M. Ender Öndeş
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. Tarihinin en ağır yenilgisini yaşayan AKP cephesinde de, muhalefet tarafında da tartışmalar sürüyor, yeni yol haritaları çiziliyor. Bu koşullarda hazırladığımız dosyamızda, görüştüğümüz siyasi odaklar ve toplumsal kesimlere, öncelikle ‘şimdi ne olacak’ sorusunu yönelttik. Gelinen noktada, bir demokrasi cephesinin imkânlarını, mevcut muhalefet toplamının nasıl bir ittifaka dönüştürülebileceğini, bunun hangi temeller üzerini kurulabileceğini sorduk. Aynı çerçevede, yeni bir demokratik anayasa meselesinin nasıl ele alınabileceği de başka bir sorumuzdu. Bu arada yazılı belge olarak anayasanın tek başına bir anlam ifade etmediği, bunun daha geniş bir demokratik dönüşümün parçası olarak nasıl ele alınabileceğini de sorularımıza ekledik. Ortaya çıkan tabloyu okurlarımızla paylaşıyoruz. Bugün Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Mehmet Arslan ile Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın’a sorduk.
Mehmet Arslan / Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı
Türkiye’de AKP’nin 17 yıl boyunca en büyük yara aldığı seçim budur. Bu ağır sonuçların asıl nedeni, 24 Haziran 2018 seçimleriyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirilmesi ve bu sistemin Türkiye’nin toplumsal yapısına cevap vermemesiydi. Türkiye, 24 Haziran sonrasında Anayasa’nın rafa kaldırıldığı, hukukun ayaklar altına alındığı, tek bir adamın sözleri ve kararnameleriyle yönetilen bir ülke oldu. 31 Mart, bu durumun Türkiye halkları tarafından kabul edilmediğini gösterdi. 23 Haziran’da ise 13 bin farktan 800 bine yükselerek bir patlamaya dönüştü. AKP aslında ilk kırılmasını 7 Haziran seçimlerinde yaşamıştı. Ama o zaman AKP hala gücünü kontrol edebiliyor, devletin tüm imkanlarıyla muhalefeti bastırabiliyordu. Böylece bir sivil darbe yaparak 1 Kasım’a ulaşabildi. Sonrasında ise karanlık bir tablo çıktı ortaya. Kürt kentlerinin yıkılmasından belediyelere kayyum atanmasına, KHK’lerle insanların işten atılmasına kadar… Yani tüm muhalefeti susturmaya çalıştılar. Muhalefet o zaman dik durmadı. Böylece 1 Kasım’dan güçlenerek çıkan AKP, bütün muhalefete saldırarak adım adım tek adam rejimini hayata geçirmeye çalıştı.
Bu bir referandum olmuştur
Türkiye, böyle bir rejimle yönetilemez. Türkiye’de toplumun yakalamış olduğu siyasal, toplumsal düzey artık böyle bir çağdışı yönetim biçimini kaldırmıyor. AKP, iktidara geldiğinde, mağduriyetiyle, AB uyum yasalarıyla, yeni Anayasa tartışmalarıyla toplumda bir beklenti oluşturmuştu ama kurumsallaştıktan sonra asıl zihniyetini bu topluma hakim kılmaya çalıştı. Toplum da buna 31 Mart’ta cevap verdi. Şüphesiz HDP ve Kürtler başta olmak üzere muhalefetin bunda büyük çabası olmuştur ama bunun asıl mimarı Türkiye halklarıdır.
Bir milat noktası
Seçim iptal edilmemiş olsaydı belki yine bu kadar keskin bir yol ayrımı ortaya çıkmayabilirdi. Bu, siyasal bir iflas halidir. 31 Mart’ta kaybetti, 23 Haziran’da ise iflas etti. Bence bu bir milat noktasıdır. Tam bu noktada sorunların çözüm perspektifini halklara kim sunacak? Kim öncülük edecek noktası ise hala belirsiz. Evet, muhalefet bir başarı sağladı ama bizim amacımız sadece AKP’ye ders vermek, burnunu sürtmek değil, Türkiye’nin toplumsal sorunlarına çözüm perspektifini ortaya koymaktır. Muhalefet bugün hala iktidarı zorlayan bir politika geliştiremedi. Bu, kazandım ama kazandığım durumu kullanmıyorum tutumudur. Oysa 31 Mart-23 Haziran yeni bir Anayasa sürecinin, demokratik çözümün başlangıcı olmalıdır.
