de kendi parçalanmışlığına meydan okur. “Uygarlığın” yarattığı büyük deliliğin yanında masumdur Dino’nun “deliliği” ve aslında delilikle bilgeliğin sınırında olduğunu görürüz. “Akıllılar”ın sahip olduğu sınırlardan, kaide ve kurallardan azadedir o; en doğal, saf haliyle sınırları aşmıştır. Bir tek ülkesinin kalbine kurulup dörde bölünen sınırları, bu sınırlardaki dikenli telleri, mayın tarlalarını anlamakta zorlanır. O teller çoğunlukla Dino’nun kalbine, bazen de bir turnanın, bir serçenin kanadına batar. Karşı tarafa attığı güller bile tellere takılır. Öfke duyar, alay eder…
Dino’dur o; her şeyi herkesten farklı görür, farklı temas eder hayata ve şeylere… Bombalar patlarken o sahipsiz bahçelere, boş evlere bakar, gülleri sular, tozunu alır. Boş evler ışıksız ve aynasız kalmasın diye her aynanın önüne yaktığı mumları bırakır, aynada çoğaltır ışığı, “Bakmaya cesaret edersek çoğalırız” der gibidir. Evler, bahçeler, güller sahipsiz ve ışıksız kalmamalı, birgün herkes dönecek; yıllar önce Bakur’daki savaşa giden “Keko”su, (abisi) da dönecek… Çevresindeki enternasyonalist savaşçıları, uzaklardan gelip bu direnişe dahil olanları, direnenlerin güzelliğini, aydınlığını ve bunun tam karşısında yer alan karanlığı karşılaştırır.
Kobani’yi direnenlerin, direnişin başkenti sayar. Gerçeklerden kaçıp uykuya sığınan insan gerçeğinin aksine Dino uyanıktır. Bulduğu her güzelliğe sıkı sıkı tutunur; hükmünün geçmediği rüyalardan, kabuslardan kaçınır, uykunun örtüsünü tekin bulmaz. Kendini güllere adamıştır, gül giderek Kobani olur, Kürt olur, Gülistan olur. Ölümün kol gezdiği o günlerde ölümü anmaz; ölmek kan olmaktır Dino için, ölen kuş da olsa insan da olsa “kan olmuştur”, o kan kızıl gülleri, güller baharı getirecektir.
Dino gülü de gül solmasın diye “kan olan”ı da sever, kıymetini bilir. Kürtlerin bu uğurda ödediği bedelleri, güle ihanet etmeyen Kürdü, Kürtlüğü anlatır Dino. Ronak’ın kalemi Dino’nun dilinden şaşırtıcı, sarsıcı tanımlarla ilerler; örneğin bir savaşçının çetelerce kesilmiş başını sırt çantasında taşıyıp oradan uzaklaşırken Dino, kesik başın ağırlığını içindeki düşüncelerin ağırlığına yorar ve “Acaba taşıdığım kalbi olsa kim bilir ne kadar ağır olurdu” der. O vakit “kan olanlar”ın aklından, yüreğinden geçenleri düşünürüz tüm ağırlığıyla… Dino “yol”u tanımlar; “Yolumuz yılanımızdır, düşmanımızı sokar; yolumuz evimizdir, yaşamımızı kurar; yolumuz hikayelerimizdir, yalnızca eşi dostu tanır ve kabul eder; yolumuz yüreğimizdir…
Eğer sorarsanız ‘Acaba Kobanê’ye nasıl gidilir?’ diye, derim ki, ‘Yürek yürek gidin varırsınız. Çünkü orada güller özgürdür ve yüreğin adresidir.’” Bir de Dino, binlerce, milyonlarca yüreği buluşturan Kobani’yi “Rêneda” olarak tanımlar; yani “yol-geçit vermez!” Roni’yi, Azad’ı, Arjin’i, Sebri’yi, Nefel’i okuruz Dino’nun sözleriyle, duygularıyla… O büyük direnişin kentini ev ev, sokak sokak, hatta gül gül gezeriz Dino’yla. Kitap boyunca yerinde duramayan Dino’nun savaşçılar tarafından korunma çabasını da belki de “uygarlığın” yarattığı yıkımın karşısında duran “deliliğin” korunması çabası olarak da okumak mümkün. Ronak’ın “Nobedarê Gulên Kobanê” kitabının çok katmanlı bir okuma olanağı sunduğunu, şaşırttığını, sarstığını ve ‘Devrim Edebiyatı’nın eskimeyecek eserleri arasında olacağını söyleyebiliriz.
Kitabı bitirdiğinizde, çeyrek asırdan fazla zamandır zindanda olan bir şairin-yazarın sınırlı imkanlarla takip ettiği bir süreci bu denli ayrıntılı, canlı sunması ve bunu Dino’nun gözünden sunmasının şaşkınlığını uzun süre yaşayacak ve Dino’yla yolculuğunuz hemen bitmeyecek!…
*Şakran T tipi Kapalı Cezaevi/ İzmir