Afganistan’ı en öz haliyle ‘kendi acısında kavrulan ülke’ olarak tanımlamak mümkün. Ülkeyi kan gölüne çeviren ve son dönemlerde kâh ABD kâh Rusya ve İran’la görüşme üstüne görüşme yaparak geçer akçe haline gelen Taliban’ın giderek güçlendiği Afganistan’ın siyasi tarihi diğer devletlerden pek farklı değil. Monarşiyle yönetildiği dönemlerde yoğun baskı, sürgün ve katliamlar, kısmen anayasal monarşiye geçilen dönemlerde ise kısa süreli iktidarlar ve iktidar savaşlarını müteakiben darbe, suikast ve siyasi krizler kronolojisinden ibaret bir geçmiş. Kuşkusuz dünyanın birçok yerinde tanık olduğumuz İngilizlerin işgali ve işgalin ardından gelen bir bağımsızlık hikayesi. Gerisi mezhep ve etnik gerilimler, modernizm ve karşıtlığı girdabında iç savaşlarla geçen on yıllar.
Afganistan modern tarihinin önemli halkalarından biri de Sovyetlerin darbe ve iç karışıklıklarla boğuşan ülkeyi Doğu bloğuna katma hedefi. 1979’dan başlayan Rus serüveni 1989’da büyük bir hezimetle sonuçlandı. Ardından da milyonu aşkın ölüm, nüfusun üçte birinin göçü ve harabeye dönmüş bir coğrafya bırakarak. Elbette Batı bloğunun öncüsü ABD’nin körfez ülkelerinin iş birliğiyle ‘yeşil kuşak’ kapsamında ülkeye transfer ettiği, eğittiği ve desteklediği yığınla radikal grup. Rusya’nın çekilmesiyle yaşanan siyasal boşlukta bir yandan eski iç iktidar savaşı yeniden başlarken, öte yandan ülke Rusya’ya karşı savaşan radikal grupların cenneti haline geldi.
Afganistan’ın savaşı elbette Afganistan’la sınırlı kalmadı. Savaş için ülkeye transfer edilen, eğitilen ve on yıllık savaşta epeyce deneyim kazanan radikal gruplar ‘cihadı’ yaymak amacıyla geldikleri ülkelere geri dönmeye başladı. Döndükleri yerlerde de silahlı örgütler kurarak El Kaide adıyla küresel bir ağ haline geldiler. Irak, Suriye, Yemen, Filipinler, Nijerya, Libya, Tunus, Somali, Sudan, başta olmak üzere hemen hemen Müslüman nüfusun bulunduğu tüm ülkelerde El Kaide tandanslı El Nusra, DAİŞ, Boko Haram, Eş Şebab gibi isimlerle örgütlendiler.
El Kaide’nin 2001 yılında 11 Eylül saldırılarını gerekçe gösteren ABD, bu defa tohumlarını ektiği ‘yeşil kuşak’ ürünü Taliban’ı bitirmek üzere Afganistan’a teşrif etti. Afganistan’a müdahalenin üzerinden 18 yıl geçti. NATO müttefikleriyle birlikte 20 bine yakın askeri sahada bulunduruyor. Yıllık 60 bin milyar dolarlık bir harcamadan bahsediliyor. Müdahalenin başından beri Taliban’la yoğun bir savaşın içinde ancak umut edilen istikrar ortamı bir türlü yakalanamadı. Kurulan hükümetlerin ülke yönetiminde herhangi bir etkisi yok. Toprakların büyük bölümü Taliban’ın kontrolü ve nüfuzunda. Yoksulluğun kol gezdiği ülke sürekli dışarıya göç veriyor. Taliban yetmiyormuş gibi son yıllarda DAİŞ, ülkeye kapağı attı.
Gelinen noktada veriler Sovyetlerin Kızıl Ordu ile başaramadığını ABD’nin de NATO ile başarmaktan uzak olduğuna işaret ediyor. Tabii tarihin cilvesi olsa gerek Rusya ve İran’ın son yıllarda Taliban’a artan desteğiyle. Bir nevi rol değişimi. Ancak olan Afgan halklarına oluyor. Hem ABD-Rusya gibi hegemon hem bir türlü devlet de olamayan kendi devletlerinden hem de İran, Pakistan, Çin gibi komşu devletler Afgan halklarının bitmeyen bir iç savaşın içinde kıvranmasına, yoksulluk içinde ölmelerine neden olmaya devam ediyorlar.