Kürtler olmadan yürünemez
Şu anda, bir tarafta devlete nasıl hakim olurum diyen AKP var, diğer tarafta da mevcut devleti nasıl eski döneme döndürüp yönetirim diyen CHP ve diğerleri… Biz, mevcut statükoyu ve Türkiye’ye tek adam rejimi dayatan her iki anlayışı da kabul etmiyoruz. Aslında 31 Mart’taki tutumumuz ‘Üçüncü Yol’u tarif ediyordu. Türkiye’de Kürtleri siyasi denklemin dışına iterek hiçbir siyasi problemin çözülemeyeceğini ortaya koyduk. Sen, Kürtlere zulmederek, katlederek, hapsederek Türkiye’yi yönetemezsin dedik. CHP ve diğerlerine de Kürtlerden korkarak, onlardan uzak durarak Türkiye’de iktidar olunamayacağını göstermiş olduk. Biz, Türkiye’nin sorunlarının Kürtlerle yan yana gelerek çözüleceğini, demokratik bir cephede ortaklaşıldığında yol alınabileceğini gösterdik herkese.
Şimdi ittifak zamanı
Bugün artık güçlü bir demokrasi ittifakına ihtiyaç var. Seçimden hemen sonra HDP, DBP ve bütün kurumlarda bir konferanslar, bölge toplantıları planlaması yaptık. Türkiye’de güçlü bir demokrasi mücadelesi için tüm yapılarımızın sürecin ihtiyaçlarına göre kendini şekillendirmesi gerekiyor.
HDP fikriyatı, zaten ‘Üçüncü Yol’dur. HDP, tekçi sisteme karşı demokratik çoğulcu bir gelecek için buluşabilen insanların ortak mücadelesini tarif eder. Ama biz HDP dışındaki güçlerle de bir demokrasi cephesinde buluşarak bir demokrasi hamlesi başlatmak istiyoruz. Hiçbir toplumsal sorun bize göre tek bir partinin inisiyatifiyle çözülemez çünkü. Siyasi partileri aşan bir halk ittifakı gerekir. Herkese çağrı yapıyoruz o anlamda.
Yeni anayasa zemini
Tüm toplumsal sorunların çözümünün ön şartı elbette bir demokratik anayasadır. Türkiye’nin Anayasa tarihi belli. Ya darbeciler ya da siyasi iktidarların komisyonları hazırlamış hep. Şu anda Türkiye mahkum edilmiş bir darbenin anayasasıyla yönetiliyor, o bile deliniyor. Meşruiyeti yok. Türkiye muhalefeti ve Kürtler demokratik bir anayasayı gündemine almadan hiçbir sorunu çözemez. Bu yüzden herkesin demokratik bir anayasa için bir araya gelmesi gerekiyor. Son seçimde, tabanda halklar buluştu, yakınlaştı. Halk kendisi ittifak kurdu. Bunun zemini var yani. Ama bunun için Türkiye muhalefetinin de açık ve esnek olması gerekiyor. Aslında toplumda yan yana gelme problemi yok. Yan yana gelmeyi engelleyecek yapılar halk nezdinde mahkum olacaklardır. Herkes artık bunu görüp demokrasi cephesinde farklılıklarına rağmen buluşmalıdır. Bu anlamda biz rol ve sorumluluk almaya hazırız.
‘Görev almaya hazırız’
Cihan Aydın / Diyarbakır Barosu Başkanı
Diyarbakır Barosu’nun özellikle Anayasa konusunda yıllardır yaptığı çalışmalar, söylediği sözler halkların bir arada, kardeşçe ve eşit koşullarda yaşaması konusunda önemli ipuçları içermektedir. Bize göre, yeni bir anayasa yapmanın temel koşulu, çatışmasızlık ve ifade özgürlüğü konusunda güçlü bir yasal zemindir. “Sıkılı yumrukla el sıkışılmaz” sözünde de ifade edildiği üzere, bu kadar kutuplaşmış, öfkeli, şiddet ve nefret söylemlerinin zirve yaptığı bir ortamda yeni Anayasa talep etmek bazı çevrelerce fantezi olarak görülebilir. Ama zaten sivil toplumun rolü tam da bu kriz anlarında ortaya çıkmaktadır. Sıkılı yumrukları açmaya çalışıyoruz, nefret ve savaş kışkırtıcılığı söylemlerine karşı barışı ve hoşgörüyü savunmaya çalışıyoruz.
