İnfaz yakmalara gerekçe iki türlü olmaktadır. Birincisi tutsakların aldığı disiplin cezaları, ikincisi ise kurul üyelerinin hayal gücüne bağlı olan absürt gerekçeler. Hayal gücü ne kadar genişse absürtlüğün genişliği de o kadar büyüktür
Berfin Aydın
İktidar gücünün uygulanış biçimlerini cevaplamaya çalışan Foucault, biyopolitikayı, devlet gücünün yönetim aygıtı olarak tanımlamış ve 18. yy’da iktidarların öldürme gücünün, bedenleri ve yaşamlara hükmetme gücüne evrildiği bir biyoiktidar çağına girildiğini belirtmiştir. Buna göre biyoiktidarların iktidar gücünü dolaysız, aracısız sergileyebilecekleri mekanların başında da hapishaneler gelmekte ve hapishanelerde bireyin bedeni, iktidarın nesnesine dönüştürülmek istenmektedir. Ancak bu bahsedilen iktidar görülen iktidar değil modern çağda görünmez olan bir iktidardır. Foucault bu görünmez iktidar anlayışını, “Panoptikon” metaforuyla anlatmaya çalışmıştır.
Panoptikon Jeremy Bentham ve Samuel Bentham’ın 1785 yılında çok sayıda insanın gözetlenebilmesi üzerine tasarlamış oldukları hapishane inşa modelidir. Bu modelin en ilgi çekici yanı ise gözlemlenenin her yanlış davranışının cezalandırılacağını bilmesi; ancak davranışlarının aslında ne zaman ve kim/ler tarafından gözlemlendiğini asla bilememesi ve her zaman izleniyormuşçasına davranmak zorunda kalmasıdır. Foucault’un Panoptikonu bir metafor olarak kullanmasının sebebi, hem beden hem de zihin üzerinde baskı kuran bir disiplin mekanizması olmasındandır.
Türkiye hapishanelerinin de devletin biyopolitika ve biyoiktidar kavramlarına göre yönetimsellik ilişkilerini inşa ettiği Panoptikonlara döndüğünü söyleyebiliriz. Çıplak arama, ağız içi arama, tel kafes uygulaması, koğuşlara kamera konulması vb. uygulamalarının hapishanelerde biyopolitikanın uygulanış biçimleri olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak bu yazıda politik tutsakların hem zihnine hem bedenine hükmetmeye odaklanmış, idare ve gözlem kurullarının infaz yakma kararlarını tartışmak istiyorum.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilan edilen Covid-19 pandemisi ile ülkeler bazında hapishanelerde çok çeşitli önlemler alınmıştı. Türkiye’de ise sanki Covid-19 virüsü sadece adli mahpuslara bulaşıyor ve sanki siyasi tutsaklar bu hayati tehlikeden muafmış gibi ayrımcı bir infaz düzenlemesi yapılmış; yapılan düzenleme ile binlerce adli mahpus serbest bırakılmışken siyasi tutsaklar bu kapsam dışında bırakılıp kaderine terk edilmişti. Ama iktidar sadece ayrımcı bir infaz düzenlemesi ile kalmamış, krizi fırsata çevirip bir yandan hapishaneleri boşaltırken; diğer yandan politik tutsakları hapiste daha çok tutacak bir madde ile yasayı taçlandırmıştı. Elbette bunu ilk defa yapmıyordu devlet aklı.1991 yılında, şartlı salıverme yoluyla cezaevlerini boşaltmış, bir yandan “Terörle Mücadele Yasası” adı altında yürürlüğe koyduğu yasa ile siyasi tutsakları kapsam dışı bırakmıştı. Bunun örneklerini çoğaltabiliriz ama asıl konumuz bu olmadığı için tek bir örnek vermekle yetineceğim.
2020 yılında TBMM’de kabul edilen yasa ile idare ve gözlem kurullarına ek yetkiler verilmiş ve infaz yakmalar kolaylaştırılmıştır. Elbette düzenlemeden önce de haksız bir şekilde infazı yakılan çok fazla politik tutsak bulunmaktaydı. Ancak bu düzenleme ile idare ve gözlem kurullarının takdir yetkisi genişletilmiş ve kurullar gözün üzerinde kaş olmasını infaz yakma gerekçesi yapabilecek bir canavara dönüştürülmüştür. İşte idare ve gözlem kurullarını biyopolitikanın hizmetine sokan da bu takdir yetkisi ve infaz yakmaya sunulan gerekçelerdir. Bu gerekçelerin izini sürersek infaz yakmanın salt bir ceza olmadığını, bu gerekçelerin salt bahane olmadığını görürüz. Aslında bahanenin kendisinin bir ceza olduğu gerçeğine ulaşmış oluruz.