Komşu Pakistan, diğer tüm ulus devletlerin hayali olan yayılmacılık gereği Afganistan’ı arka bahçesi gibi görmektedir. Sünni İslam mezhepçiliği üzerinden bu alanı hem Hindistan’a karşı savaşında bir dayanak hem de İran Şii mezhepçiliğine karşı bir kalkan olarak görüyor. Bu gayelerle Taliban’a yoğun bir destek vermekle birlikte topraklarının kullanılmasına izin veriyor. Örgütle ilişkilerini yer yer sık-gevşet taktiğiyle Hindistan-ABD yakınlaşmasına karşı bir araç olarak da kullanıyor. Dolayısıyla Afganistan’daki istikrarsızlığın baş aktörlerinden. Bir Kuşak Bir Yol projesi üzerinde bulunan Afganistan, Çin için de önemli bir ülke. Özellikle projenin tam karşısında bulunan ve engellenmesi için elinden geleni yapan ABD’nin ülkedeki varlığı zora sokmak ve zayıflatmak için Afganistan krizine perde arkasında nüfuz etmektedir.
Her tarakta bezi olan İran için Afganistan hem bir yayılma alanı hem de savaş arenası. Savaş arenası zira ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Peştun ve Tacikler başta olmak üzere ülke nüfusunun 90’ı Sünni inanca sahip ve Taliban, DAİŞ gibi radikal örgütlerin etki sahibi olduğu bir alan. Diğer Müslüman nüfusa sahip olan ülkelerde olduğu gibi Afganistan’da da Şii-Sünni rekabet ve çatışması tarihi arka plana sahip. Zaman zaman taktiksel yaklaşımlar olsa da İran Afganistan’ı kendisi için bir düşman olarak görmekte. Bununla birlikte ülke nüfusunun yüzde onuna tekabül eden Şia mezhebine bağlı Hazaralar üzerinden Afganistan’a bir yayılma alanı olarak bakıyor. Kendini tarihsel hamisi olarak gördüğü Şiiler üzerinden diğer ülkelerde olduğu gibi burada da Fatımıyyun Tugayı ismiyle Hizbullahvari örgütlemeye sahip. Bu bağlamda Afganistan’ın bitmeyen trajedisinde sorumlu başat devletlerden.
Afganistan krizinin uluslararası boyutunda ise ABD ve karşısında ortaklaşan Çin, Rusya ve İran var. ABD’nin Afganistan’daki varlığı bu üç devletin Asya’daki çıkarlarına yönelik müşterek tehlike. Başka bir ifadeyle Çin’in Tarihi İpek Yolu’nun güncellenmiş hali olan Doğu’dan Batıya uzanan Tek Kuşak Tek Yol projesine karşı ABD’nin Türkmenistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’ı kuzeyden güneye doğru adını bu ülkelerin baş harflerinden alan ve Çin’in Batı’ya açılan projesini kesmek için geliştirdiği TAPI projesinin çatışma ve çakışma alanı.
ABD’nin buradaki varlığı ve pozisyonu Çin, Rusya ve İran açısından önemli bir sorun. Üç ülke ABD’yi burada başarısızlığa uğratmak için ortak hedefe sahip. Taliban’ın son yıllarda ülkede etkisinin artmasının ardındaki sırrın bir yanında bu ülkelerin desteği yatıyor. Afganistan’da ABD karşıtı olması itibarıyla nasıl bir yönetimin hakim olduğu Rusya ve Çin açısından herhangi bir mahzuru yok. Taliban’ın iktidarı İran’ın istemediği bir durum olsa da ABD’nin kendisi açısında yarattığı tehlikeyle kıyaslandığında katlanabilecek bir tercih. Son yıllarda üç ülkenin Taliban’a ilgisi bu hesabın sonucu. Daha önce gizli verilen destek epeydir siyasi bir boyut kazandı. Çin’in sesiz deştiği ile Rusya ve İran Talibanla gizli açık birçok görüşme gerçekleştirdi.
