Kenan Kırkaya
Türkiye’de toplumsal sorunlar, özellikle de Kürt sorununun sansürsüz tek tartışma mekanı ya cezaevleri ya da mahkemelerdir. Tarih boyunca hep böyle oldu. Devlet ne zaman şiddete, imhaya doğru rota kırsa Kürt sorununu mahkeme salonlarına havale eder.
12 Eylül’de toplumun eşitlik ve özgürlük talepleri, sol-sosyalist arayışlar; 1960’larda 49’lar davası, 2009’da başlayan KCK davaları Kürt sorununun yargıya havale edildiği davalardı. Yassıada yargılamaları, İmralı duruşmaları bütün toplumsal sorunların tartışıldığı mecralara dönüştü. Bugün de Kobanî Kumpas Davası benzer bir içeriğe sahip. Davanın bu hafta 11’inci duruşması görülüyor, yüzlerce oturum yapıldı şimdiye kadar. Bu davada Kürt halkının, ezilen toplum kesimlerinin hak ve özgürlükleri için siyasal yollarla mücadele eden siyasetçiler ile Et Balık Kurumu’ndan Genelkurmay Başkanlığı’na, MİT’ten TOKİ’ye, bilmem hangi ilçenin belediyesinden çeşitli mahalle muhtarlıklarına kadar devleti oluşturan bütün unsurlar karşı karşıya. Bu duruşmalarda herhangi bir “suçun” yargılaması yapılmıyor, aksine “tek devlet, tek millet” anlayışı ile “daha çok toplum, daha çok özgürlük” anlayışının sert bir kapışmasıdır yaşanan.
Yüzlerce oturumda yaşananları tek tek anlatmaya bu yazının kapsamı yetmeyeceği için girmiyorum. Zaten Jinnews ve Mezopotamya Ajansı büyük emekle hemen hemen bütün oturumları en ayrıntılı şekilde takip edip yansıtıyor. O kadar bariz bir kumpas tezgahlanmış ki, her oturumda kurulan bu kumpas tel tel dökülüyor. Güya davada HDP’li siyasetçiler 34 kişinin ölümüyle suçlanıyor; ancak şimdiye kadar bu konuda tek bir soru sorulmadı, tek bir suçlama yöneltilmedi, tek bir delil yok ortada. Yargılama aşamasında siyasetçilerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamında olan basın açıklamaları, attıkları tweetler, katıldıkları mitingler, yürüyüşler, televizyon programları ve bu programlarda söyledikleri gündeme getiriliyor.
Siyasetçiler de savunma yapmıyor, “biz şunu yapmadık, şuna karışmadık” diye bir söz kurmadı kimse. Peki ne konuşuluyor Sincan’daki mahkeme salonunda? Aslında bir üniversitede, Meclis Genel Kurulu’nda tartışılması ve konuşulması gereken ne varsa onlar konuşuluyor. Garip gelecek ama tarih konuşuluyor, diplomasi ve topluluklar arası ilişkiler konuşuluyor, Suriye başta olmak üzere küresel sorunlar konuşuluyor.
Ekonomi, yoksulluk ve bunun nedenleri konuşuluyor, bu sorunları yaratan mantık sorgulanıyor. Yönetimde güvenlik-özgürlük ilişkisi ve sınırları konuşuluyor. Edebiyat konuşuluyor; evet edebiyatın inceliğiyle sorunlara işaret ediliyor. Teoloji, din ve devlet ilişkisi, dinin tarihçesi, toplumun şekillenme biçiminde dinin rolü konuşuluyor.
Şiddet, şiddetin yarattığı sorunlar, devletin uyguladığı şiddetin nedenleri ve sonuçları konuşuluyor. İstanbul Sözleşmesi, kadın katliamları, kadınların hak mücadelesi ve bu konuda yaşadıkları zorluklar, karşılaştıkları engellemeler konuşuluyor. Elbette bütün bunlarla birlikte en ince ayrıntısına kadar Kürt sorunu, Kürt sorununun tarihsel arka planı, maliyeti ve çözüm yolları konuşuluyor. Tamamı da kaynaklara dayandırılarak, belgeleriyle, yaşanan tanıklıklarla anlatılıyor.
Konuşuluyor derken karşılıklı tartışılmıyor elbette bu meseleler. Siyasetçiler anlatıyor, devlet ya da devleti temsil eden kurumlar ve temsilcileri “Adalet mülkün temelidir” yazısını arkalarında unutarak sadece dinliyor, daha doğrusu dinliyormuş gibi yapıyor. KCK yargılamalarında görmüştük; bu tür davalarda devlet adına hareket eden herkes taş kesiliyor, ruhsuzlaşıyor, mekanikleşiyor. Sadece önüne konulan suçlamaya ve çıkarılması istenen sonuca odaklanıyor. Bunu yaparken çok da zorlanıyorlar. KCK davalarında da öyleydi, daha sonra cemaat suçlamasıyla içeri alınan yargıçlar emredilen sonucu çıkarmak için şeklen bir dava yürütmeye çalışıyorlardı. Ama bekledikleri sonucu dün alamadılar, bugün de almaları mümkün değil. Çünkü karşılarında ülkedeki her türlü gelişmenin hem tanığı hem sanığı olan deneyimli, birikimli insanlar var. Özgürlüğün bedelini göze almış insanlar var. KCK davaları ellerinde patladı.
Kobanî Kumpas Davası’nda şapkadan nasıl tavşan çıkacaklar bilinmez ama şimdiden bu dava da çöktü. İddianameyi kabul eden, rehin siyasetçiler hakkında defalarca “tutukluluğa devam” kararı veren önceki mahkeme başkanı Bahtiyar Çolak, Atadedeler Çetesi üyesi suçlamasıyla gözaltına alındı. Ev hapsinde tutuluyor ve itirafçı olduğu söyleniyor. Mahkemeye şimdiye kadar zorla getirilen hiçbir tanık ya da müşteki rehin siyasetçilerden şikayetçi olmadı, hiçbiri suçlama yöneltmedi. Aksine birçoğu neden davaya getirildiğini bilmiyor.
En son davanın önemli tanıklardan biri sayılan ve daha önce kendisine mal edilen ifadeler tutuklama gerekçesi yapılan Sami Baran iddianamedeki ifadelerin kendisine ait olmadığını, emniyetin bunları önüne koyup imzalattığını söyledi. Üstelik hasta olduğunu ve bu durumundan yararlanıldığını da belirtti. PKK itirafçısı ve davanın tek açık tanığı olan Kerem Gökalp bile doğrudan siyasetçilere somut herhangi bir suçlama yöneltmedi sadece PKK’nin işleyişini anlattı dava konusuyla herhangi bir ilişkisi olmamasına rağmen.
Dolayısıyla Kobanî Kumpas Davası şimdiden çöktü. “Kürtler ne yaşıyor, ne istiyor” diye merak edenler ile “devlet nedir, nasıl işler” sorusuna yanıt arayanların Kobanî Kumpas Davası’nın sadece bir bölümüne bakması yeterlidir.