İnfaz yakmalara gerekçe iki türlü olmaktadır. Birincisi tutsakların aldığı disiplin cezaları, ikincisi ise kurul üyelerinin hayal gücüne bağlı olan absürt gerekçeler. Hayal gücü ne kadar genişse absürtlüğün genişliği de o kadar büyüktür.
Öncelikle siyasi tutsakların infazının yakılmasına gerekçe edilen disiplin cezalarına bakalım. Hapishanelerde çıplak aramaya direnme, ağız içi aramaya direnme, şarkı söyleme, telefonda Kürtçe konuşma, yaşadığı ihlali dışarıya iletme, slogan atma, ayakta sayım vermeme, aile görüşlerinde başka tutsağa selam verme, işkenceye direnme, idareye dilekçe sunma vb. tek başına disiplin cezası vermeye yetmektedir. Disiplin cezasına konu eylem ve tavırlara bakılırsa, tutsakların kimliklerinin yok edilip, kişiliksizleştirip teslim almaya kurgulandığını görürsünüz. Çıplak arama, ağız içi arama, ayakta sayım gibi sadece beden üzerinden ilerlemeyip anadilinde konuşmayı yasaklama, şarkı söyleme, işkenceye direnmeyi yasaklayıp zihnine, iradesine hatta öz benliğine sahip olmayı hedeflemektedir. Tutsaklara, hapis yaşamının her anında hapiste olduğunu hatırlatma, her an bir itaat etme, iktidarın gücüne biat etmeyi dayatan disiplin cezası gerekçeleri mekanizmanın nüvelerini vermektedir.
Biraz da yeni düzenleme ile bu kurullara yüklenen görünmez iktidar gücünden; sübjektif yoruma dayalı takdir yetkisinden bahsedelim. Artık kurullar disiplin cezası olmasa bile tutsakların tahliyesini engelleme konusunda karar alabiliyor. Peki idare ve gözlem kurulları hangi gerekçelere takdir ediyor?
Fazla su kullanmak,
Fazla kitap okumak,
Az kitap okumak,
Halay çekmek,
Arkadaşları ile selamlaşmak,
Ales sınavına girmemek,
Ales sınavına girmek,
Serzenişte bulunmak,
Şarkı söylemek,
Cezaevi imamı ile görüşmemek,
Üniversite bitirmemek,
Kürtçe türkü söylemek,
Görüşçülerle selamlaşmak,
Fazla dilekçe verme,
Kurum personeline kayıtsız kalmak vb.,
En çarpıcı olanı da PİŞMAN olmamak.
Bu gerekçeler idare ve gözlem kurullarının, Foucault’un tanımladığı biyopolitikanın görünümlerinden biri olduğu savımızı desteklemektedir. Kurulların gerekçelerinin müthiş bir incelikle politik tutsağın yaşamına, davranış biçimine, güçlü iradesine müdahale etmeyi, onları iktidar karşısında direnen bir özne olmaktan çıkarmayı amaçlayan bir yönetim aracı olarak kurgulandığı açıktır. Yani serbest bırakılman için tüm insani yanlarından arınıp, anadilini unutup, benliğini, kimliğini öteleyip her hücrenle “bedenin de benimdir zihnin de” mantığı yürüten hapishane idaresine teslim olman gerekmektedir. Bunlardan en belirgin olan “pişman olmama” gerekçesidir. İktidarın gücünü gösterebilmesi için iradene sızıp orayı da kontrol etmesi gerekir. Bu itaatin birinci koşulu da pişman olmaktır. Pişman olmayanın iradesini kırıp kişiliğini parçalayamayacağını iyi bilmektedirler.
Ancak gözden kaçırılan bir nokta var. İdare ve gözlem kurulları, iktidarın gözetleme ve denetleme amacı bakımından etkin bir uygulama gibi görünse de pratikte boşa çıkmıştır. Düzenlemenin hayata geçtiği 1 Ocak 2021 tarihinden bu yana tek bir politik tutsak tahliye olmak için pişman olduğu beyanında bulunmamıştır. Tek bir tutsak sırf infazı ertelendi diye iradesini kırıp inancını ve bilincini zaafa düşürmemiştir. Bu da hem iktidara hem de bizlere, politik tutsakların iradesini kırabilecek, bilincini köreltebilecek, zihnini fethedebilecek herhangi bir mekanizmanın yaratılamayacağını göstermiştir.
Çok iyi biliyoruz ki politik tutsakları iktidarın nesnesi olan bedenler haline getirmeye çalışanların inşa ettikleri Panoptikonlar kendi başlarına yıkılacaktır.