ABD’nin karşı hamlesi ise uzun yıllardır savaştığı Taliban üzerinden gelmesi çok da şaşırtıcı değildir. ABD’nin demokrasi ve özgürlük getirme çıtası ne de olsa çıkarları boyundadır. Çıkarlarına hizmet ettiği müddetçe kimin iktidarda olduğu o kadar da önemli değildir. Bu bağlamda Taliban’ın ilk organizatörü olan Suudi Arabistan üzerinden bir süredir Taliban’la müzakere süreci başlatıldı. Ortadoğu’da ABD’nin bilinen isimlerinden olan Zalmay Halilzad özel temsilci olarak müzakereleri yürütüyor. Halilzad şimdilik Afgan hükümeti ile Taliban arasında bir ortaklığı mümkün kılmaya çalışıyor. Ancak hem ABD ve Taliban hem de Taliban ve Afgan hükümetinin talepleri uyuşması kolay görünmüyor. Taliban’ın nihai hedefi ABD’nin ülkeden çıkması ve orta vadede tamamıyla kendi denetiminde olan bir şeriat devleti. ABD’nin niyeti ise Afgan hükümeti ve Taliban’ı iktidara ortak ederek burada hem çıkarlarını korumak hem de askeri ve mali külfeti asgariye indirmek.
Mevcut denklem en çok da Taliban’ın işine yaradı. Komşu ulus devletlerin ve hegemon güçlerin yarattığı dengeden faydalanan Taliban pozisyonunu güçlendirdi. İran ve Rusya’dan aldığı destekle önemli oranda bağımlı olduğu Pakistan’a karşı da eli güçlendi. Bu aynı zamanda ABD’nin Pakistan üzerinde uyguladığı baskının da zayıflaması anlamına gelir. Dışsal çıkar rekabet ve gerilimi sürdükçe de Taliban’ın bu zeminden faydalanarak önümüzdeki dönemde daha fazla güçlenmesi ve ülkede radikalizmi arttırması ihtimali arttı.
İçerde kanlı tarihi arka plana sahip mezhep gerilimi ve dışardan hegemon güçlerin yarattığı krizin var olan aktörler eliyle çözüme kavuşması pek olanaklı görünmüyor. Her ne kadar Trump yer yer, “istesem 10 milyon insan öldürerek çözebilirim” dese ve yine yüce gönüllüğü sayesinde bunu yapmak istemediğini söylese de Afganistan’da çözüm çok uzak görünüyor. Çözümsüzlüğün nedeni ise ulus devletlerin yayılmacı, milliyetçi ve emperyalist çıkarlarıdır. Devletler bugüne kadar nasıl ki herhangi bir sorunu çözme basireti gösteremediği ve el attıkları her yeri bataklık haline getirdilerse Afganistan’da da bir çözüm geliştirmesi mümkün değil.
Hemegon çıkarları gereği yarattıkları Taliban canavarıyla geliştirilecek çözüm asla bir çözüm olmadığı gibi yeni çözümsüzlük, kriz ve katliamların da zemini olacaktır. Çözüm ancak ve ancak mezhepsel ve etnik milliyetçilikten uzak demokratik bir hareketin yeni bir alternatif geliştirmesiyle mümkündür. Bu anlamda bilinenin aksine Afganistan’da kadın mücadelesinden tutalım özgürlük, hak ve adalet mücadelesi önemli bir mirasa sahiptir. Demokratik hareketlerin gelişmesinin önündeki en önemli engel dün olduğu gibi bugün de hegemon ve komşu devletlerin birbirine karşı kullanmak için organize ettikleri radikal gruplara verdiği destektir. Taliban’ın oluşan denklemde elinin güçlenmesi ülkede demokratik hareketleri engellediği gibi Afganistan’da demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi önündeki temel olmaya devam edecektir.
Maalesef Taliban’ın güçlendiği ve dış destek gördüğü bir Afganistan halklar için daha fazla baskı, idam, kan ve kaos demektir. DAİŞ’in son yıllarda ülkede örgütlenmeye başlaması da savaş arenasına dönen ülkeyi daha kanlı hale getirecektir. Ulus devlet zihniyetinin bulunduğu her yerde olduğu gibi Afganistan’da da başlayan çözüm arayışları bir çözümsüzlük örneği olarak tarih kayıtlarına geçmekten başka bir sonuç vermeyecektir.
* Bu yazı Gazete Karınca’dan alınmıştır.