Yeni anayasa meselesine de tam bu noktadan bakıyoruz. Türkiye’nin çok dilli, çok inançlı, çok kültürlü yani çoğulcu yapısına karşı tekçiliği dayatan bu Anayasa ile yol alması mümkün görünmüyor. Türkiye’nin birkaç yıl arayla yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik krizlerin temel sebebi demokrasi yoksunluğudur. Bunu aşmanın yegane yolu da demokratik ve çoğulcu bir anayasadır. Diyarbakır Barosu’nun ve bölgedeki STK’lerin bu konuda iyi bir altyapısı bulunmaktadır. Biz bölge baroları ile birlikte yaptığımız bir açıklama ile bu konuda görev almaya hazır olduğumuzu belirttik.
Eski Anayasa onarılamaz
Ancak, bu sorun artık, eskisinin tamiri üzerinden çözülemez. Önemli bir kısmı pragmatik ihtiyaçlardan kaynaklansa da, uzun süre iktidarda olan hemen bütün hükümetler Anayasa’da revizyonlar yapmış, 1982 Anayasası bütünlüğünü önemli ölçüde yitirmiştir. Yitirmediği tek şey ise bireye karşı devleti kutsayan, tekçiliği savunan anlayıştır. Darbe ürünü bu metne hakim olan “devletçi ve otoriter” anlayış, otuz sekiz yıldır varlığını sürdürmektedir. Topluma büyük bir umut ile sunulan ve bugüne kadar yapılan en kapsamlı değişiklikler hiç şüphesiz 12 Eylül 2010 tarihinde 26 maddenin ve 16 Nisan 2017 tarihinde 18 maddenin referandum sonucu değiştirilmesiydi. Ancak temel hak ve özgürlükler konusunda büyük beklentiler ile yapılan 2010 değişikliğinin de bürokrasiye ve dolayısıyla devlete hakim olma amacı taşıdığı çok acı bir deneyimle ortaya çıkmış oldu. 2017 değişikliğinin ise otoriterliğe ve tekçiliğe giden merdivenin taşlarını örmekten başka bir işe yaramadığı gün gibi ortada. Eğer değişiklik ile 1981 Anayasası demokratik bir anayasa sıfatı kazansaydı bugüne kadar çoktan bu unvanı elde etmesi gerekiyordu. Nitekim bugüne kadar en az 22 kez yapılan değişiklikler ile anayasanın neredeyse üçte ikilik kısmı değiştirilmiştir. Buna rağmen hala bir ihtiyaç olarak kendisini dayatıyorsa o zaman oturup bu metni yeniden yazmanın/yapmanın zamanı gelmiştir.
Katılımcı bir süreç
Bugün Anayasa yapımı konusunda, tersinden de olsa, en temel referans, 1982 Anayasası’dır. Bu anayasa kapalı kapılar ardında askeri bürokratlar ve onlar tarafından seçilen “siviller” tarafından hazırlanmıştır. Baroların, sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, üniversitelerin, yani toplumun hiçbir katmanının dahli olmadan hazırlanmış ve baskıcı bir ortamda referanduma sunularak topluma kabul ettirilmiştir. Dolayısıyla, bugün, bu otoriter ve tekçi yöntemin yerine çoğulcu ve demokratik yöntem esas alınmalıdır. Toplumsal sözleşme toplumun bütün katmanlarıyla yapılacağına göre ülkedeki tüm etnisiteler, inanç gruplarının katılımının yanı sıra siyasi partilerin de adil temsil edildiği bir yöntem esas alınmalıdır. Anayasa değişikliği konusunda geçmiş yıllardan gelen bir deneyim ve miras da söz konusu olduğunu hatırda tutarsak, hızlı yol almanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
YARIN: İYİ PARTİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYTUN ÇIRAY, SAADET PARTİSİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ CİHANGİR İSLAM